Cebrâil dedi ki; “Neden ağlamaktasın ? Bunca dert ile neden ciğerini dağlamaktasın ?
Diğer arkadaşların yiyip içip gezerken sen inleyip ağlamadasın; söyle bana, içinden geçen ne, canın ne istiyor ?”
Burak cevap verdi: “ Ya Cibrîl-i Emîn! Tam kırk bin yıldır yediğim de içtiğim de yalnızca aşktır benim.
Kulağıma ansızın bir sesin geldiği o zamandan beri aklım başımdan gitti, sağımı solumu bilemez oldum.
 O vakit birileri aşkın yürekler delen sesi ile “Ya Muhammed!” diye çağırışmışlardı.
İşte o günden sonra ne olduğunu bilmedim; bildiğim tek şey, o ismin sahibine duyduğum aşk oldu.
O vakit yüreğimin yağı eridi ve daha kendini görmeden yalnızca adını duymakla ona âşık oldum.
O aşk, cenneti bile başıma dar ediyor, gece gündüz işimi ağlayış ve inleyişle dolduruyor.
Suretâ cennette durmaktayım ama gerçekte hasret cehennemi çekiyorum.
Böyle giderse o sevgilinin vuslatına erememekten dolayı sonunda candan ve serden geçeceğim.”
Cebrâil ona şöyle dedi: “A Burak!.. Allah isteğini sana bağışladı, artık ayrılık çekme!
Her kimde aşkın eseri belirgin şekilde görülürse, bu eser sonunda onu sevgilisine eriştirir.
Gel benimle, seni sevgiline götüreyim de yüreğinin yarasına merhem koyayım.”