Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

CUMHURİYETİ KURAN ANA FİKİR TÜRKÇÜLÜK Düşünürlerimiz Cumhuriyetin ideolojisinin milliyetçilik olduğu hususunda birleşmiştir. Türk milliyetçiliği fikrinin gelişim süreci hakkında farklı yorumlar bulunuyor. Fikri Türkçülüğün-milliyetçiliğin II. Abdülhamit'in hükümdarlık yıllarının başında dil, tarih alanında Ahmet Vefik Paşa ve Süleyman Paşa'nın eserleriyle fikri seviyede kendini gösterdiği biliniyor. Türkiye Cumhuriyeti doğarken, daha önce Yusuf Akçuraoğlu ve Ziya Gökalp tarafından dile getirilen kavramlar resmî ve devlete dayalı ideolojinin inşasına hizmet etmiştir.¹¹ Türk milliyetçiliğini Ziya Gökalp sistemleştirmeye çalıştı. Gökalp'in Türk milliyetçiliğine Türkçülük denmiştir. Osmanlının gerileme döneminde devleti kurtarmak üzere Tanzimatla birlikte esasları konmaya çalışılan, aidiyet duyguları gelişmekte olan azınlıkları devletin asli unsuru haline getirmek gayesiyle reçete olarak sunulan Osmanlıcılık stratejisinin başarılı olamayacağı Balkan Savaşları'nda anlaşılmış ve yerine Türkçülük ikame edilmiştir. İttihat ve Terakki, Osmanlıcılıktaki yetkinin taşraya devredilmesinin yerine daha merkeziyetçi adımlar atmış, bu ilkeyi cemiyetin programına almıştır. Gökalp, Cumhuriyetten sonra neşrettiği Türkçülüğün Esasları'nda şunları da yazmıştır: “Türkçülük siyasî bir fırka değildir; ilmî, felsefî, bediî bir mekteptir; başka bir tabirle, harsî bir mücahede ve teceddüt yoludur. Bu sebepledir ki, Türkçülük şimdiye kadar bir fırka şeklinde siyasî mücadele meydanına atılmadı; bundan sonra da, şüphesiz atılmayacaktır." Gökalp'in takipçisi Atsız, Türk milliyetçi hareketinde tarihin rolünü, ideolojiyi kesintiye uğratmadan sürdürmüştür. Atsız, Türk ve Osmanlı tarih ve edebiyatının birinci derecede uzmanıdır. Hayatının son döneminde Osmanlı'ya iyice yaklaşmıştır. Cumhuriyetin ilanı ile milliyetçilikte yeni bir döneme geçilmiş, milli devletin kurulması ve geleceğin sağlamlaştırılması çalışmaları hızlanmıştır. Bunu bir geç dönem tepki milliyetçiliği olarak değerlendirmek körlüktür. Çok dinli, çok dilli, çok hukuklu bir toplumdan, birliğin, beraberliğin, sanayi yatırımlarının hızlandığı bir topluma geçiş olmuştur. TBMM'deki Halk Fırkası üyeleri tarafından müzakere edilerek 9 Eylül 1923'te kabul edilen ilk parti tüzüğünün üçüncü maddesinde Halk Fırkası'na her Türk'ün, dışarıdan gelip Türk uyrukluk ve kültürünü benimseyen herkesin girebileceği ilke olarak kabul edilmiştir. Başlangıçta vatandaşlık ve toprak/ vatan bağı esasına dayalı bir milliyetçilik amaçlandığı ileri sürülmüştür. Milletin aynı topraklar üzerinde yaşayan bireylerden mürekkep bir topluluk olduğu düşüncesi ağır basmıştır. Aslında bu düşünce Mehmet Ali Tevfik'in 1912'de Selanik'te İttihat ve Terakki Kulübü'nde verdiği konferansta özetlenmiştir: “İnsanlığı bilen her Türk'ün en mukaddes vazifesi manevi yurt, manevi vatan mefhumunun evvela halk icadına, sonra neşr ve tamimine çalışmak olmalıdır”. 1930'dan sonra bu görüş değişti. Bu değişmede tarih ve dil konularına ağırlık verilmesi, yeni çalışmalar sonucunda öne çıkan bazı değerlerin etkisi olduğu muhakkaktır. Kendi tarihimizi batılılardan öğrenerek genç nesillere öğretmek için I. Türk Tarih Kongresi düzenlendiğinde Yusuf Akçuraoğlu şunları söylemişti: "Tanzimat Devri'nde hafif hafif belirtileri görülen Türkçülük fikir cereyanı da II. Meşrutiyet Devri'nde biraz açıklık kazanmıştı. Türkçülük fikri, Tanzimat'ın kölecesine Batı yandaşlığına, cinsi ve dini kaale almayan Osmanlılığa karşıydı. Türkçülük, Tanzimatçılığa karşı, bir tepki oluşturdu. Türk Tarih Cemiyeti'nin önündeki mesele, genel olarak tarihe Avrupa'nın gözüyle bakmayıp, onu gerçekleri açısından görmek ve bu görüş ile Türk Kavmi'nin tarihteki hakiki yerini belirlemek, yani Türklerin insanlık tarihinde oynadıkları, hasımlarının gizlemeye çalıştıkları büyük rolü meydana çıkarmak ve bu suretle Türklerin hakkını vermektir." Fuat Köprülü'nün şahsi gayretleriyle İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne bağlı olarak 1924'te Türkiyat Enstitüsü kurulmuştu. Köprülü kısa süren Milli Eğitim Bakanlığı müsteşarlığı görevinde iken gerekli tedbirleri almış, Enstitünün 1926'dan sonra özel bütçesi olmuş, Batı'daki benzerlerine uygun bir araştırma merkezi haline gelmiştir. Mustafa Kemal, enstitü için bozkurt motifini amblem olarak seçmiştir. Sonraki yıllarda birçok üniversitede kurulan Türkiyat Enstitüleri müstakil bütçe ve kadrolu araştırma elemanına sahip olabilmek için uzun yıllar beklediler. CUMHURİYETİN İLK DÖNEMİNDE TÜRKÇÜ UYGULAMALAR Türk milliyetçiliğinin siyasi bir güç olarak yükseldiği bu dönemde Türklük ve Türkiye vatandaşlığı bir ayrıcalık olarak görülmüştür. Cumhuriyetin bânisi Mustafa Kemal Atatürk, öğrenciliği döneminde Türklük terennüm eden şiirlerini okuyarak yetiştiği Ziya Gökalp ve Mehmet Emin Yurdakul'a daima itibar etmiştir. Cumhuriyet döneminde Bakanlar Kurulu tarafından 9 Eylül 1925 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti arması için Milli Eğitim Bakanlığı'nca bir yarışma açılması için kararlaştırılmıştır. Bakanlık bu yarışma için bir şartname düzenlemiştir. (Milli Arma Müsabaka Şartnamesi, Ankara, 1926.) Bazı kurumların görüşleri alınmıştır. Abdülkadir İnan, Zeki Velidî Togan, Hüseyin Namık Orkun kurt motifi hakkında olumlu görüş bildirmişlerdir. Samih Rifat bu konuda bir risale neşretmiştir. (Samih Rıfat, Milli Armamız Nasıl Olmalı: Türk Oranlarına Dair Muhtıra, Türk Ocakları Hars Heyeti Neşriyatı, İstanbul, 1926, 16 s.) Atatürk Türklüğün kökenlerinin Orta Asya'dan geldiğinin vurgulanmasına önem vermiştir. Cumhuriyetin başlarında genel nüfusun yüzde kaçının okuma yazma bildiği, ilköğretimde okullaşma oranının ne olduğu, nüfusun ekseriyetinin yaşadığı köylerin yüzde kaçında okul bulunduğu, mevcut ilkokul öğretmeninin sayısının ve bunları yetiştiren okulların kapasitesinin bilinmesine rağmen, öbür ulusal gruplara ve ana dillerde eğitim konusuna yaklaşımda Mustafa Kemal'i irdelemek ilmi anlayışa uyar mı? Çok sayıda milleti bünyesinde barındıran Osmanlı Devleti'nde 1876'da Kanun-u Esasi ile Türkçe resmi dil olarak kabul edildiğine göre bir devletin siyasi sınırları içindeki birden fazla dile resmi statü tanıması pratikte oldukça karmaşık düzenlemeleri gerektirir. Farklı dil topluluklarının resmiyet kazandığı yerlerde bu uygulamalar pahalıdır. Yüksek maliyet; eğitimde, emek piyasasında, kırtasiye giderlerinde, kamu görevlilerinin yetişmesi için yapılan harcamalarda hissedilir. İçinde bulunulan şartları bilen yönetici, bu açmazdan süratle çıkabilmek için eğitimi, milliyetçi ideolojiyle yoğrulmuş türdeş bir topluma ulaşmaya yönlendirecek ve Adana Türk Ocağı'nda şöyle seslenecektir: "Bugünkü Türk milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır." Farklı dil gruplarının Türkçe aracılığıyla Türkleştirilmeleri Mustafa Kemal ve diğer seçkinler tarafından dile getirilmiş, bu görüş 1927'de C. H. Fırkası Nizamnamesi'nde vurgulanmıştır." 1930'lara gelindiğinde laik bir Türk devletinin tesis edilmiş olmasının da verdiği rahatlıkla milliyetçilik fikri ön plana çıkmıştır. Kemalist hükümetler birçok kanun, idari hüküm ve siyasi tasarrufla kimlerin Türk vatandaşı olabileceğini belirlediler. Atatürk'ün 1931'de Dolmabahçe Sarayı'nda yaptığı konuşmada, "Kendimi hiçbir zaman Osmanlılığın telkin ettiği başka milletleri öven Türklüğü aşağı gören eksiklik duygusuna kaptırmadım" ifadesi unutulan Türklüğü yeniden canlandırma misyonu taşıyor. Türklüğe dönüş Kemalist sistemin özünü oluşturur.Robert Devereux, Gökalp'in Türkçülüğün Esasları adlı eserini İngilizceye çevirirken yazdığı önsözde, "Atatürk inkılabının anlaşılması için Gökalp'in tanınması gerekir" demiştir. CHP'nin altı okundan biri olan milliyetçilik Türk milletinin ana felsefesidir. Atatürk'ün ölümünden sonra milliyetçilik devreden çıkarılmış, bu fikir mensupları Turancılık, ırkçılık ve faşizmle suçlanmıştır. Bu yeni zihniyet günümüzde etkilidir. Türklük dışlanarak, milliyetçilik ayaklar altına alınmakta, farklılıkların zenginlik olduğu vurgulanmakta etnik mozaikçilik güçlendirilmektedir. Kuruluş yıllarına farklı bakan bir göz şu değerlendirmeyi yapıyor: "Cumhuriyetin ilk yıllarında ekonomik ve toplumsal yaşam yeni baştan düzenlenmekte... Yeni yasalar kabul görmekte. Yeni şartlar belirmekte: Her şeyden önce 'Türk olmak' gerekti. Lakin o dönemin nitelendirmesiyle 'ekalliyetler' (gayrimüslimler) yeterince Türk addedilmiyor, potansiyel birer vatan haini, belki de..." Sermayede Türkleştirme eğilimleri görüldü. II. Meşrutiyet döneminde İttihat ve Terakki Partisi tarafından ilk uygulaması yapılan, yabancı şirketlerde çalışan personelin belli oranda Türk olması mecburiyeti getirildi. Türkleri arkalayan bazı kanunlar kabul edildi. Türk vatandaşı olma fikri, giderek Türk olmak haline dönüştürüldü. 18 Mart 1926 tarih 788 sayılı Memurin Kanunu'nun dördüncü maddesinin a fıkrası memur olabilmek için Türk olmak gereklidir ibaresini taşıyordu. Devlet Memuru olmanın şartını doğrudan Türk kimliğine vurgu yaparak belirleyen bu kanun 1965 yılına kadar yürürlükte kalmıştır. 12 Mayıs 1928 tarih ve 1246 sayılı kanunla, Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde gerek mekteplerde gerek mektep haricinde izcilik, keşşaflık veya diğer herhangi nam ve unvan altında izcilik teşkilatı oluşturma hakkı münhasıran Türk vatandaşlarına verildi. 1936 Haziran ayında kabul edilen bir kanunla etnik ve dini azınlık gruplarını temsil eden derneklerin kurulması yasaklandı. 11 Nisan 1928'de 1219 sayı ile kabul edilen kanunla ülkedeki bütün doktorların İstanbul Darülfünun Tıp Fakültesi mezunu ve Türk olmaları şartı getirildi. Dişçi, ebe ve hemşireler de Türk olacaklardı. Yabancı okullardan mezun olan Türk doktorların görev yapabilmeleri için diplomalarının Sağlık Bakanlığı'nca kabul edilmesi gerekiyordu. 11 Haziran 1932 tarihinde kabul edilen 2007 sayılı kanunla birçok meslek sadece Türk vatandaşlarına tahsis edildi. Veterinerlik, kimyagerlik ve borsa simsarlığı mesleklerinde çalışanlar bundan etkilendi. Bu örnekler çoğaltılabilir. Bu kanunların bazılarında rekabeti önlemek için Türk olanlara öncelik tanınması makul görülebilir. Uygulamada ortaya çıkan pürüzler sebebiyle ilerleyen tarihlerde bu kanunların bazılarında değişiklik yapıldı, Türk olmayanlar da mesleklerini yaptılar. Bu zikzaklarda Türk toplumunun yapısının etkisi vardır. İsmet Tümtürk, 1944 yargılamaları sırasında mahkemedeki savunmasının “Türkiye’de Türk Irkçılığı Suç Mudur?" başlıklı alt bölümde Türk ırkçılığının fikriyat ve fiiliyatının en açık ve en geniş bir şekilde hükümetin gözü önünde veya bizzat hükümet tarafından yapıldığını ve şimdiye kadar takibata uğramadığını belirtmiştir. Mahkemede başka sanıklar da Türkiye'de mevcut resmi ırkçılık fikriyat ve fiiliyatı hakkında örnekler vermişlerdir. Tümtürk, "Kanını taşıyandan başkasına inanma!", "Aranıza alacağınız arkadaşların mümkünse kanını tahlil edin!", "Bu vesile ile muhterem milletime şunu tavsiye etmek isterim ki, başına geçireceği insanların kanındaki cevher-i asliyi tayin etmekten fariğ olmasınlar" diyen Atatürk'e temas etti, atıfta bulundu. Türk köylüsünün söz arasında soya dokunan tekerlemelerini dile getirdi. Türk vatandaşları arasında ırka dayanan tefrikleri TBMM'nin kanun halinde kabul ettiğini vurguladı. İskan Kanunu'nun, ecnebi kadınlarla evlenmeyi yasak eden memurin kanunu ve ekalliyetlere Türklerden ayrı bir statü tanıyan Lozan Muahedesine bağlı protokolleri Meclis'ten çıkan örnekler olarak göstermiştir. Hariciye memurlarının yabancı kadınlarla evli bulunmalarının kanunen memnu olduğunu, buradaki yabancı kadından kastın ancak ırktan yabancı olabileceğini, vatandaşlık itibariyle yabancılığın söz konusu olamayacağını açıklamıştır. 2-11 Temmuz 1932 tarihleri arasında Ankara'da toplanan I. Türk Tarihi Kongresi'nde Afet İnan'ın anlattığı Türk Tarih Tezi; Türklerin köklerinin Orta Asya'ya dayanan çok eski bir ırk olduğunu ileri sürüyordu. Türkler, Orta Asya'yı terk ederek dünyaya medeniyeti getirmek üzere her tarafa dağılmışlardı. Yıllarca ders kitaplarında ve derslerde kullanılan Göç Yolları haritası bu gayeye uygun olarak hazırlanmıştı. Bu teze uygun olarak yazılan ve uzun süre kullanılan ders kitaplarında Mezopotamya ve Anadolu'da bizden önce yaşayan medeniyetleri kuranların Türk oldukları yazıldı. Kongrede Tarih Tezinin ırka olan vurgusuna başta Fuat Köprülü olmak üzere itiraz edenler olmuştur. Togan da ileri sürülen teze itiraz edenler arasında idi. Kongrenin havası bundan sonra bir süre Türk dili ve ırkını Türklüğün belli başlı özelliği haline getirdi. CHP döneminde devletin resmi ideolojisini ve politikasını üniversite öğrencilerine aktarmak üzere 1930'lu yıllarda "İnkılap Tarihi Dersleri" konmuştur. Bu ders zaman içinde siyasi iktidarların konuya yaklaşma derecelerine göre etkinlik kazanmıştır. Programında çok değişiklik yapılmıştır. Bu dersin öğretmenlerinden biri olan CHP'nin güçlü adamı Recep Peker, "Bereket versin ki, en büyük imha vasıtaları ve en ezici hadiselerle bile bozulması mümkün olmayan tek bir şey Türk kanı bütün bu gürültüler içinde temiz kalmıştı. Batı Türkleri bu çöküntü içinde kanının arılığını korudu ve sakladı" demektedir. Mahmut Esat Bozkurt'un 1940'ta İnkılap Enstitüsü yayını olarak çıkan Atatürk İhtilali adlı eserinde kana atıfta bulunan çok sayıda kayıt bulunuyor. Milli Eğitim Bakanlığı 1940 yılında basılan ilkokulların birinci sınıfında okutulan alfabenin 54. sayfasında bir Turan haritasının altında: "Yaşasın Türk Ulusu; Ben Türk'üm; Anam Türk, Babam Türk, Dedem Türk, Türkoğlu Türk'üm Ben. Ey Büyük Türk Ulusu. Canım Sana Kurban Olsun. Yaşasın Büyük Türk Ulusu". yazıyordu. Hikmet Tanyu 1944 yargılamasındaki savunmasında buna benzer örnekler vermiştir. İçlerinde kahvehanelerin ve toplu taşıma araçlarının dâhil olduğu, halkın bulunduğu yerlerde Türkçeyi hâkim kılmanın önemi üzerinde Türk Ocakları'nın 1927'deki kurultayında tartışmalar olmuştur. 1937 yılında bazı belediyeler "Vatandaş Türkçe Konuş" kampanyaları açtılar. Toplumda geçmişte yaşanan Vagon-Li hadisesinden dolayı temel değerlere karşı bir hassasiyet bulunuyordu. Yabancı sermayeye ait yataklı vagonların biletlerini kesen şirketin Beyoğlu şubesinde çalışan Türk memurun 22 Şubat 1933 günü müşterisiyle Türkçe konuştuğu için müdürünün hakaretine maruz kalmasının, Türklüğü tahkir edici sözler söylendiğinin gazetelere aksetmesi üzerine üniversite gençliğinin şirketin idare merkezi önünde yaptığı protesto gösterilerinden dolayı bölgede trafik saatlerce durdu. Gençler buradan Eminönü'ne doğru yürüdü. Bazı gençler gözaltına alınmış, Milli Türk Talebe Birliği'nin önderleri Tevfik İleri, Adnan Ötüken, Abidin Nesimi akranları arasında ön plana çıkmıştır. “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyası azınlıklar yanında muhacir olarak Türkiye'ye konuşmakta zorlanan kesime de yöneliktir. Bu hadiseden kısa bir müddet sonra Ankara'daki Yahudilerin toplanarak aralarında Türkçe konuşmaya karar verdikleri haberi gazetelere yansıdı. İstanbul'da Türk Dilini Yayma Birliği isimli bir dernek kuruldu. Birlik mensuplarından Ferit Aseo "Türk Dili ve Harsı"konulu bir konferans verdi. Cumhuriyetin ideolojisi üzerine akademik seviyede yerli ve yabancı ilim adamları tarafından çok sayıda araştırma neşredilmiştir. Bunların ekseriyetinin ortak noktaları, milliyetçiliğin ortaya çıkışı, gelişmesi ve evrilmesini ele alırken batılı normları metot olarak kullanmalarıdır. İsrailli bir araştırmacının, fotokopi ve dijital kullanımın yaygınlaşmadığı, araştırmacıların günümüzde sahip oldukları işlerini kolaylaştırıcı tekniğin yaygınlaşmadığı dönemlerde memleketimizdeki kütüphanelerde uzun süre çalışmadan, çok sayıda süreli yayını tarayıp inceleyerek sağ ve sol akımlar, Pantürkizm üzerine kitaplar neşretmesi dikkatimizi çekti. Bu araştırmalar ancak ham malzemeyi hazırlayan ekiplerin desteği ile ortaya çıkabilir. Prof. Dr. Jakop M. Landau’nun Pantürkizm isimli eserindeki yanlışlarına ve nesnel değerlendirmelerine müstear kullandığımız bir yazımızda işaret ettik. Günay Göksu Özdoğan Boğaziçi Üniversitesi'nde İngilizce hazırladığı doktora tezinde konuya oldukça tarafgir bakış açısıyla yaklaşmıştır. Türkçülük ve Türk milliyetçiliği farklı akımlar olarak değerlendirilmiştir, çünkü kullandığı format gereği böyle olması gerekmektedir. Kemalizm ve Mustafa Kemal hakkında olumlu düşünülmediğinden, Türkçülük yargılanırken esas gaye Cumhuriyetin bânisinin yıpratılmasıdır. Bu tez hakkındaki değerlendirme yazımız da cevapsız kaldı. Gençlik döneminde Atsız'la birlikte hareket eden, dergisi Atsız Mecmua'da makaleler neşreden Pertev Naili Boratav sonradan fikir değiştirmiş, DTCF'deki bazı meslektaşları ile görevinden uzaklaştırıldığı zaman mahkemede yaptığı savunması kitap haline getirilmiştir. Türk milliyetçiliğine eleştirel yaklaşan bu eser hakkında da bir değerlendirme yaptık. Boratav'la birlikte DTCF'den çıkarılan Niyazi Berkes, yaşlılık döneminde neşrettiği hatıralarında tasfiyeye uğramasının faturasını Türkçülere çıkarıyor. Hatıratında hissi hareket etmiş, ilişkili olduğu kişileri sivri dille, yakışıksız sıfatlarla anmaya bilhassa özen göstermiştir. Muarızlarına mesnetsiz suçlamalar yapmıştır. Üniversiteden tasfiyelerinde etkili olan İsmet İnönü'yü yalnız bırakmamak için Türkçüleri suç ortağı(!) yaparak onunla birlikte yargılamıştır. 1961 yılında Chicago Üniversitesi'nde Türk Liseleri ve Müfredat Programları üstüne bir doktora tezi yapan Richard E. Maynard, "Geleneksel dini eğitim yerine, laik bir ulusal eğitim yaratılmaya çalışılmış; fakat Türk milliyetçiliğinin, eğitimde önemli bir öğesi ırkçılık olmuştur" kanaatindedir. Atsız, 1944 yargılamalarında yaptığı savunmada şunları söylemiştir: “Savcının Anayasa'ya aykırı diye bize yapıştırmak istediği ırkçılığı devlet bilfiil tatbik etmektedir. MTA Enstitüsü ile askeri okullar ve hemşire okuluna ancak Türk ırkından olan öğrencilerin alınması; 2510 sayılı İskan Kanunu'nun 7, 9, 10, 11, 13 maddeleriyle İskan Muafiyet Nizamnamesi'nin 3 ve 4 maddeleri, Millet Meclis tarafından kanunla kabul edilen İstiklal Marşı'nın ve Harp Okulu Marşı'nın Türk ırkını terennüm etmesi, hep ırki görüşün mahsulleridir". Savunmasında Başbakan Şükrü Saraçoğlu'nun 5 Ağustos 1942'de Meclis'te söylediği nutuktaki sözünü tekrar etmiştir: "Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve lâakal o kadar bir vicdan ve kültür mes'elesidir". Saraçoğlu'nun, yaptığı konuşmadaki fikirleri uygulamalara intikal etmemiştir. İsmet İnönü, Zehra Önder'e verdiği mülakatta Turancılıkla ilgili olarak, "bu açıdan özel bir politika izlemedik. Ne savaş sırasında ne de savaştan önce ve sonra olsun, bütün Kemalist rejim süresince herhangi bir açıdan Turancı hedefler güttük" demiştir. Saraçoğlu, konuşmasında hükümetin politikasına değil kendi duygularına tercüman olmuştur. Cumhuriyetin başlangıç dönemi ile ilgili bazı tespitler yaptık. Bu örnekleri bazıları görmemekte ısrar ediyorlar: "Atatürk ulusçuluğu, ırk kökenine dayanan Gobineau'cu bir ulusçuluk değil, ırk birliği aramayan onun yerine ülkü birliği yani birlikte yaşama, ortak hedeflere yönelme istencini koyan modern Renan'cı bir ulusçuluktur." Milliyetçiliğe uzak duran, eleştiriler yöneltenlerden bu dönemin belirgin özelliklerini kabul edenler de var: “Türkçü-Turancı Türk milliyetçiliği, resmi milliyetçiliğin sapkın bir koludur. Vatan olarak bütün "Türklük dünyasını kabul etmesiyle resmi (Atatürkçü) milliyetçiliğin vatancı/Anadolucu çizgisinden ayrılır." Cumhuriyetin ilk dönemlerinde ekonomik sıkıntılara rağmen yabancı sermayeye ait olan bazı iktisadi işletmeler millileştirilmiştir. Bir Fransız şirketi olan Vagon-Li, yataklı ve yemekli vagonları bulunan demiryolu işletmesi 1893'ten itibaren Paris-İstanbul seferlerine başlamıştı. Avrupa'dan gelen yolcuların konaklamaları için Pera Palas oteli inşa edilmişti. 1933'te MTTB'nin organize ettiği öğrenci gösterilerinden sonra şirketin Türkiye'de işletmecilik yapmasına izin verilmedi.
·
1.068 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.