Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

KAFKASLILAR DERNEĞİ ÇEÇEN CUMHURİYETİ'NİN SİYASAL DEVLET YAPISI SORUNU ÜZERİNE Bu makale, Çeçen Cumhurbaşkanı DUDAYEV tarafından, Çeçen kamuoyunda Çeçen Cumhuriyeti'nin yönetimi ve devlet yapısına ilişkin sert tartışmaların yapıldığı dönemde yazılmıştır. (Tercüme: Prof. Dr. Ö. Aydın SÜER, GROZNİ, 1993) Tanrı bana, Vaynah’ların çilekeş topraklarında günümüz gerçeklerinden kaynaklanan bazı düşünceleri okuyucuların yargısına sunmayı nasip etti. Bu makalenin yazılış nedeni, çoktan olgunlaşmış temel sorunlarımıza ilişkin acil, çok yönlü, ayrıntılı ve ciddi bir konuşmanın gerekliliğine olan içten inancımdır. İşte Çeçen Cumhuriyetinin bağımsızlığını ilan etmesinin üzerinden neredeyse bir buçuk yıl geçti. Çeçen halkı için daha birkaç yıl önce, gerçekleşmesi olanaksız yüzyıllık bir hayal gibi gözüken şey, bugün her şeye rağmen objektif bir gerçeğe dönüşmüştür. Biz yalnızca imparatorluk diktasından kurtulmakla kalmadık; "dünya uygarlığı” olarak adlandırdığımız gelişmiş kapitalist ülkeler tarzında yeni bir toplumsal formasyonun oluşturulması sorununu da ortaya koyduk. Kuşkusuz daha önceleri birçok kişi, olumsuz kişileri ortadan kaldırmanın, bir şeyleri kırıp dökmenin ya da söküp çıkartmanın, bazı şeyleri reddetmenin daha kolay ve yeterli olacağını sanıyor, geri kalan her şeyin yolunda gideceğine, hiçbir sorunun bizim için önemli olmayacağına inanıyordu. Ayrıca pratik olarak, neyi kırmak istediğimiz konusunda da hiçbir kuşkumuz yoktu. Şuna şimdi de var gücümüzle inanıyoruz ki, yalnızca uygar demokratik ülkelerin dış karakteristiklerini benimsemek, yani Parlamento, Cumhurbaşkanı ve Anayasa Mahkemesi seçerek “hükümet birimlerinin” oluşumunu gerçekleştirmek ve bu kurumlara halkın en iyi temsilcilerini delege olarak atamak bizim için yeterli olacak ve tüm sorunlar kendiliğinden çözümlenecektir. Ama, öyle görünüyor ki, gelecek, her zaman beklenmedik değişimleri de beraberinde getiriyor. “Devrim” coşkusu yavaş yavaş geçiyor, alışılmadık ve kulağı tırmalayan laflar gündelik ve alışılmış hale geliyor ve yaşamın tekdüze günleri karşımıza sürekli yeni ve her seferinde daha karmaşık sorunlar getiriyor. Ve zamanla biz de daha sağduyulu oluyoruz. Çok yakın geçmişteki “başlangıcımıza” geriye dönerek bir göz atmamız dahi, eksik ve hatalarımızı ortaya koyarak birçok şeyi yeniden düşünmemize imkan vermektedir. Buna, toplumumuz için temel olan ekonomik karakterdeki bazı çözümlenmemiş önemli problemlerin kimi yurttaşlarımızda tatminsizlik duygusu, karamsarlık ve nihilist bir ruh hali yaratmasını da ekleyiniz. Bunlar, bazen yenilgi duygusuyla, bazen de saldırgan bir biçimde kabullenilmemesine de dönüşebilmektedir. Ama inanınız ki, bunda ne trajik ne de paniğe kapılacak bir şey yoktur. Karmaşık reformcu yapılanmalarının doğal seyir diyalektiği böyledir. İnsanların iki kez, önce “satın alırken”, daha sonra da “satarken” sevinç duydukları söylenir. Biz artık birincisini doya doya yaşadık. İkincisine ise anlaşılan çok yaklaştık. Elde ettiğimizin hala işimize yarayacak olan kısmını revizyondan geçirmemiz ve kalan kısmını tarihin çöplüğüne atmamız oldukça güç oldu. Ama siyasal bilgilenmede bir patlamanın ve toplumun politizasyonu için maksimum koşulların oluştuğu günümüzde, çevremizde olagelen yoğun olayları objektif biçimde kavramak ve onları tek anlamlı bir biçimde değerlendirmek son derece güçtür. Çeçenistan'ın “elit siyasi kesimi”nin bile bunlara hazır olmadığı anlaşılmıştır. Bu kesimin “dağarcığında” etkili bir metodik donanımın bulunmayışı, bizi yanlış bir çıkmaza sokmakla kalmamış, bunalımdan yeterince çabuk bir biçimde sıyrılabilmemizi de engellemiştir. Bugün, Çeçen devletinin kuruluş sürecinde kötü bir biçimde ortaya çıkan ve şöyle tanımlayabileceğimiz birkaç temel yanılgı ve miti sayabiliriz: 1) Çeçen Cumhuriyeti'nin hukuksal devlet statüsünün belirsizliği; 2) “makamların paylaşımı”na ilişkin yanlış varsayımlar; 3) “iyi yöneticilere" ilişkin yanlış mit (efsane); 4) ekonomik gelişimde model seçimi. Değişik biçimlerde değerlendirilen toplumsal-siyasal ve sosyo-ekonomik formasyonlarla bağlantılı olan ve ileriye gidişimizi güçleştiren en acımasız kavga ve tartışmalar, günümüzde Çeçen Cumhuriyeti'nin bir parçası olmuştur. Bugün devletimizin tüm olası rahatsızlıklarını belirleme ve tanımlama girişimlerimizde olduğu gibi, “otoritelerin tahminlerini” ve “alternatif reçeteleri” dikkate almama konusunda da yetersiz değiliz. İşte bu nedenle, Vaynah halkının tarihsel gelişiminin çağdaş aşaması çerçevesinde oluşan sorgulayıcı süreçlerin mantıksal ve saptırılmamış bir biçimde yorumu son derece güncellik kazanmaktadır. Benim görüşüme göre, bağımsız Çeçen devletinin kuruluş problemlerinin derin bir biçimde kavranmasına ilişkin böylesine tomografik bir tabloyu, bir yandan Rus imparatorluğunun dönüşüm sürecinin anatomisi, diğer yandan da insan toplumunun evrimsel gelişim yasalarının etkinliği ile açıklayabiliriz. Çağdaş tarih, batılı bilimsel standartlara göre iki tip devlet yapısı tanır: otoriter ve kolektif yapı. Birincisinden genellikle kişinin (lider, önder) yönettiği mutlakıyet anlaşılmaktadır. İkincisinden de ülkeyi toplumun ÇEŞİTLİ GÜÇLERİNİN TEMSİLCİLERİnin yönetmesi anlaşılır. Toplum yapısının her iki biçimi de, çok açık biçimde, aşağıda belirtilen çeşitlemelere, yani devlet kapitalizmine ya da özel kapitalizme sahip olabilir. Yani dört ana şekil mevcuttur: 1) otoriter devlet kapitalizmi; 2) kollektif özel kapitalizm; 3) otoriter özel kapitalizm; 4) kollektif devlet kapitalizmi. İlk olarak, belirtmek gerekir ki, nadir olarak uygulanan devlet türlerini, yani totaliterizmi, diktatörlüğü, demokrasiyi v.b. uygulamak, son derece temkinli olmayı gerektirir. Çünkü şu incelediğimiz sorunun içinde bunlar, aşağıda açıklanacağı üzere, devlet yapısının ne özünü, ne de içeriğini yansıtırlar. Ve ikinci olarak da, verilen sınıflama ilk aşamada gerçeği tam olarak yansıtmıyorsa da siyasal terminolojinin kayalıkları arasında basit ve güvenilir bir kılavuz kartı gibi gözükmektedir. Bilindiği gibi, “Gorbaçov öncesi dönemin” eski Sovyetler Birliği, otoriter devlet kapitalizminin klasik örneklerinden birisini oluşturuyordu. Onda icraatçı disiplin ve her şeyi piramit biçiminde kapsayan ve saran yönetimin tüm özellikleri bulunmaktaydı. Bu, ulusal ekonomiye dayanan ülkede kabul edilen merkezileştirilmiş yönetim şeması için gerekli ve yeterliydi. Amerika Birleşik Devletlerinin kollektif özel kapitalizmi, bu sisteme zıt ve antagonist devlet sistemi olarak karşımıza çıkar. Bunun yanı sıra, özel kapitalist sistemin belirgin özelliği, başlangıçtan beri onda bulunan ve ona özgü olan kendi kendini düzenleme olanağıdır. Bu, toplumun üst düzeyde etkinliği ve ekonomik açıdan amaca uygunluğu üzerine kurulmuştur ve devlet yapısını mikrodan makroya ters yönde delip geçer. Bu sistemlerde farklılıkların benzerliklerden fazla olduğu olay, birinci durumda ülkenin SAHİBİ rolünü belli bir kişinin (genel sekreter, cumhurbaşkanı, başkan), ikincisinde ise MALİ OLİGARŞİnin üstlenmesidir. Özellikle birçoklarının yanılgıya düştükleri gibi, açıkça ifade edilmese de, kapitalist dünyada “durumun gerçek hakimi” başkan, senato veya kongre değil mali oligarşidir. Başkanlar gelirler ve giderler ama mali oligarşi hep kalır. Bunu bilmek ve her zaman hatırlamak yararlı olacaktır. Günümüzde çok moda olan kapitalist sistemde, parlamento ve cumhurbaşkanlığına bağlı kurumlar, birçok olayda kanıtlandığı üzere, mali kodamanların askeri sanayi beylerinin, krallık sülalelerinin ve hatta bazen de mafyanın oluşturduğu “güçlüler dünyasının" yarı resmi bir cephesini oluşturmaktadır. Onlar istemediği takdirde, parlamentonun çıkardığı hiçbir ideal yasa ya da başkanın emri yaşama uyarlanamaz. Ama eğer bu “yarı resmi” kişi belirlenmiş çerçevelerin dışına çıkar, ya da tabuları ihlal ederse, bu onun için siyasal kariyerin, hatta fiziksel yaşamın sonu demektir. John Kennedy'nin öldürülmesi buna en iyi örnektir. Eğer İtalya olsun, Güney Kore olsun, her hangi bir kapitalist ülkede oligarşinin “sessiz ailesi içinde”, dışarıdan farkedilmeyen, fakat bu ülke için çok önemli olan, hakim çevrelerin çıkar, güç ve dengelerinin yeniden oluşumuna ilişkin bir şeyler olduğuna emin olabilirsiniz. Üçüncü ve az sayıda ülkenin dahil olduğu otoriter özel kapitalizme sahip ülkelere, örneğin Brunei’yi ve bazı “muz krallıklarını” dahil edebiliriz. Doğası gereği değişken bir yapıya sahip olan bu tarz yönetimin özelliği, rejimin sık sık kabilelerce gerçekleştirilen hükümet darbeleriyle değişikliğe uğramasıdır. Ama, uluslararası sermaye, çıkarları gereği, iç dengelerin gücünü taraflardan birisini mali yönden destekleyerek elde eder ve bu ülkeye yerleşirse, o takdirde otoriter kapitalizm için uzun süreli “yaşama imkanı” sağlanır. Dördüncü, sonuncu ve yine değişken olan (tek bir sahibin belirli olmamasından dolayı) bir devlet sistemi daha vardır. Bu sistem, genellikle ya kolektif kapitalizmden otoriter devlet kapitalizmine (1917'de Rusya), ya da bunun tam tersine olan dönüşümde bir geçiş aşamasıdır (Bu günkü “sosyalist kamp” ülkelerinden olduğu gibi). Koşullu olmamakla birlikte, son derece etkili ve net olan bu sınıflamada, Çeçen Cumhuriyeti imparatorluk karşıtı düşüncelerle uzaklaştığı birinci grupta yer almamakta, daha kim bilir ne kadar kaçabileceği ikinci gruba da açıkça dahil olmamaktadır. Aynı biçimde, doğamız gereği, üçüncü “yüksek sınıf”tan da uzağız. O halde bize sonuncusu, yani kolektif devlet kapitalizmi kalıyor! İşte bizim zorunlu iniş yaptığımız ve yaşamak zorunda olduğumuz alan budur. Çeçen devleti için diğer bir yıkıcı unsur da, insanların büyük çoğunluğunun, devlet için sözde halkın yaşamını iyileştirebilecek “iyi bir yönetim ve iyi bir parlamento”nun gerekli ve yeterli olduğu konusundaki fikir birliğidir. Ayrıca bu konuda pratik olarak herkesin yönetici mevkiler için “iyi” adaylar konusunda kendine özgü anlayışı bulunmaktadır. Dışarıdan çok cazip ve tek doğru gibi görünen bu ve benzer yaklaşımların tehlikeli sonuçlar doğurabilme olasılığı, toplumumuzu şaşkınlığa düşüren metodolojik yetersizlikten kaynaklanmaktadır. Ne yazık ki, biz sık sık her şeyi aynı kefeye koyuyor, kavramlar, terimler ve deyimler arasındaki özel farklılıkları belirleyemiyoruz. Özellikle bu nedenden dolayı, çağdaş dış ülkelerde eskimiş olan siyasal dilbilimindeki “iyi, dürüst, adil ve saygın” gibi kavramlar, bizim yeni devlet yapımıza uyarlandığında, yaklaşık olarak bile bu sözcüklerin içeriğine uymamaktadırlar. Zira milyonlarca insan bu terimlere milyonlarca farklı anlam verebilmektedir. Örneğin, her nedense, bir müzisyenin icra ustalığından söz ederken, “yetenekli", “maharetli” gibi tamamen doğal ve karakteristik tanımlamalar kullanılır, ama hiçbir zaman “iyi, saygın” ya da “kristal gibi dürüst” demeyiz. Bu, söylendiği gibi, tamamen başka bir mesele. Niçin siyasette her şey tepetaklak durur ve “iyi genç” bir anda iyi yerlere gelebilir? Herhangi bir uzmanda onun mesleğinin inceliklerine ilişkin yüzeysel bilgiye dayanan konuşmalarını çok kıskanarak dinler. Siyasette, ne kadar tuhaf olursa olsun, dünya böyledir işte, her şey mubahtır. Eğer çok fazla türeyen “eğitimli duygusalların” laf salatalarına ve cazip kandırmacalarına kendimizi kaptırır ve devlet kurma malzemesi olarak şeytan tarafından lütufkarlıkla gizlice önümüze konan soyut kriterlerden yararlanırsak, herhalde yararlı bir şey kuramayız.. Herhangi bir insan birliği, tüm zamanlar boyunca, parçalara ayrılmıştır ve onun parçalanmasının temelinde, insani eğilimlerin, davranış ilkelerinin, potansiyel olanakların ve önemli anların mevcudiyeti yatmaktadır. Onlar, şu ya da bu kriterler uyarınca grup ve kategorilere entegre olarak, toplumdaki reel doğal güçleri ve hareketleri oluşturmaktadırlar. Bununla ilgili olarak, devletin oluşumunda ve gelişiminde, bunu herhangi bir birey için de kabul edebiliriz, dört karakteristik faktörün yattığını ve bunların DÜRTÜCÜ ETKEN, GEREKÇE, KUDRET ve ARAÇLAR olarak adlandırıldıklarını anımsatmak gereksiz sayılmamalı. DÜRTÜCÜ ETKEN le genellikle çıkarlar, istekler ve duygular vb. gibi, onun vektörel tutarını yansıtan nicelik kastedilmektedir. GEREKÇE ise aklı, bilgiyi, deneyimi ve “Know-How” i (İşin nasıl yapılması gerektiğini bilme) entegre eden potansiyel niceliktir. Diğer vektörel nicelik, kendisinde hakimiyet ve gücü birleştiren KUDRETtir. Ve nihayet diğer bir potansiyel nicelik de para, kaynak, fon vb'lerinin oluşturduğu ARAÇLAR dır. “Dürüstlük, saygınlık” ve hatta “yetki” gibi yüzeysel bilgilere dayanan soyut şeylerle değil de, “siyasal tuğla, eriyik, armatür ve beton” olarak beliren bu tür anlayışlarla yapılan başlıca operasyonlar, her zaman, devlette faal olarak çalışan kişiye yardımcı olurlar. Bu kişi, yalnızca herhangi bir toplumsal-siyasal sürecin yeterince objektif ve diyalektik olarak denetlenmiş analitik bir tablosunu almakla kalmayarak, siyasal açıdan bağışlanmaz ve düzeltilmez hatalar yapmasını engelleyen temele de sahip olur. Yıkma ve söküp çıkartma için kullanılan aletler, kural olarak inşa etme-yaratma çalışmalarında işe yaramazlar. Bu nedenle, “sağduyu, kardeşlik, anlayış, birlik ve uzlaşma” çağrıları yararsızdır. Yalnızca halkın dürtücü etkenini, uzmanların gerekçeleri aracılığıyla, araçları kullanarak tatmin eden kişi devletin kudretini arttırabilir. Birçokları şimdi de uygar, demokratik ülkelerin dış görünümünü almanın, yani Parlamento, Cumhurbaşkanı ve Anayasa Mahkemesi seçmenin oraya halkın “en iyi” temsilcilerinin seçilmesinin tüm problemlerin çözümü için yeterli olacağına inanıyor. Bu çok büyük bir yanılgı ve bugün yalnızca Çeçen Cumhuriyeti'nin değil, Rusya’nın da içinde bulunduğu kolektif devlet kapitalizmi koşullarında bu kurumlar malum “Hoddabiç telefonu”ndan başka bir şey değildir. Tüm dış görünüm parametreleriyle benzerdirler, ama içleri tamamen boş, cihaza işlerlik kazandıracak elektro-mekanik unsurlardan yoksundurlar. Biz düşünüyoruz, yani “telefon ediyoruz” ve yönettiğimizi sanıyoruz, halk ise evrimsel gelişmenin objektif yaslarının etkisi altnda yaşıyor. Parlementolar, senatolar, koeler kural olarak, sahibin elinde açık ya da gizli hakimiyetin sembolü olarak ortaya çıkarlar ve en iyi olasılıkla, sahip tarafından oluşturulan yasaların çıkarılması ya da bunlara onun isteklerine uygun yasal bir biçim verilmesi için laboratuvar pratiği yaparlar. Cumhurbaşkanlığı, Kabine ve Bakanlar Kurulu gibi icra hakimiyetinin diğer olası organlarından söz edecek olursak; kural olarak, bu kurumlar isteklerin gerçekleştirilmesi fonksiyonunu yerine getirirler. Her türlü devlet yönetimi biçimi için, sahibin ve halkın karlarının az ya da çok vektörler yönünde birbirinden ayrılması karakteristiktir. Yalnızca otoriter devlet kapitalizminde halkın yönüne doğru olan değişim, sahip açısından özelikle kudret faktörünün güç kısmı lehine, kollektif özel kapitalizmde ise araçlar faktörünü oluşturan şeylerden ağırlıklı olarak yararlanma yoluyla gerçekleşir. Ne yazık ki, bu her halde eski SSCB vatandaşları için karakteristiktir. Biz henüz bu icra gücünün noltaljik hayalinin büyük ölçüde esiriyiz. Bu güç yıllarca, bariz bir biçimde, totaliter sistemin denetimiyle oluşmuştu ve bünyesinde, başka fikirlerin ezilmesi için ispiyonculuk yapan organlardan “beyinlerin ideolojik olarak düzeltilmesini” amaçlayan enstitülere, kamçıdan ballı bisküviye varıncaya dek gerekli olan gereçlerin geniş bir tayfını barındırıyordu. En sert batılı “Sovyet karşıtları” bile, totaliterizmde büyük bir icra gücünün, disiplin ve düzenin varlığını kabul ediyorlardı. Tabii ki buna, dürtücü etkenin otoriter kapitalizmdeki en kötü parçaları olan korku, endişe, güçsüzlük ve çaresizlik duygusu vb. de yardımcı oluyordu. Kuşkusuz tüm bunların sonucunda vardığımız diğer sorun ise...Şu malum iktidarın tümüyle başkalarının eline geçtiğini varsayalim: Bu, Parlemento veya Cumhurbaşkanı ya da başka birisi olsun. Bizi, her açıdan ideal olan X Cumhurbaşkanı'nın, çok kişiden oluşan Y parlementosunun ya da adı bilinmeyen Z adlı kişinin yönettiğini varsayalım. Gerçekte bu ne anlama gelir? Bu, tüm ulusal zenginliklerin, tüm kaynakların ve tüm ekonomik potansiyelini X,Y ya da Z'nin tekeline geçmesi anlamına gelir. Yani onlar gerçekte kendilerine ait olmayan bir şeyi paylaşacak ve yönetecekleri gerçek sahip olan halk ise görünürde haklara sahip olacak! Hükümetin yönetici kademesinin, tüm bakanlık kadroları da dahil olmak üzere, halk nüfusunun onda birini oluşturabileceği kuşkuludur. Fakat herhangi bir yöneticinin, yani özel teşebbüsçü olmayan mal ortağının davranış psikolojisi ve programlanmış ruh yapısı, özellikle halkın yoksul kesiminin yaşam düzeyinin düştüğü, ekonomik üretimin azaldığı koşullarda, içgüdüsel olarak ele geçirdiği mevkiyi, yaptıklarını haklı göstererek, objektif ve sübjektif planın güçlüklerini bahane ederek ve keza sözde aşılmaz sorunlar yaratan yasal ve yasadışı objeleri eleştirerek elde tutmaya yöneliktir. N. Rijkov, V. Pavlov ya da T. Gaydar'ı anımsayınız. V. Çernomırdin’i de mutlaka bunlar bekliyor. Tabii ki bu, insanın doğasında kaçınılmaz bir biçimde bulunmaktadır ve “ülkenin nasıl daha iyi yönetileceğini ve halk için neyin gerekli olduğunu bilen” hoşnut olmayan ve incinmiş kişiler, mutlaka aşağılayıcı eleştirilerle başlayarak, “adaletin yeniden oluşturulması” için daha ciddi ve aktif davranışlara girişebilirler. Yönetici üst kesim için uygun davranış nedir? Somunu sıkıştırmak mı (sert önlemler almak mı?) Ama bu, daha yeni kurtuldukları ve henüz nefes almaya bile zaman bulamadıkları totaliterizme yol açar. Kadroları yenilemek mi? Bu durumda da gerçekte hiçbir şey değişmeyecektir. O halde sistemin kendisi değişmelidir! Ama biz onu, sözde “tek parti yapısını” ekleme yaparak modernize edilmiş, “asker başlıkları tarafından paylaşılmış “bir duruma getirdik. Ancak burada da başka bir çıkmaza girdik. Başlangıçta tek bir “antiemperyalist füze” de uçuşa geçmişken, sonuçta kendimizi “kuğu, istakoz ve turna balığı” öyküsünde olduğu gibi alansal olarak dürtücü etken ve kudretin farklı yönlerinde, gerekçe ve araçların farklı bagajlarında bulduk. Evet, bazen hakimiyet bölünebilir. Ve onun rütbeye göre yükselişi yatay olduğu gibi, dikey yönde de olabilir. Fakat devlet yapısında bu, daima aşağıdan yukarıya doğru güçlenerek piramit biçiminde bir farklılaşma gösterir. Ama bir ülkede iki ya da üç piramit mevcutsa, bu otoriter hakimiyetin rekabeti demektir. Böylesine çelişkili koşullarda, sağduyulu bir barış ya da barışçı bir biçimde bölüştürülmesi, yani bir anda birkaç sahibin ortaya çıkarılması için yapılan yapay girişimler, objektif olarak aile içi çekişmelere mahkumiyet demektir ve bu durum, yalnızca tek sahibin bulunduğu durumlarda gerçekleşebilen oynak dengenin stabil duruma yerini bırakmasına, ayrı ayrı piramitlerin tek bir piramite dönüşmesine kadar sürer. Birçokları, “paylaşılmış hakimiyet” uyuşmazlığında kişilik unsurunu yanlış anlıyorlar. O zaman, örneğin, bizim Çeçen Cumhuriyeti Parlemento Başkanıyla yer değiştirdiğimizi düşünün. Bu durumda da, daha erken olmasa altı ay sonra işin içine girerek ve “başka bir posta” bürünerek, her birimiz kendi gözümüzdeki merteği görmeden başkalarının gözündeki kıymığı görerek kendi konumumuzu savunacağız. Ve bundan da şaşırtıcı ya da trajik bir şey yok; bu yalnızca belli bir insan grubunun ya da kategorinin, toplumun bir kesiminin çıkarlarını gözetme konusundaki doğal özelliğidir. Aynı başkalaşım, eminim ki B.Yeltsin ile R. Hasbulatov'un yer değiştirmeleri durumunda da olabilirdi. O halde kollektif özel kapitalist kamptaki istikrarın nedeni nedir? Acaba onların “kollektif ekonomisinde” her şey yolunda gidiyor ve Tanrı bereket mi yağdırıyor? Hiç de değil. Burada da çıkarlar ve nedenler çok farklı olabiliyor ve çeşitli fırtına ve anlaşmazlıklar çıkabiliyor. Fakat “özel mülkiyet düşüncesi” nin yönettiği yerde, iş dünyasının ortak dili, değişmez bir bicinde karşılıklı olarak kabul edilen kararlar üretiyor ve bunlar “onların” idari yapısını aşarak her zaman uygulanıyor. Zira bu kararlar ekonomik açıdan amaca uygunluğun ve Özel Kapitalizmin devlet Garantisinin filtresinde rafine edilmiştir. Orada, yüzyıllardır kullanılan ve her tür anlaşmazlığın uygarca tek çözümü olan şeye, yani tartışmayı sürdürmektense onu her iki tarafın çıkarlarına uygun bir biçime getirerek sona erdirme yoluna başvurulmaktadır. Böylelikle sistemin değişiminden söz ederken, biz gerçekte onun yalnızca dış biçimini, görüntüsünü değiştirdik. Sistemin kendisi ise olduğu gibi, yani Devlet Kapitalizmi olarak kaldı. Bunun yaşayabilirliğine ilişkin son hayalleri de yok etmek için haydi şu soruyu inceleyelim: böyle bir rekabet yönetimi, etkin bir biçimde, Pazar ilişkilerine geçiş döneminde yönetim misyonunu yerine getirebilir, yani “ne şiş yansın ne kebap” düşüncesi gerçekleşebilir mi? Eğer bugüne kadar bunu ne M. Gorbaçov ve Sovyet Parlementosu, ne B. Yeltsin ve ne Rusya Federasyonu'nun Üst Konseyi, ne de BDT ülkeleri gerçekleştiremedilerse bunun potansiyel geleceği ne olabilir ki? Daha uzak örneklere de gerek yok. 1989-1991 yıllarında Batılı devletlerin, SSCB devlet liderlerine kredi ve hibe yardımından söz ettiklerinde ve bunun Sovyet basıninda hiç yer almadığı günlerde yapılan tüm görüşmelerde pratik olarak temel koşulları sürekli olarak nasıl çift anlamlı ileri sürdüklerini biliyorsunuz. Bunlar, ülkenin tüm potansiyelini kontrol edebilecek mali oligarşinin (nüfusun %5-10'u) oluşturulması ve bunun özel mülkiyet enstitüsü kurulma ve yabancı yatırımların ve yabancı mülkiyetin korunma garantisiyle gerçekleştirilmesiydi. O zamanlar, ne denli tuhaf görünse de, bunu ilk olarak N. Nazarbayev anlamış ve kısıtlı da olsa silaha sarılmaya çabalamıştı. M. Neden özel mülkiyetin unsurlarını katarak ve girişimciliği yasal hale getirerek otoriter olmayan devlet kapitalizminin tehlikeli etabıni aşmaya muvaffak olamamıştı? Acaba merkez kaç güçler bu denli etkiliydi de, geleceğin “finans asları” hala “kreş kooperatifçiliği” mi oynuyorlardı? Evet, herhalde öyleydi. Ama asıl neden yalnızca bu değildi. Eğer otoriter devlet kapitalizmini, çelik halatların sıkıca tutarak sabit kalmasını sağladığı ünlü Ostanka televizyon kulesi olarak sunacak olursak, eski SSCB'nin siyasal istikrar dayanağı da ona gerekli sağlamlığı sağlayan “esaret” ağlarıydı. Gorbaçov açılır kapanır çelik halatlı köprüyü “Sovyet sisteminin doruklarından” “batı modeli”ne atarken bir çok çelik ipi de şu ya da bu derecede zayıflattı. Bunlar söz, basın, haberleşme, ulusal kimliği ifade, dilekleri belirtme ve hatta girişim özgürlüğüydü. Bunun yanı sıra çok arzulanan ve çok gergin olan özel mülkiyetin iplerini sağlam bıraktı. Ve Batı bazı çelik telleri “demokrasinin çekmecesine” atarken SSCB'nin kulesinin konstrüksiyonu sallandı ve çöktü. Artık dayanaklar da fayda etmedi ve bunlar havada asılı kalarak bizi un ufak biçimde kollektif devlet kapitalizminin bataklığına sapladılar. Gorbaçov’un esas ve acı hatası, gergin olan “kemanın boynundaki” telleri gevşetmesindeki süreklilikti. “Komünist Çin” buna açık bir örnek oluşturmaktadır. Orada tam tersini yaptılar ve anlaşılan "ekonomik reform gitarını” fena da çalmıyorlar. Rusya Federasyonu'nun akıbeti şimdi ne olacak? “Yeltsin’in neferleri” Sovyetler için korkutucu olan “mayınlanmış araziyi” ya da görünmeyen patlamaları aşmayı başaracaklar mı? Belki de korkmuş olan “Hasbulatov Parlementosu” her şeyi geriye, alışılmış çerçevesine çekmeyi başarabilecek mi? Ve tüm bunlar bizim Çeçenistan'da nasıl ses getirecek? şimdi, minderde birbirlerine kenetlenmiş, son zafer kündesini atmak için bekleyen iki yorgun güreşçi gibiyiz. Ülke için sabit olmayan dengede durmak güçtür. Ama kabul edilmeyen Parlemento Realitesi, er ya da geç yasallaşma eğilimindedir. Sorun yalnızca zaman, sebat ve aynı zamanda da bunun için sarf edilen çaba sorunudur. Bilim adamlarının yeni ve beklenmedik bir hastalığının ilacının reçetesi için uzun süre yol almaları gibi, bizim devlet yönetiminin akılcı ve etkili bir biçimde kurulması ve işlemesi için seçtiğimiz yol da anlaşılan uzun olacaktır. Ama hasta daima en kısa sürede iyileşmeyi ister. Ben kendimizi, kuşkusuz ulusal farklı özellikler gösteren kollektif özel kapitalizmin içinde görüyorum, ama eminim ki Çeçen Devleti'nin artık yalnızca bir tarihi değil, “muz devletleri” gibi olmayan bir geleceği var. Yalnızca “iyi yürekli Sermaye-Cini” ni serbest birakmak gerekiyor. Bunu biz değil, mutlaka başkaları yapacak. Sonuç olarak bir şeyi daha hatırlatmak isterim. Unutmayınız ki gerçek, sayısız “gerçek” parçacıklarının oluşturduğu uçsuz bucaksız mozaik bir panodur. Gerçek bir tanedir ve görünmeyen derinliklerini kavramak sıradan bir kişinin harcı değildir ve onu tümüyle yalnızca Tanrı bilebilir. Bizim ise onun yalnızca bazı parçalarını algılayabilmemize izin verilir. Her bireyin kendi “gerçek” anlayışı vardır ve o bundan özel olarak kendi gerçek tablosunun bir parçasını oluşturur. Bu, gerçeğin bir bölümünü gerçekçi olarak ne denli yansıtır, hangi parçadan oluşmuştur ve bu parçalar nasıl olmalıdır? Bu ve buna benzer sorular henüz bizim toplumumuzda tanımlanamamıştır. Ama kollektif Vaynah olanaklarına, gerekli olan gerçek tablosunu yaratma yeteneğine sahip Çeçen dürtücü etkenine ve gerekçesine inanıyorum. Bu tabloyu oluşturan parçalar ne denli küçük ve sayıca az olurlarsa olsun; çünkü onların her birinin ardında değerli yazgısıyla bizim insanımız bulunmaktadır. Aniden bütün gözler topluluktan başka bir tarafa çevriliyor. Siyah elbiseli, fötr şapkalı kısa boylu bir adam etrafındaki silahlı korumalarıyla kalabalığı yararak yaklaşıyor ve konuşmaya başlıyor. Moskova'dan gelecek yeni bir tehlikeden bahsediyor, “Her türlü provokasyona karşı sımsıkı ayakta durmalıyız” diyor, eski Sovyet hava kuvvetleri generali ve 1991 Ekim'inde rakipsiz başkan seçilen Cahar Dudayev. Bu heyecan verici konuşmasını yaptıktan sonra eski Komunist Parti binasındaki ofisine dönüyor. Bu esnada yandaşlarından oluşan kalabalık etrafını sarıyor ve etten bir duvar gibi onu solmuş gül ağaçlarının arasından geçene kadar takip ediyor. “Tüm dünyaya söyleyin, biz bağımsız olana kadar savaşacağız” diye bağırıyor bir delikanlı, “Dudayev için ölmeye hazırız. Ruslar çok uzun zamandır bizi ayakları altına almış çiğniyor." Moskova'da, Dudayev'i tanımlayan hiçbir sıfat iğrenç değil! (Dudayev 1991 yılında Bağımsız Çeçen Cumhuriyeti'ni kurmak için Estonya'daki Sovyet stratejik bombalama kuvvetleri komutanlığından ayrılmıştı.) Moskova, Dudayev'in rejimini kabul etmiyor; düşmanları Dudayev'i Hitler'le karşılaştırıyor ve onu etnik karışıklık çıkarmak ve terörü körüklemekle suçluyor. Buna karşılık Çeçenler, Dudayev'i Ruslara karşı yüzyıllardır verilen mücadelenin son lideri olarak görüyorlar. Dudayev ise tarihi perspektifi fazla önemsememekle birlikte, başkanlık koltuğunun arkasına büyük boyutlarla bir Şeyh Mansur portresini asmaktan da geri kalmamış. Çeçenlerin meydan okuyuşu Moskova'nın başına kolonisel bir dert açtı. 1991 Ekim seçimlerinden iki hafta sonra, Başkan Yeltsin yeni rejimin kanun dışı olduğunu ve bölgede sıkı yönetim ilan edildiğini duyurdu. Fakat Moskova geri adım atmak zorunda kaldı. Çünkü Dudayev'in komutasındaki Çeçenler Rus ordusunu askeri anlamda perişan etmişti. Kremlin ise geçen yıl yapılan başarısız darbe girişiminden sonra işleri yoluna koyacak bir idarecinin varlığından şüphe duyuyordu. Çeçen lider düzenli olarak Rus ordusunun Çeçen topraklarını terketmesi için, sıkıştıran ve ezen taktikler uyguluyor, askerlik gö revini tamamlayanların yerine yenilerinin gelmesini engelliyordu. Moskova askeri harekat tehdidinde bulunduğunda, Dudayev ülke deki Rus ordularını bloke etmiş ve onları tahliyeye mecbur bırak mıştı. Dudayev şimdi çekilen askeri birliklerin geride uzun menzilli füzeler bıraktığını iddia ediyor ve “Biz de kendimizi bize karşı kulla nılan her türlü metodla savunma hakkına sahibiz” diyor. Rusya hükümeti özellikle, Dudayev'in, Rusya Federasyonu içe risinde 40'dan fazla etnik gruba ev sahipliği yapan ve her an patla maya hazır bomba konumundaki Kuzey Kafkasya'ya dair sınırsız ideallerinden çekiniyor. Dudayev, Çeçenya'yı kurulacak yeni Kuzey Kafkasya Federasyonunun bel kemiği olarak görüyor. “Kafkasya bağımsız ve birlemiş olmalı” diyor Dudayev, “bu bi zim tek seçeneğimizdir.” Dudayev Ermenistan ve Gürcistan'ı ziyaret ederek bölgedeki çatışmaların ve anlaşmazlıkların çözümünde dip lomatik arabuluculuk yapmalarını teklif etmişti. Ayrıca Dudayev, Gürcistan'a karşı Abhazya'da savaşan Çeçen gönüllülerin de gerçek te, kurulu olan barış kuvvetlerini oluşturduğunu söylemişti. Rus-Çeçen barış görüşmelerinde hiçbir sonuca varılamamıştı. Çeçenler Moskova'nın bağımsızlığı kabul etmesini, Rusya'yla entegrasyonda ön koşul olarak koyuyorlar; belki Rusya Federasyonunun birleşik bir eyaleti olarak. Kremlin ise bölgedeki egemenlik isteklerine olumlu cevap vermemek için baskı altında. Dudayev'e karşı verilecek en küçük tavizin, aynı Gorbaçov zamanında Baltık ülkelerinin bağımsızlık isteklerine karşı uygulanan yanlış politikanın Sovyetleri dağıtması gibi Rusya Federasyonunun dağılmasına neden olacak zincirleme olayları doğurmasından korkuluyor. Bu tutum sürerken, Rus askerleri de komşu İnguşetya'dan, Çeçenya'ya bekçilik yapıyorlar.
837 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.