Mecidiyeköy'deki işine gitmek için Suadiye'den deniz otobüsüne binip Kabataş'ta inmiş. İş öncesi biraz vakti olduğu için orada bir çayhanede oturup simit-çay keyfi yapmaya niyetlenmiş. Derken birden kuşlar etrafını çevirmiş. Bu durum Yıldız'ın hoşuna gitmiş ve onlara simidinden küçük parçalar atmaya başlamış. Kuşlar durur mu? Hemen çoğalıp Yıldız'ın etrafında halkalanmışlar. Yıldız da şöyle düşünmüş; "Şu an kuşları besliyorum ya, sanki onlar benim kuşlarımmış gibi oldu!" Bu his hoşuna gitmiş. Sonrasında, "Yine bir gün erken vardım Kabataş'a," diye anlattı bana. "Bu kez bayağı açım. İki simit aldım, çünkü birini tamamen kuşlara atmak niyetindeydim. Aynı yere oturdum. Kendi simidimi yerken diğerini de kuşlar için ufak ufak parçalıyor, önüme yığıyordum. Ama bu sefer gelen giden yok; sağa attım, sola attım; kuşlar gelmedi.
Bir hüzün çöktü. Bu sefer içime baktım, niye bu kadar hüzünlendiğimi düşündüm. Ah! O an ilk defa anladım ki; simidin olması yetmiyor, kuşlara da ihtiyaç var."