Gönderi

Komünistliğin iflası ve Türkillerindeki Bugünkü Durum Lenin'in kurduğu komünist idare yetmiş sene içinde bütün dünyayı karşısına aldığı gibi, Sovyet hudutları içinde de etkisini kaybetti. Sovyetler kurulduğu günden itibaren "Bütün Dünya Proletarları Birleşiniz" parolasıyla birlikte, Sovyetlerin Kızıl bayrakları üzerindeki Orak-Çekiç resmi Sovyetler Birliği dışındaki ülkelerin işçi ve köylülerine bir çağrıydı. Bu çağrı işçi ve köylüler, birlik içinde öz devletinizi yıkarak komünist rejim kurunuz, Rusya'ya ile birleşerek onun hakimiyeti altına giriniz demekti. Fakat bu propaganda Sovyet komünistliği'ne ve Rusluğa hiçbir şey kazandırmadı. Kremlin'in komünist rejimi Sovyetler Birliği dışındaki devletleri komünistleştirmeyi bırakalım, Sovyetler Birliği içindeki milletleri, hatta Ruslar'ı bile komünistliğe düşman duygusu içine soktu. Bir zamanlar Lenin'in arkasınca koşan ve çarları tahtından indiren ve çarı ailesiyle birlikte kurşuna dizen Rus işçi ve köylüleri, komünistliğin yarattığı sefalet, yoksulluk ve baskıya karşı Çarlık devrini bile özlediler. Rus olmayan Sovyet cumhuriyetlerini bırakalım, Ruslar bile mevcut rejimden kurtulmak için çıkış yolu aramaya başladılar. Komünist rejimden nefret eden yalnız sefalet içindeki işçi ve köylüler değillerdi. Rus münevverleri ve hatta Kızılordunun kurmayları ve generalleri de aynı nefretin içinde bulunuyorlardı. Bunun en belirgin örneğini İkinci Dünya harbi sırasında, Almanların Sovyetlere açtığı harbin ilk günlerinden itibaren Kremlin'in yıllardan beri övmekle bitiremediği Kızılordunun general ve kurmaylarının kendi birlikleriyle birlikte Almanlara iltica ettikleri göstermişti. Sovyet topraklarının batısındaki Kızılordu birlikleri topları, tankları ve bütün silahlarıyla birlikte Almanlara iltica ediyorladı. Hatta Alman istihbarat subayları neden iltica ettiklerini sorduklarında aldıkları cevap çok şaşırtıcı oluyordu. Generaller şunu söylüyorlardı: "Savaşıp neyi savunacağız? Açlığı, sefaleti, baskıyı ve mezalimi mi savunacaktık? Yirmi seneden beri en üst ordu makamında bulunan yüzlerce arkadaşımız imha edildiği gibi bizim de imhamızı düşünen bir rejimi mi savunacağız?" Almanlar aldıkları bu cevaplara inanamıyorlardı. Hatta Sovyetleri beş altı ayda yok edecekleri güveni içindelerdi. Bunun içinde komünistliğe ve Kremlin'e nefret içinde bulunan bu insanların sevgi ve yardımlarına bile ihtiyaç duymuyorlardı. Halbuki üç ay içinde Almanlara iltica eden bu insanların sayısı dört milyona yaklaşmıştı. Almanlardan kurtuluş bekleyen bu insanları, Hitlerciler esir kamplarında ölüme mahkum ederken, Stalin'e ve Kremlin'e yardım ettiklerinin farkında değillerdi. 1941 ve 1942 senesinin kışında esir kamplarında açlıktan, soğuktan ve çeşitli hastalıklardan ölen üç milyona yakın eski ilticacılara yapılan muameleyi gören ve şahid olan Kızılordu subay ve askerleri istemeden Almanlar'a karşı savaşmanın gerekliliğine inanmış oldular. Komünist rejim, açlık, sefalet ve yoksulluk içinde bıraktığı halde, Almanlar toplu imhayı birden yapıyorlardı. Nazi idaresinin bu tutumu ve tatbikatı harp başladığı günlerde Stalin'i yok etmek isteyenleri, onun savunucusu yapıyordu. Bu hiçbir zaman Almanlar'ın lehine bir durum yaratmayacaktı, nitekim yaratmadı da. Rus ve komünist Kremlin'e ikinci yardımcı ise Amerika ve İngiltere oldu. İngiliz ve Amerikalıların yaptıkları yardımlar Kremlin'e ve komünist rejime yeni hayat veriyordu. Amerikalılarla İngilizler komünist tehlikesini düşünmek bile istemiyorlardı. Bütün istedikleri Almanlar'ın yenilmesi ve Nazi tehlikesiyle birlikte Alman harp sanayinin dünyayı tehdit edici gelişmeden alıkonmasıydı. Hele Amerikalılar, Ruslara karşı çok samimi bir tutum içindelerdi ve böylece daha önceki sahifelerde açıkladığım gibi, Almanlar yenildiler ve Ruslar, Kızıl bayrak ve Enternasyonal marşı ile Berlin'e ve hatta Berlin'in yüzelli km batısına kadar işgallerini sürdürdüler. Ruslar artık komünist propagandasıyla kendilerine bağlayamadıkları doğu, orta ve Güney Avrupa'yı Amerikalı ve İngilizlerin yardımıyla kendi idareleri altına almış oldular. Doğu ve Orta Avrupa'nın Ruslar'ı görmeden komünizme ve Moskova'ya hayranlık duyan insanların, Rus nüfusu altına girdikten sonra çok kısa zamanda sevinçleri hayal kırıklığına döndü. Artık işgal altındaki Avrupa milletlerinde Moskova'ya, Kremlin'e ve komünist rejime karşı düşmanlık gelişmeye başlamıştı ve gün geçtikçe bu düşmanlık artıyordu. Sovyetler Birliği içindeki komünist makamlar, Kremlin ve Polit Büro, Sovyetler Birliği içindeki sefaleti ve yokluğu giderememişlerdi. Hatta Batıyla, yani Amerika ve İngiltere ile aralarındaki anlaşmazlıklar, Amerikalılarla İngiliz ve Rus işgali altında bulunmayan Batı milletlerinin Rusya'ya yardım yapmamaları, Sovyetler Birliği'ni, Harp içindeki keşmekeşin daha beteriyle karşı karşıya bırakmış oldu. Stalin'in ölümünden sonra Komünist Partisi'nin liderlik makamına veyahut genel sekreterlik makamına gelmiş olanlar da ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Sovyet ekonomisi düştüğü uçurumdan çıkamadığı gibi, onu çıkaracak bir kuvvette yoktu. Yetmiş seneden beri Komünist Partisi'nin Rusya için propagandası Sovyetler Birliği'ndeki çeşitli ırk ve dinlerden olan milletler arasındaki kardeşlik propagandası bile iflas etmişti. Yetmiş sene müddetle baskı, mezalim ve sürgünlerle önlenmek istenen milliyetçilik duygusu, Sovyetlerin kurulduğu ilk günlerden daha fazla bir gelişme göstermişti. Hatta Baltıklılar, Moldavyalılar, Türkistanlılar, Kafkasyalılar, Azerbaycanlı, Kırımlı ve Kazanlı Slav olmayan milletleri bırakalım, Slav ırkından olan Ukraynalılar, Beyaz Ruslarla komünist rejimin kurucu ve savunucu Ruslar bile birbirleriyle antipati içindelerdi. Doğu ve Orta Avrupa milletleri komünistlikten nefret ettikleri ve ondan kurtulmak için batılılardan yardım beklerken, komünistliğin anayurdu olarak bilinen Sovyetler Birliği'ndeki milletler de kurtulmak istiyorlardı. Artık Kremlin bunun önüne geçecek güçte değildi ve son yıllarda Sovyetler Birliği'nin parti liderliğine Gorbaçov adlı Kuzey Kafkasyalı bir Rus göçmeni geçmişti. Etrafındaki müşavirlerinin çoğunluğunu Ermeniler ve Gürcüler oluşturuyordu. Gorbaçof'tan destek ve yardım gören Ermeniler bin seneden beri Batı Azerbaycan olarak bilinen, fakat Stalin tarafından Ermenistan Cumhuriyeti'ne hediye edilen bölgelerdeki Türklere karşı katliama başlamak fırsatı buldular. Ermenistan hududları içinde bulunan Kızılordu birlikleri Moskova'dan emir aldıklarından Türklere karşı Moskova'dan kuvvet alan Ermeniler, Rus ordusunun da yardımıyla birkaç ay içinde Ermenistan hududları içinde bulunan yarım milyona yakın Azerbaycan Türk'ünü döverek, öldürerek, malını, mülkünü yağma ve işgal ederek Azerbaycan'a doğru kaçmaya mecbur etti. Bu Ermeni mezalimine karşı Moskova'nın, Politbüronun, Kremlin'in, Kızılordu'nun ve Gorbaçof ile birlikte komünist liderlerin tüyü bile kıpırdamadı. Bununla birlikte Azerbaycan'da bulunan Ermenilerin de Ermenistan'da yapılan katliamın benzerini Bakû'da yapmak istemelerine karşı koyan Azerbaycan Türklerine karşı Gorbaçof'un emriyle Rus tank ordusu Bakû'ya girerek açık katliama başladı ve binlerce kadın, çocuk, genç ihtiyar demeden şehid etti. Kremlin'in ve özellikle Gorbaçof'un bu icraatı dokuz milyon nüfusu olan Azerbaycan'la birlikte elli milyona yakın nüfusu bulunan Türkistan, aynı zamanda Stalin devrinde katliama uğramış Kuzey Kafkasya Türklüğüyle birlikte Kırım ve Kazan Türklüğünü de uyarmış oldu. Artık komünizm yoktu. Komünist kardeşliği yoktu. Sovyet vatandaşları arasında eşitlik yoktu. 1917 senesinden önceki Çarların baskı ve zulmünden daha ağır bir Rus zulmü komünist mezalimi vardı. Yetmiş milyona yakın Türk illeri heyecan içindeydi. Gorbaçof'un Azerbaycan Türklüğüne yaptığı bu katliam Gorbaçof'a karşı olan Rus ordu kumandanlıklarıyla birlikte Yeltsin'i ve diğer Rus politikacılarını da harekete geçirmişti. Hele Gorbaçof'un Rus işgali altında bulunan Doğu Almanya'yı Batı Almanya'ya satması ve Romanya, Çekoslavakya, Macaristan ve Polonya'nın Rus işgaline karşı kıpırdamaları Gorbaçof'a karşı cepheyi daha da genişletti. Gorbaçof iktidardan uzaklaştırılarak Yeltsin iktidara gelmiş oldu. Fakat Rusya'yı mevcut felaketlerden ve sefaletten, yetmiş senelik yoksulluktan kurtarmak için Batı dünyasının sempatisini kazanmak ve yardımını sağlamak gerekiyordu. Bunu da ancak Komünistlikten vazgeçmekle, Sovyet Cumhuriyetlerine bağımsızlık vermekle kazanabilirdi. Nitekim Yeltsin idaresindeki kabine buna karar verdi. Böylece, komünist rejimle birlikte Sovyetler Birliği de kuruluşundan yetmişüç yıl sonra parçalanmış olarak tarihe karıştı. Artık Kızılordu yoktu. Bütün Dünya Proletaryası Birleşiniz parolası da yoktu. Sovyet Bayrağından Orak-Çekiç alınıp atılmış ve Çarlık devrindeki Rus bayrağı alınmıştı. Hatta komünistliğin kurucusuna karşı düşmanlık gelişmiş olduğundan, yetmişüç seneden beri Lenin'in adıyla anılan Leningrad şehri Deli Petro'nun adına dönüştürülmüş ve San Petersburg olmuştu. Dünyanın her tarafındaki Sovyet elçiliklerinin levhası kaldırılarak Rus Büyükelçiliği veya konsolosluğu levhaları asılmıştı. Artık 1998 senesine kadar olan onbeş Sovyet cumhuriyetinin her biri bağımsız devlet oluvermişti. Sovyetlerden ayrılan onbeş bağımsız devletin içinde beş tanesi Türk Cumhuriyetiydi, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Azerbaycan müstakil Türk devletleri olmuşlardı. Bunların dışında milli dilleri Farsça olduğu halde, nüfusunun büyük çoğunluğu Türk olan Tacikistan da bağımsız devlet olmuştu. Ve bunların hepsi Birleşmiş Milletler üyeliğine kabul edilmişlerdi. Fakat durum tamile halledilmiş değildi. Sovyetler Birliği tarihe karıştığı halde, Moskova, eski Sovyet cumhuriyetlerinin ve yahut bağımsız devletlerin yakasından elini çekmiyordu ve hâlâ da çekmiş değildir. Baltık devletlerinin dışında Moskova, eski Sovyet cumhuriyetlerine başka bir birlik teklif ediyordu. Sovyetler Birliği yerine teklif edilen yeni birlik teklifi Bağımsız Devletler Topluluğuydu. Kısaltılmış adı (BDT) idi. Bu devletler bağımsız devletler topluluğu olacaklarından ve bugün -genellikle olmuş olduklarından- Rus ordusu bu devletlerin topraklarından çekilmeyecekti. Rus gizli polisi yine buralarda hükmünü sürdürecekti. Ekonomik yönden tam bağımsız olamayacaklardı. Bağımsız devletler topluluğunun lideri ise yine yüzyirmi milyon nüfusuyla Rusya olacaktı. Yine Rus asıllı generaller ve kurmaylar, Rus olmayan milletlerin topraklarında, şehir ve kentlerinde hakimiyetlerini sürdüreceklerdi. Özellikle Bağımsız Devletler Topluluğu'na üye olan Türk Cumhuriyetleri'nin müstakil ordu kurmalarına gerek olmadığını söyleyecek ve mevcut ordu da Bağımsız Devletler ordusu adı altında eskinin Kızılordu'sunun yaptığı görevi yapacaktı. Bununla birlikte Bağımsız Devletler Topluluğu'na dahil olan devletler, özellikle Türk Cumhuriyetlerinde, Harp okulu açılmasına da gerek olmadığı bildirilecek ve böylelikle Sovyetler Birliği başka bir şekilde kendi varlığını koruyacaktı. Bugün aşağı yukarı bu durum devam edip gitmektedir. Bugün, Azerbaycan Bağımsız Devletler Topluluğu'na dahil olmadığını söylemektedir. Aynı durum Gürcistan tarafından da açıklanmıştır. Hatta Gürcistan devlet Başkanı Şevarnadze, Bağımsız Devletler Topluluğu'nun kısa ömürlü olduğunu da açıklamış bulunuyor. Fakat Gürcistan ve Azerbaycan'daki Rus ordu birlikleri bu memleketleri terk etmiş değildir. Bu devletler, eğer biz tam bağımsız isek Rus ordu birliklerinin memleketimizde işi nedir diyemiyorlar ve ne Gürcistan ne de Azerbaycan üye oldukları Birleşmiş Milletlere ve Güvenlik Konseyine, Rus ordusu memleketimizden çekilsin teklifini yapmış değil. Veyahut Moskova'nın gizli tehdidi sebebiyle yapamıyorlar. Bunun dışında Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Kafkaslarda Ermeniler, Azerbaycan toprağı olan ve Rusların da bunu resmen kabul ettikleri halde, Karabağ'da ve Karabağ'ın dışındaki sınır boylarında Azerbaycan'a saldırmakta, katliamlar yapmaktadır. Hatta Karabağ'da ve Bağımsız Devletler Topluluğu üyeliğini kabul etmiş olan Ermenistan'da bulunan Rus ordu birlikleri Azerbaycan'a karşı saldırılarını durdurması teklif veyahut emrini vermiyorlar. Ermenistan, Bağımsız Devletler Topluluğu'nun üyesi olduğundan ve Ruslar Ermenistan'da bulunan askeri kuvvetleriyle Ermenileri durdurmuyorlarsa, bu bizzat Rusların Ermeni kisvesi altında Karabağ'la ve diğer Azerbaycan topraklarına saldırdıklarını göstermiş oluyor. Hatta bir sene önce Şuşa'ya ve Hocalı'ya saldıranların yalnız Ermeniler olmadığı, Ermenilerle birlikte Rus birliklerinin de saldırıya iştirak ettiklerini, Ermeniler, Rus tank ve uçaklarıyla saldırılarını sürdürdüklerini ajanslar resmen açıklamış oldular. Bu açıklamaya karşı Moskova ve Rus devlet adamları herhangi bir itirazda bulunmadılar. Hatta müstakil cumhuriyet ve Azerbaycan devletine bağlı olan Nahçivan'a Ermenilerin saldırılarına karşı Nahçivan Devlet Başkanı Türkiye'den yardım istediğinde, Türkiye basını da Nahçivan Devlet Başkanı'na müsbet cevap verilmesi hakkında yayına başlarken, Rusya Savunma Bakanı Türkiye'ye karşı tehdit savurmaktan kendisini alamadı. Türkiye, ordusuyla Nahçivan'a girer ve Ermenistan'a karşı bir hareket yaparsa, Üçüncü Dünya harbi çıkabilir dedi. Rusya Savunma Bakanı'nın bu tehdidine karşı, Yeltsin başta olmakla Rus devlet adamlarından kimse Savunma Bakanı tehdit yapmadı demediler. Aynı zamanda Ermenilerin, Nahçivan ve Karabağ'a saldırılarını durdurması için gerekeni de yapmadılar. Bunlarla birlikte insanı düşündüren başka bir durum da vardır: Acaba Birleşmiş Milletler, Rusya aleyhine bir karar almak ister ve bunu oya koyacak olursa, bu bağımsız devletler, Rusya aleyhine oy kullanabilecekler mi, kullandıkları takdirde Ruysa bunu normal karşılayacak mı? Zira karşımızda başka bir örnek vardır. 1990 senesine kadar Polonya, Çekoslovakya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan ve Doğu Almanya müstakil devletler oldukları halde, Birleşmiş Milletler'de hep Sovyetler Birliği'nin lehine oy kullandılar. Çünkü, Potsdam Konferansı sırasında Amerika ve İngiltere bu devletleri Rus veya Sovyet nüfuzuna bırakmışlard Daha sonraları önce Macaristan sonra da Çekoslavakya Rus ordularının çekilmesi için başkaldırdığında, Rus tankları bu devletlere girerek katliama başladı ve Birleşmiş Milletler de kimse bu üyemiz olan devletlere karşı bu katliamı yapamazsınız dememişti. Çünkü Ruslar, mevcut ayaklanmaları Rusya'ya karşı bir iç isyan olarak ilan etmişti. Dünya politikasının önderi olan Amerika ise sesini çıkarmamıştı. Acaba bugünkü bağımsız devletler topluluğunun durumu onlara benzemiyor mu? Özbekistan ve Azerbaycan, pamuklarını Ruslara vermemeye kalkabilecekler mi? 1990 senesine kadar otuz milyon ton petrol çıkaran Azerbaycan'ın petrolünün yüzde doksan yedisini Moskova beş kuruş ödemeden alıyordu ve Sovyet Cumhuriyeti olan Azerbaycan yetmiş sene müddetle bu Rus sömürüsüne karşı herhangi bir talep ve itirazda bulunamamıştı. Bunun yanında Azerbaycan'ın ikinci değerli mahsulü olan pamuğu da Rusya'ya taşınıyordu ve Sovyetler Birliği yetmiş sene içinde ne Azerbaycan'da, ne de Özbekistan'da tekstil fabrikası kurmamış ve bu fabrikanın kurulması için ne Azerbaycan, ne de Özbekistan herhangi bir teklifte bulunmamıştı. Bu misalleri verirken Sovyetler Birliği'ni ve o birliğin biricik hakimi olan Ruslar'ı yakından tanıyan biri olarak ben, Rus ordu birliklerinin çekilmediği bu bağımsız devletlerin tam bağımsız olduklarına inanmamaktayım. Temenni ederim ki yanılmış olayım.
218 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.