Gönderi

Hükümet tam mânasıyla kozmopolitken ve "Türk" kelimesini aşağı yukarı "Hitit" anlamında kullanırken, yüksek mevki sahipleri arasında yalnız bir tek kişi, merhum Mareşal Fevzi Çakmak, Türk ırkçılığı yapıyordu. Onun zamanında bütün askerî okullara alınan öğrencilerin Türk ırkından olması, nizamnamelerle şart koşulmuştu. Ders yıllarının başında, askerî okulların öğrenci almak için gazetelere verdiği ilânlarda bu ırk şartı herkes tarafından okunurdu. Irka o kadar ehemmiyet verilirdi ki Türkiye'nin bazı malûm bölgeleri halkından olan çocuklar askerî okula asla alınmazdı. Hattâ okula girmesinden uzun bir zaman sonra, annesi Ermeni dönmesi olduğu için çıkarılan bir çocuk, Yüce Ülkü Lisesi'nde benim talebem olmuştu. Hiç şüphesiz Balkan, Birinci Cihan ve İstiklâl savaşlarının verdiği acı dersleri unutamayan Mareşal Çakmak bu sert, fakat çok yerinde kararı ile vatanın emniyetini saklamak, güç durumlarda başımıza gelmiş olan ihanetlerin de tekrarlanmasını önlemekistiyordu. Onun bu isabetli kararı askerî okullar dışında da yavaş yavaş tatbik olunmağa başlamıştı. Meselâ Zonguldak'taki orta dereceli Maden Mektebi ile Hemşire Okulu da Türk ırkından öğrenci seçmeğe başlamışlardı. Bu sebeple Türkçülerin, Mareşal Fevzi Çakmak'a karşı sevgi ve saygıları vardı. Ordu Türkçü idi. Yani hem ırkçı, hem Turancıydı. Gerçi şatafatlı bir ülkücülük yapılmıyor, fakat fikrî ve manevî hazırlık tamamlanıyordu. Memlekette gözükmeyen, fakat kendisini şiddetle duyuran bir Türkçülük esiyordu. Mazide tarihî hakikat olan şeylerin âtîde de tarihî hakikat olabileceği düşüncesi beyinlere girmiş, gönüllere yerleşmişti. Komünizmin bütün faaliyetine ve tahribatına rağmen Türkçülük öyle bir baskı yapıyordu ki nihayet bu baskının tesiriyle Başbakan Şükrü Saraçoğlu 5 Ağustos 1942 günü, Millet Meclisindeki bir söylevinde aynen şöyle demişti: "Biz Türk'üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve lâakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir." Bu parlak cümlelerde İsmet Paşa'nın bir telkini olacağını umuyorum. Çünkü ırka değer verdiği nispette "vicdan ve kültür" diyerek Türk ırkından olmayanları da bu topluluğa kabul etmek, yani hemen nalına, hem mıhına gitmek ona yaraşırdı. Bundan başka, bu sözleri Saraçoğlu gönlünden ve vicdanından koparak söyleseydi, 1944'te Türkçüler aleyhindeki fırtına koptuğu zaman bir ölü sessizliği ile susmaz, hiç olmazsa sıhhî sebepler dolayısıyla istifa ederdi. Tabiî, vicdanlı bir adam idiyse... Bunu böylece belirttikten sonra Saracoğlu'nun parlak cümlelerindeki bir yanlışı da düzeltmek yerinde olur. Şöyle ki: Kan meselesi veya kültür meselesi olan nesne Türkçülük değil, Türklüktür. Saraçoğlu Türkçe'yi bilseydi, yahut bu söylevini daha önce bana düzelttirseydi, yukarıdaki ibare ya: "Bizim için Türklük bir kan meselesi olduğu kadar ve lâakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir" şeklini alır, yahut da, mutlaka "Türkçülük" kelimesini araya katmak istiyorsa: "Bizim için Türkçülük prensibi bir kan meselesi olduğu kadar ve lâakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir" kılığını alırdı.
·
57 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.