Gönderi

Hiç şüphesiz ki Almanlar ile işbirliği yapan diğer milletler gibi Türkistan asıllılar da ülkelerinin Rus hakimiyetinden kurtulmasını arzuluyorlardı. Lejyonlarda sayıları yüzbinler ile ifade edilen bu insanlar için en kısa değerlendirme bu olsa da, düşman tarafına geçerek kendi ülkesine karşı silah kullanmak en hafif ifade ile o ülkeyi vatandan saymamak anlamındadır. Yaptıkları eylemin adı ise ceza hukuku literatüründe “Vatana İhanet”tir. Bu tarife uygun eylemler sergileyen Türkistan Lejyonları mensuplarının bu yola neden girdiklerini doğru değerlendirebilmek için öncelikle onların Bolşevik Sovyet yönetimindeki yaşam şartlarının iyi bilinmesi gereklidir. Baskı, zulüm, horlama ve her türlü planlı sindirme politikalarının altında tarifi imkansız bir yaşam süren Türkistan Gençliği, hayatı kendilerine zindan edenlerin en zayıf anında onlara silah çekmişlerdir. “Türkistan Lejyonları” ile ilgili dönemde, bu kalkışma planlı ve toplumsal bir hareket olarak ortaya çıkmamışsa da, Türkistanlıların milletçe yaşadıklarının Sovyetler Coğrafyası’nın her köşesindeki benzerliği, onların “Kızılordu’dan firar ederek Nazi Almanyası’na sığınanlar” şeklinde görülmelerine yol açmıştır. Kendi aralarında rekabet, çekişme ve tartışmalar olsa da Veli Kayyum Han’ın mahir yönetim anlayışı, Almanya’daki Türkistanlıları ortak kimlik, dil, edebiyat, tarih, kültür ve ülkü bağlamında savaş sonuna kadar bir arada tutmada önemli rol oynamıştır. Türkistan Türkleri’nin İkinci Dünya Savaşı yıllarında Almanya içindeki faaliyetlerine genel anlamda bakıldığında, ciddi anlamda “Türkistan Birliği İdealizmi” ayakta tutulmaya çalışılmıştır. Almanya tarafına geçerek kendi ülkelerine silah çeken Türkistanlıların, kendilerini bu ülkenin asıl unsuru olarak görmedikleri kesindir. Kısa zamanda önemli fikri değişim yaşayan lejyon mensuplarını bu yola iten öncelikle mevcut şartların ağırlığıdır. Alman tarafına geçen Türkistanlı askerler öncelikle kendilerinin hiçbir zaman yenemeyecekleri çok iyi donatılmış düşmanın üzerine bilinçli olarak ölüme gönderildikleri inancındadırlar. Sovyet komutanların en tehlikeli görevleri en eğitimsiz grup olan Türk asılılara verdiğine inanan lejyon mensupları, Kızılordu içerisindeki konumlarının benliklerinde meydana getirdiği ezikliğine karşı Almanya’ya teslim olarak cevap vermişlerdir. Almanya’ya sığınan askerler öncelikle sadece hayatta kalabilmeyi tercih edenlerdir. Almanya tarafına geçtikten sonraki gelişmeler kendilerinde hayal kırıklığı doğursa da, en azından yeni hayatlarında ayakta kalmak, gıda ihtiyacını karşılayabilmek ve kampların olumsuz hayat şartlarından kurtuldukları için buruk bir mutluluk yaşamışlardır. Birçok askerin ne bilinçli bir komünist, ne de bu fikrin karşıtı olmadıkları bir dönemde mevcut rejimin Türk asıllıları dışlayarak yok sayması, onları Alman Orduları’nın önüne kolayca atışından da açıkça anlaşılmaktadır. Kızılordu’da milyonlarca Rus asıllı askerin hizmetçisi konumunda sadece söyleneni yapan, eline silah verilmeyen ve askeri eğitimden habersiz Türkistan asıllıların savaşın en orta yerine atılması, Rus komutanların onlara verdiği değeri göstermektedir. Alman tarafına geçip, bir şekilde lejyonlara girmeyi başarabilenlerin kendi üniformaları, temiz kıyafetleri ve vatan kavramı etrafında şekillenen fikir dünyaları onlara öncelikle insan olarak bir şeyleri başarabildikleri hissini vermiştir. Kızılordu’da hiçbir zaman elde edemeyecekleri bu basit ayrıntılar bile lejyon mensuplarının Alman saflarına geçişindeki basit gibi görünen önemli bir insani ayrıntıdır. Lejyonlarda görev alanlara Nazi Almanyası eğitim karargahlarında anti komünist bilinçlenme konusunda dersler verilmesi fikri bazda önemli bir ideolojik formasyona sahip olmadıklarının işaretidir. Alman Komutanlar Milli Türkistan Birlik Komitesi ile birlikte savaş esirlerine öncelikle milliyetçilik ve vatan sevgisi çizgisinde bilinçlendirmeye çalışmışlardır. Lejyon mensuplarında hissedilir bazda ne bir Sovyet karşıtlığı, ne de bir Nazi hayranlığı göze çarpmaktadır. Alman tarafına geçerken tek düşündükleri hayatta kalmak için teslim olmak, daha sonra bir şekilde kendilerini lejyon gruplarına attıkları ortaya çıkmaktadır. Kızılordu askeri oldukları dönemde yaşadıkları ve Almanlara esir düştükleri dönemde karşılaştıkları şartlar Türkistan Lejyonları’nda görev alanların savaşan diğer askerlerden çok daha ağır bir travma ile karşı karşıya olduklarını göstermektedir. Almanya’nın yenilgisinin ağırlığını Almanlardan daha fazla Türkistan Lejyonları’ndaki askerlerin hissetmesi de onların uzunca bir dönem yaşadığı olumsuzlukları ortaya koyması bakımından önemlidir. Yaşamak için ilk etapta teslim olmayı seçen Türkistan asıllılar kadar dikkati çeken bir başka husus da, Kızılordu komutanlarının bu kadar büyük bir saf değiştirmeyi neden fark edemedikleridir. Türkistanlılar da diğer askerler gibi Alman Orduları’na karşı cepheye gönderilmişlerdir. Silah, bilgi, eğitim ve tecrübe açısından Almanlardan geri olduklarını bu insanlar ancak cepheye geldiklerinde anlayacaklardır. Bunun farkında olmadan çatışmalara girenler hayatlarını, bilgisizliklerine daha en başta kurban etmişlerdir. Savaş esiri olanlar ise Almanlara teslim olmakla en doğru yolu seçtiklerine inanacaklardır. Türkistanlı gençlerde cepheye gelmeden önce Almanlara hemen teslim olma konusunda genel anlamda bir fikrin mevcut olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak bu askerler kendi cephelerinden geri kaçtıklarında başlarına gelecek olanın çok iyi farkındadırlar. Geri çekilip Kızılordu kurşunlarına hedef olmaktansa Nazi Almanyası’nın vicdanına sığınmak Türkistanlı askerlerin önündeki en sağlıklı seçenektir.
·
59 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.