Gönderi

Sinemamızın en büyük aktörlerinden biri o. “Manav Halil”, “Filinta Osman”, “Zehir Ali”... Yüzlerce sinema filmi ve onlarca tiyatro oyununda rol almış dev aktör İZZET GÜNAY’la buluştuk. Sanat macerasını, Türk sinemasını, “Vesikalı Yarim”i, koleksiyonculuğunu ve pek çok şeyi konuştuk. MANAV HALİL’İ GAYET İYİ ANLIYORUM“SEVGİ DE YETMİYORMUŞ, ÇOK ESKİDEN RASTLAŞACAKTIK.”1950’LER... TİYATRO YILLARI Hayata atıldığınız ilkgençlik günlerinizden bahseder misiniz? Liseden mezun olduktan sonra bir süre teknik ressam olarak çalıştım. İş çıkışlarında ise dans dersleri verdim. Amacım mimar olmaktı. Ancak ekonomik sorunlar nedeniyle aileme destek olmak zorundaydım. Sanat dünyasına tiyatro sahnesinden girdiniz. Tiyatro maceranız nasıl başladı?.. Askerliğin ardından “Ne yapabilirim, ne tür bir işe girmeliyim?” diye düşünürken bir gazete ilanı dikkatimi çekti. Haldun Dormen yönetimindeki Cep Tiyatrosu oyuncu yetiştirme kursları açmıştı. Biraz kararsızdım aslında. Yine de başvuru formunu doldurdum. İstenen 18x24 fotoğrafı da güçlükle denkleştirdiğim parayla çektirip teslim ettim. Aradan bir iki hafta geçti, haber yok. Zaten fotoğrafçıya verdiğim para içime dert olmuş. Atladım Küçük Sahne’ye gittim. Fuayede Haldun’la karşılaştım. "Siz İzzet Günay’sınız değil mi?” diye sordu. Meğer başvurum kabul edilmiş, o da fotoğrafımdan tanımış beni... İşte o gün sanat dünyasına tiyatro sayesinde giriş yaptığım gündü. ZEKİ MÜREN’İN ŞOFÖRÜ Sinemaya nasıl geçtiniz? “Charlie’nin Teyzesi” ve “Karaağaçlar Altında” oyunlarıyla tiyatro oyunculuğum başlamış oldu. Bir süre tiyatroya devam ettim. Derken 1959’da bir gün Osman Seden’den bir haber geldi. Zeki Müren ve Belgin Doruk’un başrolünde olduğu “Kırık Plak” adlı fjlmde Zeki’ye film icabı bir şoför arıyormuş. Günlük yevmiyeyi duyunca “Tamam” dedim. Ve o günden sonra artık sinemaya da giriş yapmıştım. Direkt jön olarak çıkmadınız yani? Elbette hayır. Hatta şöyle söyleyeyim; filme, kendimi görebilmek için defalarca gittim. Ama rolüm o kadar kısaydı ve sahne o denli hızlı akıyordu ki kendimi görebilmek adına yevmiyenin neredeyse hepsi bilet parasına gitti! (Gülüyor.) BAŞARILI VE KÜLTÜRLÜ İNSANLARLA ARKADAŞLIK EDİN Örneğin başrollerini Türkan Şoray ile birlikte paylaştığınız 1964 yapımlı “Anasının Kuzusu” filmi... Bu filmde çok değerli tiyatro ustaları eşlik etti sizlere; Bedia Muvahhit, Mualla Sürer, Vahi Öz gibi... Çevrenizde böyle üstün nitelikli sanatçıların bulunması sizi nasıl etkiledi? Onlarla bir arada olmak, başarının ne olduğunu iyice anlamamı sağladı. Ayfer Feray, Nisa Serezli, Gülriz Sururi, Kamuran Yüce, Lale Belkıs, Erol Keskin, Altan Erbulak... Daha kimler kimler!.. Zaten tiyatroda benden bilgili, deneyimli onca insanla çalışmasaydım bu başarıyı asla elde edemezdim. Çok şey öğrendim onlardan. Şunu özellikle belirtmeliyim, tiyatro geleceğimi belirlemiş, aktör İzzet Günay’ı yaratmıştı. Kaldı ki kişi kendini geliştirmek istiyorsa kendinden daha başarılı, kültürlü insanlarla arkadaşlık etmeli. Şöyle bir dönüp baktığımda diyebilirim ki, o değerli isimler bana sadece oyunculuğu değil, yaşamı da öğretmiş... KÖTÜLER MUTSUZ OLUR 1964 yılında ilk kez düzenlenen Altın Portakal Ulusal Film Yarışması’nda “Ağaçlar Ayakta Ölür” adlı filmle En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazandınız. Başarılı bir jön olarak yola devam ettiniz. Yeşilçam, bugünden bakınca iyi kalpli, çalışkan ve başarılı insanların dünyası gibi görünüyor. Öyle miydi? 120 film yaptım. Tahmin edersiniz ki insanın iyisiyle de kötüsüyle de çalıştım. Gerçi hepimizin iyi bir yönü vardır. Bazen de hatalar yaparız. Ama esasına bakarsan bunlar geçici şeyler. İnsan iyiliğe dönmeyi bilmeli. Kendini, hatasını onarmaya bakmalı. Önemli olan iyi bir insan olarak onurlu, başın dik yaşayabilmek. Bu nedenle kaybetsek de kazansak da vicdanen müsterih olabilmektir mesele. Yoksa kötülük ve ihtirasla başını yastığa rahat koyamazsın. Bence kötüler, kötülük yolunu seçenler hiçbir zaman kazanan değil tam tersine kaybeden olurlar. Mutluluk, iyi insanların payına düşer. JOHN WAYNE KADAR ŞANSLI DEĞİLDİK Değişime birebir şahitlik etmiş biri olarak, Yeşilçam dönemi ile günümüz sinemasını nasıl karşılaştırırsınız? Sonuçta, değişen bir teknoloji var ve fjlmlerin teknik kalitesi git gide artıyor. Ama bu değişime rağmen ben Yeşilçam fjlmlerindeki samimiyeti bulamıyorum. Size de öyle geliyor mu? Gelmez olur mu? Yeşilçam sineması ile günümüz sineması çok büyük farklılıklar var. O dönemler teknik olanaksızlıklar beyazperdeyle aramızdaki en büyük duvar. Tamamlanmış senaryolar ve ucuza mal etmek için kısa süreli çekimler... siz düşünün artık... Senaryo bir fjlm için en önemli şey, senaryo güzel olmadıktan sonra Marlon Brando olsan ne olur? Bizler zayıf işler de yaptık, yapmak zorunda kaldık! Öte yandan Yeşilçam kuşağı, yaptığı işi çok seven, kendini sinemaya adamış, gocunmadan, şikayet etmeden elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmış fedakar bir kuşaktır. Emaneti iyi taşımış, yeni kuşağa iyi bir miras bırakmış değerli insanlardır. Kuşak derken, ne kadarlık bir dönemi kastediyorsunuz? Bir oyuncunun Türk sinemasında esas hayatı on yıldır bana kalırsa. Böyle bir sinema yapısı var. Amerikan sinemasına benzemiyor. Altmışımızda jön oynayamıyoruz, John Wayne gibi. Belki de ondan Türk sineması fazla gelişemedi. Kamerayı öğreniyorsun, oyunculuğun oturuyor fakat iş işten geçiyor. Tam oyuncu olduğu sırada sinemanın dışında kalıyor insan. Yeşilçam böyleydi, jönlere yazılan bir sinemaydı. Jön, jöndam, kötü adam üçlemesi...Bir süre sonra, seks filmlerinin ortaya çıkması üzerine sinemadan uzaklaşıp şarkıcılığa başladınız. Ve 1973’ten 1980’e kadar sahnelerde kaldınız. Behiye Aksoy, Emel Sayın, Neşe Karaböcek’li o dev kadrolar, Lunapark, Maksim Gazinosu, İzmir Fuarı ve sahnede “şarkıcı” İzzet Günay... Bu bir kaçış noktası mıydı? Galiba öyleydi. O fjlmlerin içinde olmaktansa yapabileceğim, yapmaya çalışacağım bir işin içinde olmak çok daha anlamlıydı. Kaldı ki sanatçılar arasında bunu yapmayan yoktu. Pişman mıyım? Asla. Çünkü mahcup olmadığımı, şarkıcılığın da altından kalktığımı düşünüyorum. Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. SEKS FİLMLERİNDEN KAÇIŞ Peki seks filmleri furyası için ne dersiniz? İnanılmaz utanç verici bir dönemdi! Kendimize yakıştıramadık, oynamadık. Ayhan Işık, Fikret Hakan, Ediz Hun, Ekrem Bora ve ben karar aldık; ne Beyoğlu’na gittik ne de sinemaların önünden geçtik. Seks furyasında olanlar deli paralar kazandı fakat biz bonolarımızı dahi ödeyemedik. Ama kararlıydık, sözleşmiştik. Aramızdan birini orada görseydik selamı sabahı kesecektik. Zaten sonrasında da asla pişman olmadık. Halka sevgiyi, saygıyı, aşkı, merhameti ve dahasını filmler, filmlerdeki rollerimiz dolayısıyla sunmaya çalışan bizler bir de o denli kötü örnek olsaydık ne olurdu siz düşünün... Ama bunu lütfen oyunculukta bir sapığı, tecavüzcüyü canlandırmakla karıştırmayın. Zira dramatik yapı içinde, iyi bir hikâyede her türlü rolü oynayabilir bir oyuncu. OYUNCAKSIZ ÇOCUK... Bizlere biraz da koleksiyonerliğinizden bahseder misiniz? Tarihi kitaplar, pullar, paralar, kabartmalı kartpostallar, joker kartları, kumar fişleri ve potin bağlarınızdan... Nedir tüm bunlar? Hâlâ büyümeyen bir çocuğum. Koleksiyonlarım ise çocuk tarafımdır. Hobiler, kişinin oyunlarıdır. Hayatta oyuncaksız bir çocuk olmak çok acıdır. Ne yazık ki ben öyleydim. Çocukluğumda tek bir oyuncağım vardı: Tren. Hep özlemim vardı oyuncaklara şimdilerde o özlemimi koleksiyonlarımla yatıştırmaya çalışıyorum. Geçen günlerde torunuma oyuncak arabalar aldım, o onlarla oynarken ben seyrediyor, çocukluğuma yolculuk edip eksikliklerimi onun sayesinde tatmin ediyorum. “BOŞ ZAMAN” SÖZÜNÜ SEVMEM Tarih kitapları topladığınıza göre en çok okumaktan hoşlandığınız eserler de o tarzdadır diye düşünüyorum. Sahi, ne tür eserler dikkatinizi çeker? Hemen hemen her konu dikkatimi çeker. İlgi alanım geniştir. Araştırıcı bir okuyucuyum. Tarih, bunların başında gelir. Topladıklarınızın tarihini bilmezseniz nasıl ve neyi toplayacaksınız, değil mi ama? O nedenle tarih kitaplarını okumaktan büyük bir haz duyarım. Şiir ve romanı da çok sever, sanat, kültür, arkeoloji ve müzik üzerine yazılan eserlere de bayılırım.Boş zamanlarınızda neler yapıyorsunuz? Oldum olası “boş zaman” sözünü hiç sevmem. Hani bazıları “Boş zamanlarımda kitap okurum” der ya! Yahu, kitap okumak dolu zaman işidir, kıymetlidir. Okuyup, öğrendikçe bu yaşta bile bilmediğimiz neler neler çıkıyor ortaya, şaşırıyorsunuz! O nedenle bana göre boş zaman diye bir şey yok varsa da aktiviteler boş zamanlar için uygun şeyler değil, onlar çok değerli. VESİKALI YARİM MİLADIMDIR 1968 yapımı, senaryosunu Safa Önal’ın, Sait Faik’e ait olan “Menekşeli Vadi” eserinden etkilenerek kaleme aldığı, Ömer Lütfj Akad’ın yönetmenliğini yaptığı fjlm... “Vesikalı Yarim”... En iyi fjlmler listesinde her daim ilk ona giren, Türkan Şoray ile başrollerini paylaştığınız bu fjlm hakkında neler söylemek istersiniz? Eşsiz bir fjlmdir, miladım desem yeridir. Ben içinde olsam da olmasam da gerek senaryosu gerek çekim teknikleriyle harikulade bir eserdir. Siyah-beyaz olgusunu göklere çıkaran bir başyapıttır. Ömer Lütfj Akad’ın en büyük şaheseri kesinlikle “Vesikalı Yarim”dir. Rahmetli Lütfj Akad’ın yeri bende ayrıdır. Nasıl tiyatroda Haldun Dormen en büyük desteğim olmuşsa, sinemada da Ömer Lütfj Akad ile çalışmak önüme yepyeni ufuklar açmıştır... Safa Önal’ın kalemi, Türkan’cığımın (Şoray) oyunculuğu ve çok kıymetli, her daim özlediğim dostum Ayfer’in (Feray) katkısı ile bu fjlm unutulmazlığını şansa bırakmadan yeşertmiştir. Set çalışanlarının emekleri ise baş tacımız... İyi ki sinemamızdan bir “Vesikalı Yarim” geçti ve iyi ki “Manav Halil” rolü bana geldi...“Manav Halil” demişken, gerçekten onun yerinde olmak ister miydiniz? Veyahut olsaydınız siz de en sonunda yasak aşktan vazgeçip ailenizin yanına mı dönerdiniz? Aşk öyle muazzam bir olgu ki... Takdir edersiniz ki, bazen ailenin bazen işinin bazen ise tüm dünya etkenlerinin üzerine çıkabiliyor. İnsanı kör ediyor, elinden kolundan her şeyini alıyor. Ve kişi bunu bilinçli olarak yapmıyor. Aşk perdesi gözlere indi mi her yer tozpembe oluyor. Geçmiş-gelecek unutuluyor. Zehir baldan tatlı geliyor, bağımlılık yapıyor. O nedenle ben Manav Halil’i anlıyorum. Onun yerinde olmak istemesem de ona hak veriyorum. Aman eşim duymasın! (Gülüyor.) TÜRKAN’A ÖYLE BİR TOKAT ATTIM Kİ... Var mı bu fjlmde yaşadığınız, unutamadığınız bir anınız? Aslında birçok var, fakat içimde hep bir üzüntü olarak kalan, utandığım bir anımı paylaşmak isterim. Çekimlerin ortalarına gelmiştik, Kazablanka Gazinosu’ndayız. Rejisör sahne gereği çaktırmadan Türkan’a vurmamı istedi. Ben de kendimi biraz fazla kaptırmışım sanıyorum. Öyle bir tokat attım ki Türkan’ın kendisi bir tarafa, saçı bir tarafa, küpeleri bir tarafa gitmişti. Önce kızdı, sonra affetti... “SEVGİ DE YETMİYORMUŞ, ÇOK ESKİDEN RASTLAŞACAKTIK” Peki ya fjlmde geçen “Sevgi de yetmiyormuş, çok eskiden rastlaşacaktık.” sözünün altın harflerle Türk sinemasına damga vurması? Neydi bu sözün bu kadar tesirli olmasını sağlayan? Söz zaten inanılmaz güzel bir söz; insanı, aşkı, imkansızı, vakti çağrıştıran, ele alan. Çok kısa olsa da, çok uzun, anlamlı şeyler anlatan... Biz de güzel söyledik herhalde, ha? (Gülüyor.)“ MÜHİM OLAN İYİ BİR İNSAN OLARAK KALMAK, BÜYÜK ADAMLAR BİZİM FİLMLERDE KALDILAR...” Son olarak; bugünün gençlerine neler söylemek istersiniz İzzet Bey? Bizlere öğütleriniz, tavsiyeleriniz, ikazlarınız var mı? Asla hayallerinden vazgeçmesinler, kendilerine sınır koymasınlar. Ne demiş Arthur Clarke, “İnsanoğlunun yapacakları, hayal ettikleri ile sınırlıdır.” Bunu asla unutmasınlar ki yarınlara güzeller güzeli hayalleriyle uyansınlar. Pes etmeden, saygı ve sevgi çerçevesinde yaşamayı ihmal etmesinler. Gençliklerinin tadını, yaşamanın zevkini çıkarsınlar. Bir daha bugünlere geri dönemeyecekler. Dil öğrensinler. Okusunlar, çok okusunlar! Büyük adam değil, iyi bir insan olsunlar, öyle de kalsınlar. Çünkü mühim olan iyi bir insan olarak kalmak, büyük adamlar bizim fjlmlerde kaldılar, bugünlere gelemediler... Genç okurlarınızın her birini gözlerinden öpüyor, kucaklıyor ve onlara sonsuz sevgilerimi sunuyorum... YAĞIZ YILMAZ
718 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.