Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Eski Muhacirlerin Düşünce ve Tutumları Çarlığın çökmesinden sonra istiklaline kavuşmuş olan Azerbeycan, Türkistan, Başkurdistan, Kırım ve Kafkaslarda millî hükûmetler kurulmuş ve iki sene müddetle Türk yurtları kendi istiklali içinde millî birlik oluşturarak idari düzen ve hattâ millî ordularını kurmuşlardı. Çarlık yıkıldıktan sonra Baltık memleketleri olan Letonya, Litvanya, Estonya, aynı zamanda uzun zamandan beri Avusturya, Almanya ve Rusya'nın işgali altında bulunan Polonya, Besarabya ile Bukovina’da ayrılarak kendi devletlerini kurmuş, Besarabya ile Bukovina ise kendi dillerini konuşan Romanya ile birleşmişti. Bu devletler, İngiliz, Frasız ve Amerikalıların himayesine girmiş olduklarından, Lenin, Çar generallerinin başlattığı iç savaşı kazandıktan ve Çar taraftarlarının memleket dışına attıktan sonra, Çarlık Rusyasından ayrılmış ve müstakil devlet kurmuş olan eski sömürgelerini yeniden işgâl sevdasına düştü. Fakat Baltık memleketleri, Polonya ve Romanya Batılıların himayesine girmiş olduklarından Lenin buralarını yeniden istila edemeyeceğini bildiğinden, yüzünü Doğu'ya, Türkistan ile Kafkasya'ya, Azerbeycan, Gürcistan ve Ermenistan'a doğru çevirdi. Ve çok kısa zaman içinde 1920 senesinde Türk illeriyle birlikte Kafkasyayı, Ermenistan ve Gürcistanı istila etti. İstila sırasında Türk illerinden, Kafkasya ve Azerbeycandan millî hükümetlerinde görev yapmış olanlar memleket dışına kaçtılar. Türkistan, Kırım, Kazan, Başkurdistan Azerbeycan'dan memleket dışına çıkmak mecburiyetinde olanlar Türkiye'ye gelerek yerleştiler. Daha sonra bunlardan büyük bir çoğunluğu Avrupaya giderek Polonya, Baltık devletleri, Almanya ve Fransa'ya yerleştiler ve bu memleketlerin devlet adamlari tarafından himaye edildiler. Hattâ Polonya devlet başkanlığını eline almış olan Pilsudiski kendisiyle birlikte Çarklık idaresine karşı mücadele vermiş olan bu Kafkasyalı ve Azerbaycanlıları özel himayesine aldı. Asker kökenli olanları yeni kurulan Polonya ordusuna alarak onların askerlik bilgilerinden faydalanmasını sağladı. Almanlarla, Rusya'nın, Polonyaya karşı açtıkları savaşta Polonya ordusunda bulunan bu eski Azerbeycanlı Türk subayları da cesaretle savaştılar. Alman esaretine düştüler ve bunlar da Azerbeycan Millî Komitesi, özellikle Fetelibeyli tarafından esaretten kurtardılar. Fakat Azerbeycanlı liderlerden Mehmet Emin Resûlzade ve etrafındaki eski Azerbaycan devlet adamlarından kimse ne Almanların işbirliğine girdiler, nede kurulmuş olan Milli Komiteye herhangi bir tecrübe yardımında bulundular. Bilindiği üzere rahmetli Mehmet Emin bey, İttihat Terakki iktidarın yardımıyla Azerbaycan'ın Türk ordusu tarafından kurtarılması, arkasınca kurulan bağımsız Azerbaycan Cumhuryetinin önce Meclis Başkanı, daha sonrada Devlet başkanı olarak bu makamda iki sene görev yapmıştı. Azerbaycan Cumhuriyetini Avrupa devletlerine tanıtmıştı. Hattâ Azerbaycan'da Türkiye sefiri olan Memduh Şevket Esandal ve diğer hariciye mensuplarından devlet adamlığı, yabancı devletlerle kurulacak ilişkilerin nasıl olacağı hakkında faydalı bilgiler almışlardı. İki sene müstakil Azerbaycan Cumhuriyetinin başkanı olmak olmak, Azerbaycan'ı tanıtmak küçümsenecek bir durum değildi. Hele uzun yıllar Türkiye'de ve Avrupada bulunmak, bulundukları memleketlerde eski devlet başkanı olarak tanıtmak ve takdir görmek Azerbaycan için büyük bir gururdu. Fakat 2. Dünya harbi sırasında Rus ordusuna alınarak, Almanlara iltica eden veya esir düşen biz yüksek münevverlerin Fetelibeyli de dahil hiçbirimizde devlet tecrübesi yoktu. Bizler yüksek tahsilliydik, fakat devlet idaresi nedir, nasıl savunulur ve yabancılarla nasıl konuşulur, yabancılar karşısında vatan menfaati nasıl savunulur bunları bilmiyorduk. Bunu takdir ederek bizim bu eski devlet adamlarımız gelerek bizleri yetiştirmeliydiler. Bizlere öğretmenlik yapmalıydılar. Maalesef bunu hiçbiri yapmadılar. Hatta o kritik yıllarda Polonya'da ve sonrada Avusturya'da bulunan Mehmed Emin Rasulzade, bizzat Fetelibeyli tarafından davet edildi. Geliniz bizim Komite Başkanlığını ben size devredeyim ve eski Devlet başkanımız olarak bizleri Almanların ve diğer devletlerin karşısında temsil ediniz dediği halde rahmetli Resulzade'nin verdiği cevap şu oldu: "- Ben eski devlet başkanı olarak Alman idaresindeki bir komitenin başkanı olarak kendimi küçültemem". Fakat bu hataydı, Hollanda, Belçika, Danimarka, Norveç aynı zamanda Polonya işgal edildiği zaman buralarının kralları, Cumhur Başkanları, Başbakanları İngiltere'ye sığınmış, orada kurdukları komitelerle Almanlar'dan kaçmış olan vatandaşlarını himaye ettirmiş ve vatanlarının da Almanlar'a karşı direnmesini sağlamışlardı. Londra'da yayınlanan Hollanda, Norveç, Polonya ve Danimarka, öylece Fransa işgalinden sonra Fransızca gazeteler radyo yayınları, İngiltere'de kurulan o devletlerin devlet adamları tarafından İngiltere'nin yardımıyla sağlanmıştı. Fakat maalesef bizim güvendiğimiz ve kendi tecrübelerine ihtiyaç duyduğumuz sabık liderlerimizden hiçbirisi bizi yetiştirmek istemediler. Bu çok acı bir durumdu. Fakat Azerbaycan eski devlet adamlarının bu bahanelerine karşılık Gürcüstan'ın, Ermenistan'ın ve Kuzey Kafkasya'nın eski devlet adamları dünyanın her tarafından Berlin'e gelerek kurdurdukları milli komite ile esaretten gelenleri himayeleri altına alarak yetiştirmişlerdi. Daha sonraları Türkiye geldikten sonra konuştuğum eski muhacirlerden bazıları şunu söyledilerdi: – Siz komünist okullarında okumuş yüksek münevver olmuştunuz. Mehmet Emin bey komünistliğe karşı savaşmış bir devlet adamıydı. Bu vasfın sahibi bir zat sizlerle işbirliği yapamazdı". Uzun yıllar memleket içinde Rusluğu ve onun hizmetinde bulunan komünist rejime karşı savaşmış insanlar olarak bu açıklamayla hayal kırıklığına uğradık. Milli duygumuz sebebiyle komünist rejim biz yüksek münevverleri imha kamplarında yok ederken ve onbinlerin üzerinde Azerbaycanlı, Kırımlı, Kazanlı, Türkistanlı münevverler imha edilmişken, hatta milli duyguları sebebiyle Kuzey Kafkasya ve Kırım Türkleri toptan soy kırıma tabi tutulmuşken, bizim eski muhaceret çok ihtimal eski devlet tecrübesi olanlar da bizleri komünist olarak görüyorlardı. Komünist rejimi görmeden, onun yaptığı baskı ve mezalimi yaşamadan ona havadan değer vermek ve o rejimin altında cehennemi yaşadıktan dolayı ondan kurtulmak için gönüllü ordular kurarak Kremlin'e, Rusluğun Türkleri din, dil ve geleneklerinden kolay ayırmak için kullandığı komünistliğe karşı öz vatanlarında direnmiş olan harp içinde üç sene Kızılordu ve Ruslarla savaşarak başka milletlere kolay kolay övgü yapmayan, Alman milletinin, Alman kurmaylarının, hatta Hitlerci siyasilerin bile takdirini kazanmış olan, kurdukları milli komitelerle vatanlarının istiklâlini, Hitler Nazi hükümetine kabul ettiren mücahidlere ve onların önderliğini yapmış olan kişilere öz hemşehrilerinin komünist ithamında bulunması çok acıydı. Fakat hakikat tam aksi bir durumdan ibaretti. 1920'den sonraki muhacirler aslında, makamları, servetleri ellerinden alındığı için memleket dışına kaçmışlardı. Fakat 1941-1945 yılları arasındaki mücahit muhacirler ise komünist cehennemin bütün mezalimini yaşayarak ondan tiksinmiş ve ona karşı mücadele vermiş ve harp içinde de kanını akıtarak o rejimi ve Rus hakimiyetini yıkmak için savaşmış insanlardı. Bunun en açık örneğini daha sonraki yıllarda Rus idaresine düşmeden önce komünistliğe can atan Polonyalı, Macar, Romen, Alman, Baltıklılar ve hatta Bulgarların komünist istilası altına düştükten sonra komünistlikten nasıl tiksindiklerini, ondan kurtulmak için nasıl mücadele verdiklerini ve Kızılordu'nun Macaristan, Polonya, Çekoslavakya'daki komünistlikten kurtulmak için ayaklananları nasıl çiğnediğini, milyonları Sibirya kamplarında yok ettiğinde görmek mümkündü. Evet komünist rejimi görmemişler o rejimin altında yaşamamış olanlar ona karşı sevgi içinde bulundukları halde, Komünizmin baskıları altında yaşamış olanların da ondan kurtulmak istediğini ve bunun için de açık mücadeleye başladıklarını anlamak ve değerlendirmek gerekiyordu. Maalesef bizim eski muhacerettekilerde bu duygu ve takdir yoktu. Yıllar sonra özümüzden olanların bize verdikleri değeri bizzat kendilerinden işitmek, rahmetli Fetelibeyli'nin davetine rağmen yine rahmetli Mehmet Emin Resulzade ile birlikte çevresindekilerin neden bizlerin önderliğimizi almadıklarını anlamış bulunuyordum. İki sene önce Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra bağımsızlığına kavuşmuş olan Türk asıllı cumhuriyetlerin Türklük duygusunun kuvvetliliğinin yanında komünistliğe karşı da nefretlerinin kaynağı, o cehennemi hayatı gördüklerine dayanıyor. Bunun için de harp sonrası muhacerete yanlış değer verenlere şunu söyledimdi: Karabulut sarmadıkça semayı İnsan bilmez güneşteki sefayı. Biz o karabulutları gördük ve Rus ve komünistliğe şuurlu düşman olduk, karşılığını verdim. İtalya'daki Türk mültecilerin açık kamplardan kapalı veya esir kamplarına kapatılmalarının sebepleri Amerikalı ve İngilizlerin Tahran, Yalta ve Potsdam anlaşmalarına sadakat göstererek milyonlarca talihsizi Ruslara teslim ettikten sonra, bu felaket yolculuğundan kurtulmuş olanlar veyahut İtalyan, Avusturya ve Alman ailelerinin himayesi, aynı zamanda bir çok Alman subayının cephe arkadaşlığı sebebiyle gösterdikleri yardım sebebiyle kurtulmuş olanların 1946-1947 yılları arasında Ruslara teslim edilmelerinin sebebi hepsinin Rusya veya Sovyetler Biriğiyle yakından uzaktan herhangi bir ilgilerinin olmadığı, kendilerinin Türkiye'den tahsile veya ticaret için Avrupa'ya geldiklerini söylemiş olmaları, yollar kapandığından memleketlerine dönemedikleri, hava bombardimanları sebebiyle de eşyalarıyla birlikte pasaport ve kimliklerinin de yandığını söylemiş olmalarıydı. Göçmen kamplarında ve esir kamplarında daha öncede yazıldığı gibi Rus casuslarının cirit attığını bildiklerinden de birbirleriyle veya diğer milletlerden olanlarla Rusça konuşmamaları, Amerikalı ve İngiliz kamp idarecilerini söylenenlerin doğru olabileceği ihtimali karşısında bırakmıştı. Bunlarla yapılan soruşturmalarda da hepsi Türkiye'de yakınları bulunduğunu ve akla hayale gelmeyecek şekilde Türkiye içinde adres vermeleri olmuştu. Kamp kumandanları veyahut mülteci kamplarının UNRA teşkilatına bağlı yöneticileri göçmenlerden aldıkları adreslerle Türkiye'nin İtalya ve Almanya'daki konsolosluklarına yazarak, kamplarımızda bulunan vatandaşlarınızın durumuyla ilgilenmenizi ve vatanlarına gönderilmeleri için gereken muamelenin yapılması diye yazılar gönderiyorlardı. Fakat konsolosluklardan gereken olumlu bir cevap alamıyorlardı. Hatta konsolosluklar kamp kumandanlıklarından aldıkları listelerdeki adreslerle Türkiye'ye yazdıkları yazılara bir müddet sonra Türkiye'den gelen cevaplarda bu mültecilerin gösterdikleri adreslerde hiçbir yakınları bulunmadığını, hatta bu şahısların kimse tarafından tanınmadığını, Konsoloslukların mülteci kamp kumandanlıklarına bu şahısların Türkiyeli olmadıklarını, bildirmeleri, mülteci kamplarının idarecilerini başka türlü tedbir almaya zorlamıştı. Öte yandan da Sovyet istihbarat elemanları durmadan kamp idarecilerini sıkıştırıyor, bunlar Rusya'dan kaçanlar ve Almanlarla işbirliği yaparak Sovyetlere ve müttefikleri Amerikalı ve İngilizlere karşı savaşmış hainlerdir, vermelisiniz diyorlardı. Bu olumsuzlukların sebebiyle ve Türkiye'nin Avrupa'daki sefaret ve konsolosluklarındaki zevatın durumu idare edemedikleri sebebiyle 1946 senesinin kışında özellikle İngilizler göçmen kamplarında bulunan felaketzedeleri açık kamplardan kapalı esir kamplarına toplamak mecburiyetinde kalmışlardı. Almanyadakiler, Münih yakınlarındaki kamplara toplandığı gibi İtalya mülteci kamplarındakiler ise, Piza kentindeki esir kampına kapatıldılar. İngiliz ve Amerikalılar bunlar hakkında ne karar vereceklerini bilmiyorlardı. Rusların ısrarı üzerine Piza esir kampında bulunanlar yeniden siyasi bir soruşturmaya tabi tutuldular. Hatta soruşturmayı yürüten heyetin içinde Ruslardan da bulunduğu görülüyordu. Türk asıllı bu talihsizlerin tercümanlığını yapanlar ise yine Ermeni asıllı kimselerdi. Türkiye'ye geldikten sonra konuştuğum arkadaşların anlattıklarına göre soruşturma sırasında İstiklâl Marşını da soruyorlarmış. Madem Türksünüz, Türk şairlerini, Türk halk türkülerini ve özellikle İstiklal Marşı'nı bilmeniz gerekiyor diyorlarmış. Piza kampında bulunan lise öğretmeni Celil İskender beyin anlattığına göre, Ermeni tercüman Türkiye'den sürülen Ermenilerden olduğundan, Türkiye Türkçesiyle konuşuyor ve karşısına çıkarılan mültecinin kimliğini hemen tesbit ediyor ve komisyondaki Rus temsilcisine Türkiye'den olmadığını bildiriyordu. İkinci durum ise ömürlerinde Türkiye'yi görmemiş ve Türkiye okullarında tahsil yapmamış olan bu insanların, hatta Türkiye'den binlerce kilometre uzaklarda doğmuş, büyümüş olan bu talihsizlerin Türkiye şivesiyle konuşmayacakları tabiiydi. Buna rağmen esir kampında Azerbaycanlı münevverler özel çalışmalara başlamış ve herkese İstiklal Marşı'nı, Ziya Gökalp başta olmakla Türk şairlerini, ediplerini öğretmeye başlamışlardı. Buna rağmen, kısa zamanda binlerce talihsize bunları öğretmek imkânı elbette yoktu. İngiliz ve Amerikalılar, Rus misyonunun baskısına gerekli karşılığı veremediklerinden 1947 senesinin başında, üçyüze yakın Türk mültecisi muhafız birliklerinin tehdidi altında yük vagonlarından oluşan bir trenle İtalya'dan Rusya'ya doğru yola çıkarılmıştı ve Ruslara teslim edilen bu talihsizlerden bir daha haber işitilmemişti. İngilizler, harbin bitiminden iki yıl sonra Rus cehenneminden kurtulmak için kendilerine sığınan bu talihsiz insanları makinalıların tehdidi altında Ruslara teslim etmesi bir çok felaketzedeyi ümitsizliğe düşürdüğünden, kendilerinin teslim edilmelerinden sonra vatanında bırakmış olduğu anne, baba ve yakınlarını da işkenceye tabi tutacaklarını, yerinden, yurdundan alıp süreceklerini, Sibirya toplama kamplarında cehennemi yaşatacaklarını bildiklerinden, onların başına bir felaket gelmemesi için kendi ölümlerini tercih etmişlerdi. Bunlardan biri de Lise öğretmeni Vahap bey adlı Azerbaycanlı bir yüksek münevverdi.
·
304 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.