Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Ey okur sen ömrünü nereye veriyorsun? Hiç ve her. Bu ikisi arasında gidip geliyoruz nihayet. Hem hiçiz hem her. Katıksız bir çocuk merakıyla soruyorum ey okur, sen ömrünü neye veriyorsun? Yormasın seni bu soru. Kızdırıp üzmesin. Küsecek bir şey yok. Kimin sebebi daha önemli ki! Yok öyle bir sebep. Çünkü ömür, kimseninki, o kadar da mühim değil nihayet. Kendi ömrünün diğerlerininkinden daha önemli olduğunu sananlar ya başkalarını öldürür ya da birinin ömrünü muhakkak söndürür. Senede Bir Gün şarkısı gibiyiz biz seninle, Türkçede. - O eski, siyah beyaz filmi hatırlayanlar hep mi öldüler? - Öyle bir kavuşma heyecanı, öyle bir beceriksizlik bende şimdi. Yalan yok, beni sevdiğinden daha çok seviyorum seni. Sebebimsin, nasıl sevmeyeyim ki? Yazarken, okur ne der diye düşünmek gerek der bazı yazarlar. Kimi yazarlar da o yalanı söylemeyi çok severler, ‘’ Kimseyi düşünmeden yazıyorum.’’ ‘’Hadi oradan!’’ diyesim gelir. Ben seni düşünüyorum yazarken. Seni içtenlikle düşünüyorum. Sözcüklerden bir sevgi olanağı doğmasını düşünüyorum. Bunun beni kurtarmasını ya da seni. Yazıverdiğim bir cümlenin aklına takılıp kalması, senin onu başkasına söylemen, o başkasının sırf bu yüzden seni daha çok sevmesi... Bütün bu olasılıklar o kadar güzel ki çok düşününce çıldırırım diye korkuyor insan. Daha önce hiç yanyana gelmemiş sözcükleri bir araya getirme imkanını zorlamaktır yazmak. Tıpkı müzisyenlerin daha önce hiç buluşmamış notalardan yepyeni bir şarkı kurmaya çalışması gibi. Düşünsene ne saçma, nota on iki tane, sözcüklerin de sayısı üç aşağı beş yukarı belli. Ama biz yine de inat ediyoruz hiç yapılmamış bir şey yapmaya. Güneş altında yazılmamış bir şey hakikaten yoksa neden hala dinliyoruz o yeni şarkıları ve okuyoruz yeni kitapları? Biz birbirimize fena halde inanıyoruz galiba. Aramızdan birinin binlerce yıllık notalardan ve sözcüklerden yeni bir büyü kurabileceğine gizlice güveniyoruz. Ne acayip bir inanç bu. İnsana böylesine inanmak ne büyüleyici. İnsana bu kadar güçlü bir inançla bağlı olduğunu kabul etmek ne büyük bir neşe. Ben, şimdi anlıyorum bunu, dünyaya, canlandırmaya geldim. Bazen neşe, bazen öfke, bazen hüzün ve bazen saf düşünce ile ama hep sözcükleri yan yana dizerek. Bazıları peynir yapıyor, sütü uyutup başkalaşmış olarak canlanıyor. Kimisi buğday yetiştiriyor, ne acayip. Tohumlar ekmek oluyor, bir masada bölüşülüyor. Kimi doktorluk yapıyor, doğmamış çocukların kalbini onaran insanlar var bu dünyada, sonra onlar doğup insan oluyorlar. Kimisi uzaya bakıyor, yıldızlara, nereye gideriz buradan sonra, bunu düşünüyor. Kimisi sayılara bakıyor, bir sır arıyor orada, bir düzen. Bazısı, sabah kalkıp otobüse biniyor her şeye rağmen, neredeyse kanının son damlasıyla, ‘’Belki bugün iyi bir şey olur,’’ diye, ki böyle şeyleri azımsamak büyük bir hata. Hepimiz bir yerlerde bir şeyleri canlandırıyoruz böyle bakınca. Eşitiz, anlıyor musun? Biraz düşün isterim, bu eşitliği istiyor musun? Dayanabilir misin ya da? Nezaket ve zarafetle devam edebilir misin ilişkimize? Hiç iktidarın olmadığı bir sevgi ilişkisi içinde barınabilir misin? Çünkü ben böyle olsun istiyorum. Bana hayran olma ama beni sev istiyorum, çok mu çocukça? Canlanalım istiyorum beraber, çok mu saçma? İnsanların hayran olmayı, sevmeye tercih etmesi çok ilkel gelmiyor mu sana da? (...) Yeterince sevilmeyenlerden çıkar yazar-çizer, bütün bu serhoş tayfa. Fakat zaten yeterince sevilmeyenler, okur, dinler, bakar; dikkatle bakar onların yaptıklarına, görenler onlardan çıkar. Bu işler hep yeterince sevilmediğini sananlar arasında bir mesele. Bir eksiği kapatıyoruz birbirimizde. Akşamları buluşup yama dikiyoruz birbirimize. Bir sancıyı gideriyoruz karşılıklı. Yani sebebimsin ey okur, ama durup düşününce ben de senin bir şeyinim. Ben senin neyinim, söylesene... Pek yakında, sanırım yarın sabah saatlerinde, yaşlanmaya başlayacağım. Boynum şiirlerimdekine benzeyecek ve ellerim üzerinde geçmeyen kahverengi lekeler olacak. Yarın sabah sanırım, aynanın önünden geçerken aniden durup şaşıracağım, ‘’Bu da kim?!’’ Ömür ne zaman geçti bilemeyeceğim. Sonra da ölürüm zaten, çünkü herkes ölür. Bazı filozoflar, bu cümlenin insanı kesinkes kurabileceği tek cümle olduğunu söylüyor. Tek kesinliğimizin ölüm olduğunu söylüyorlar. Ne saçma! Bir ömürde olup biten her şey kesindir oysa, eğer cümlesi beraber kurulup beraber hatırlanabiliyorsa, meseleye böyle bakınca sayın okur, söylemek zorundayım, lütfen kusura bakma, biz seninle cümleleri son yirmi yıldır beraber kurduk. Ülkeyi de, sevmeyi de, hüznü, öfkeyi ve neşeyi. Demek ki sadece birbirimizin sebebi değil, aynı zamanda birbirimizin kanıtıyız. Ne diyorsun bu işe? Zira bu epey büyük bir cümle. Bu, yenir yutulur bir şey değil, düpedüz ve adamakıllı bir büyük mesele. (...) Seninle ben adamakıllı yaşadık. Yaşıyoruz sonuçta. Hiçiz ikimiz de. Ama her şeyiz bir arada.
·
199 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.