Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

binlerce birden hiçbiri ben
İnsan için en iyi öğretmen, yaşanmışlıklardır. Hayatı boyunca bir çok şey görür insan, bir çok şeye bakar. Ama bu birçoklar, bu her şey, akıp gider. İnsanın yanıbaşında, ama insanın dışında. Bu akışta neyi alıp bulayabilirse üstüne, onları taşıyabilir benliğinde. Anlayabilmek için, hissedebilmek için özümsemek gerekir. Nasıl ki yanıbaşında akıp giden suyu özümsemedikçe kurumaya, ölmeye mahkûmsa bir bitki; insan da özümsemelidir. Yaşamak için bir zorunluluktur bu. Bu olmazsa, alınan nefes insanın insanlığına hayat vermiyor, onun bir et parçası olarak, bir nesne olarak sürüp gitmesine yarıyor demektir. Çoğu zaman yalnızlığımın sebebinin işte bu olduğunu düşünürüm; bütün bu insan kalabalığı içerisinde kendimi nesneler arasında bir özne gibi hissederim. Belki ben de başka özneler için bir nesneyimdir. Kalbimdekiler ve zihnimdekilerle ne kadar insanım ki; belki sadece istediği oyuncak alındığında dünyalar onun olan çocuk gibiyimdir, basit ve sade. Ama artık çocuk olmadığım aşikar, mutluluk istencim de bir nesneye sığabilmekten çok daha büyük. Belki de mutluluk elde edilecek bir nesne yahut durum değildir. Bence de değildir. Hem öyle olmasın da zaten. Zira elde edilenleri kaybetme korkusuyla yaşamak bana saçma geliyor. Nitekim kaybın sürekliliğini ya da kaybetmenin kendisini de öğrenmek gerekiyor. Ama insanı ileri götüren cinsten kayıpları… Kaybetmek hissetmemi, anlamamı sağlamalı. Mutluluğum da bütün yaşanmışlığımı, yaşadığımı, yaşayacaklarıma dair tahayyülümü kapsamalı. Böyle olursa mutlu olabilirim ancak. Erdem ve fazilet. Yaşayışımın bir amacı olmasını istiyorum. Ama bu amacın kümülatif ve suni bir amaç haline gelmesinden korkuyorum. İnsanlığın devinimine baktığımda, her yere amaçsallaşan araçların hakim olduğunu görüyorum. İnsanların arasına karıştığımda midem bulanıyor. Kendimi üstün, yüce ve temiz görmüyorum. Ama haykırmak istiyorum, ve uzunca süredir sessizce, bakışlarımla haykırdığım için de ağlamak istiyorum. Tükenmişliğin gözyaşları. Ama üzgünlüğümden şikayetçi değilim, üzüntümden kurtulmaya çalıştıkça dönüşmekten, kendimi kaybetmekten korkuyorum. Mutlu olmak üzülmemek, acısız yaşamak, telaşsız olmak değildir. En büyük mutluluklarımızı bunlarla besleriz, insan benliğinin bereketli yağmurudur bunlar. Kendi mutluluğum kendi ellerimdedir belki, ama hayatın ipleri yok; milyarlarca insan ve milyarlarca mutluluk var. Halbuki ziyadesiyle ayrıksı ve yabancılaşmış bir yaşam içerisinde homojen bir mutluluk tahayyülünde olabilecek kadar da romantiğim aslında. Hayal gücüm belki çok gelişmiş değil lakin, anılarımın röprodüksiyonlarını serpiştiriyorum etrafıma zihnim yetersiz kaldığında. Düşüncelerin basit dahi olsa anlamlı olmaları yeterlidir. Tıpkı sade ve tatsız olmasına rağmen içeceklerin efendisi olan, biricikliğini her zaman koruyan su gibi, işte yaşanmışlığın önemi burada devreye giriyor. Su her ne kadar temel ihtiyaç olsa da çöldeki bir insanla sulak bir yerdeki insanın suya atfettiği değer farklıdır. Birisi suyu kullanırken marjinal doyum içerisinde iken, diğeri kullanımının farkında bile değildir belki de, sıradanlaşmıştır. Hayatın içerisindeki düzinelerce iyilik kalıbından sıyrılıp, bütün çıplaklığımla iyi olmak istiyorum. Çıplaklığımın bana damgalayacağı delilik etiketinden korkmuyorum, nitekim o kalıpların içerisinde kalmış bir insan da olmak istemiyor, kalınmışlıklara üzülüyorum. Bütün insanlığın hüznünü yüreğime sığdırmak gibi bir iddiam yok, ama insanca üzüntülerimle bu trajediyi kalbimde sahnelemek istiyorum. Göze gözükmeyecek kadar sıradan da olsa, yoksunlukların yanı başında durup onlara üzülmek istiyorum. Belkide sadece vicdanımı rahatlatıyorumdur. Neyse ne işte…
·
178 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.