Freud (1912-13) yasın sonlanımını şu şekilde tanımlamıştır: "Yas tutma ödevi, sağ kalanın anılarını ve umutlarını ölüden kopartmaktır." (s. 65).
Anna Freud (1960) bu tanımı geliştirerek, "analitik anlamda alındığında yas bireyin dış dünyadaki bir gerçeği (yatırım yapılmış nesnenin kaybı) kabul et me ve iç dünyada buna karşılık gelen değişiklikleri (kayıp nesneden kendini geri çekme) gerçekleştirme çabasıdır" (s.58) der. Bowlby (1961) yası sevilen nesnenin kaybının harekete geçirdiği psikolojik süreç olarak görmüş ve bunun genellikle nesneden vazgeçilmesine götürdüğünü öne sürmüştür.
Diğer açıdan, yas yaşamın bir evresinden diğerine büyümeye ve değişime eşlik eden süreçtir. Pollock (1978) yasın yalnızca nesne-kaybıyla bağlantılı bir süreç olmadığı, aynı zamanda büyüme ve gelişmeyle de bağlantılı olduğu sonucuna varmıştı. Ona göre yas "yeni bir iç denge düzeyinin ve bununla bağlantılı dış dengenin yeniden kurulmasını içeren dizil ardışık evrelerde ortaya çıkan evrensel ve uyuma yönelik bir dizi intrapsişik işlemdir" (s. 262).