Yüz Gün'ün arka kapağını az önce kapattım. Lukas Bärfuss'un tarihten beslenerek kaleme aldığı bu kitapta; Ruanda Soykırımı'na Avrupai duruşun soğuk rüzgârı sirayet ediyor.
Nisan 1994'te yüz gün süren katliam sürecinde 800.000 Tutsi ve bir kısım Hutu'ların da öldürüldüğü biliniyorsa kitabın genel ruh halini kestirmek hiç de zor olmuyor. İlk sayfalarda büyük bir merakla okuduğum kitapta kurgusal karakter David'e olan antipatik tutumlarımı dile getirmezsem olmaz.
Aslında David'e baktığımızda onda Avrupa’nın ve Batı insanının gerçek yüzünü görmemek imkansız.
David, Ruanda'nın başkenti Kigali'de bir teşkilat çalışanıdır. Yabancıların tahliye edileceği uçağı binemeyince bölgede yaşananlara tanıklık eder. Başından geçen bu yüz günlük süreç, onu insanlığın acımasız tarafıyla karşılaştırır ve değişmesine sebep olur. Yine de onun bu sarsıcı yaşamı, yaşananlara sadece seyirci kalıp katliam karşıtı bir tutum sergilememesi karşısında yumuşatmıyor. Aksine okuru huzursuz ediyor.
Tiyatro yazarı Lukas Bärfuss'un Yüz Gün isimli bu kitabını, yarı kurgu bir eser olmasını göz önünde bulundurarak kimi yönleriyle belgesel roman kategorisine eklemek isterim.