Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

196 syf.
10/10 puan verdi
·
3 günde okudu
“Galiba biz, babacığım, birbirimizi hep böyle anlamadan sevdik.”
Oğuz Atay, “Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?” deyince “Buradayım” diye bağıran Derda’yı okumuştum geçenlerde. Onu anlamaktan öteye gidip hisseden Derda’yı. Hakan Günday’ın Az kitabının Oğuz Atay hayranı Derda’sını… Bir başka kitapta rastlayınca bir kere daha kulak vermiş bulundum Atay’ın çağrısına… Gazetelerin köşelerine gönderilen mektupların, tavanaralarına saklanan eşyalar, tablolar, anıların; yataklı vagon yolcularına satılan, daktiloyla geçilmiş silik hikayelerin dile getirdiği kaybolmuş benlikleri okudum. Çoktan kriterlerini belirleyip, kenara geçip eleştirmek için hazır bulunan önyargılı bir toplumun baskısına yenik düşen “Beyaz Mantolu Adam”ın, bu kaybedişinde nasıl yabancılaştırıldığını “Amma da hikaye” diyerek bitirdim. Bir tavanarasında, tüm korkusuna rağmen sevgilisinin cesedine fenerini tutan kadının “Seni çok mu yalnız bıraktılar sevgilim?” feryadına kulak verip; yalnız kalmaktan korktukça yalnızlaşan, iyi şeylerin bekletmeyeceğini ve bu yüzden yalnızca korkuyu bekleyen gizli mezhep mağduru adamla korkunun gelmesini bekledim. Kısaca toplumda yalnızlığa mahkum edilmiş, yerini bulamayan, yabancılaştırılmış karakterlerin düşüncelerinin en derinine indim ve babaya olan bir mektup içinde kayboldum. Bu yazımda Korkuyu Beklerken’in içindeki hikayelerden biri olan, “Babama Mektup”u inceleyeceğim. Mektup, yazarın iki yıl önce ölen babasına: “Ne yazık ki bu süre içinde ben daha iyi ve akıllı olamadım; bu fırsatı da kullanmadım. Oysa yıllar önce, bazı zamanlar sen olmasaydın birçok şey yapabileceğimi düşünürdüm. Şimdi artık suçun kendimde olduğunu görmek zorundayım.” şeklindeki itirafıyla başlıyor. Ta mektubun başından, bu yazının yazar için kendiyle yüzleşmek amacı taşıdığını görebiliyoruz. Bu durumu, “Sen olmadıkça sana yazılan mektup ne işe yarar?” sözlerini, sonraları “Aslında karışıklık içimdedir ve bu mektubu yazma isteğim, karışık ruhumun kapladığı samimiyet buhranlarından biridir.” diyerek yanıtlamasından da anlayabiliriz. Türkiye’de baba kavramı bir başkadır. Türkiye’de babalar hep yarım kalır ya da yarım bırakır. Bir filmde izlemiş, bir ihtimal bir yerde okumuş olabilirim bu yarım kalmışlık meselesini. Ancak ilk kez hissettiğimde şu satırları okuyordum: “Bugün, belki de sen artık öldüğün için, bana bir zamanlar haksızlık ettiğini düşünmüyorsam da, bana haksızlık edildiği düşüncesi içimde öyle gelişti ki artık bütün dünyayı suçuyorum bu bakımdan. Bu bakımdan da istemediğim bir yerlere vardım, artık bütün dünyanın suratına çarpıp duruyorum kapıları.” “Genellikle belirsiz bir isyan içindeyim.” der mektubun sahibi. Bu nerede olduğunu bilmediğinden; daha doğrusu olması gereken yerde olmadığından mutlaka emin ancak nerede olması gerektiğinden bihaber olmasındandır. Bu bakımdan mektubun sahibinden bir parçayı, Korkuyu Beklerken öyküsündeki karakterden buldum diyebilirim. “Büyük bir fırtınaya tutlmuştum. Evet, yabancılarla dolu, bana yabancı olanlarla dolu, uçsuz bucaksız bir denizin ortasında kalmıştım.” Yalnızca bunu değil, eksik benliğiyle yüzleşmesini de “korkuyu bekleyen adam”da gördük. “Ben bir şeylerin taklidiydim; fakat aslımı bile doğru dürüst öğrenememiştim.” Bir nevi mektup sahibinin de babasının taklidi olduğunu söyleyebilir miydik? “Ben de yalnızlığımla sana benzedim babacığım…” “Medeniyeti sevmiyorum. Bu günlerde yetişebilseydin, sen de benim gibi televizyondan nefret ederdin sanıyorum. Ben, senin çıktığın köye dönmek istiyorum; yani, sonradan görme deniz özlemcileri gibi kıyıda balıkçılarla filan sohbet etmek istemiyorum. Balığa çıkmak bize göre değil babacığım. Ben senin uçsuz bucaksız tarlalar arasındaki küçük köyüne yakın bir yerde (çevrede belki bir iki ağaç olabilir) ahşap kirişli kerpiç bir evde yaşamak istiyorum.” sözlerinde yabancılaşmış, yalnızlaştırılmış kavramlarının yanına bir de kent yaşamına uyum sağlayamamış birey de ekleniyor; bir kır-kent çatışması örneği. Atay’ın postmodern öykücüsü olarak nitelendirilmesini açıklayacak örneklerden biri olan Korkuyu Beklerken, bilinç akışı ve iç monolog şeklinde yazılmış olmasının yanında bireysel sorunları ve çatışmaları ele alıyor. Tüm hikayeler bir yana, “Babama Mektup” beni o denli etkilemiştir ki ara ara açar yeniden kendimi o satırlar arasına bırakırım. Yazımı sonlandırırken de mektubun sahibinin sözlerini bırakıyorum buraya. "Ben bu asık suratlı aydınlara hiç benzemiyorum babacığım: onlara karşıyım ve senin içtenliğinden yanayım. Bazı kitaplar yüzünden kafam biraz karışmışsa da bugün bile senin içtenliğini taşıdığımı ümit ediyorum. Gene de sonunda sana bütünüyle benzemekten korkuyorum babacığım: yani ben de senin gibi ölecek miyim?" Nihayetinde “Galiba biz, babacığım, birbirimizi hep böyle anlamadan sevdik.”
Korkuyu Beklerken
Korkuyu BeklerkenOğuz Atay · İletişim Yayıncılık · 202226,4bin okunma
··
752 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.