Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

ATSIZ-SABAHATTİN ALİ İLİŞKİLERİ Türk edebiyatının önemli isimlerinden Sabahattin Ali, önceleri dost olduğu Atsız'dan giderek uzaklaşmış, Ankara'da DTCF'de kümelenen Marksist öğretim üyelerinin dümen suyuna girmiştir. Hep Genç Kalacağım başlığıyla neşredilen mektuplarında düşünce dünyasındaki değişmelerin ve ahlaki yapısının izlerini görmek mümkündür. Milli Eğitim Bakanlığı'nca öğrenim için gönderildiği Almanya'dan geri çağrılmış, nüfuzlu dostlarının desteği ile yüksek öğrenimli olmadığı halde, elde ettiği bir belge ile 30.9.1930'da Aydın Ortaokulu Almanca öğretmenliğine tayin edilmiştir. Kısa bir müddet sonra öğrenciler arasında yıkıcı propaganda yapmaktan dolayı tutuklanmış, üç ay hapis yattıktan sonra Konya Ortaokulu'na nakledilmiştir. Atsız, Sabahattin Ali'yi 1926-1927 yıllarında Türk Ocağı'nda tanıdığını, orada açtıkları "Kızıl Elma" isimli odaya öğretmen okulu öğrencisi olan Sabahattin Ali'nin de devam ettiğini, lüzumundan fazla ve gürültülü konuşan, ağır sözlere bile kızmayan ve herkesle hemen laubali olan bir şahıs olarak tanıdığını belirtiyor. SABAHATTİN ALİ HAKKINDAKİ SORUŞTURMALAR Aydın'dan sonra Konya'da çalıştığı dönemde bir arkadaş toplantısında okuduğu "Memleketten Haber" adı taşlama tarzı şiirinde Atatürk'e hakaret ettiği gerekçesi ile 22.12.1932 tarihinde tutuklanmıştır. İlköğretim müfettişi Mehmet Emin Soysal ile Cemal Kutay'ın iftirasına uğradığını iddia etmiştir. Mahkemede suçu sabit görülerek on dört ay hapse mahkum olmuştur. Bu cezanın beş ayını Konya Hapishanesi'nde, geri kalanını Sinop'ta yattıktan sonra Cumhuriyetin onuncu yılı münasebetiyle çıkarılan afla 29.10.1933'te serbest bırakılmıştır. Vaktiyle Atatürk'e "koca teres" diyecek kadar hayasızlık gösteren ve Cumhurbaşkanı'na hakaretten mahkûm olan S. Ali'nin TKP ile ilişkili olduğu iddiasıyla gözaltına alınmasına rağmen, Ankara'dan gelen tepeden inme bir emirle serbest bırakılmasının sebebi öğrenilememiştir. Sonraki yıllarda Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisi'ne yardım teklifi hakkında bazı notların bulunması üzerine dönemin askeri savcısı Kazım Alöç'ün talebiyle İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından ani olarak yakalandığında, üzerindeki hatıra defterini ortadan kaldırmaya fırsat bulamamıştır. Bu sorgulamadan iki gün sonra İstanbul valisi Lütfi Kırdar'ın emriyle tahliye edilmiştir. Tahliyeden önce vali ile neler konuştuğu sorulduğunda: “Marko Paşa'nın neşriyatını DP aleyhine tevcih etmeleri halinde haftada 1500 lira para verilip, tahliye edileceğinin” söylendiğini belirtmiştir. Sabahattin Ali'nin Konservatuvarda öğretmenlik yaptığı dönemde öğrenci olan Aclan Sayılgan, "Hepimizin bildiği gibi bir Sabahattin Ali vardı. Hikâyeci, siyasetçi, solcu, Marko Paşacı galiba uzun yıllar bir de İnönücülük oynadığını” belirtiyor. Çok para harcadığı, şık giyindiği, iyi sigaralar içtiği, pahalı lokantalara gittiği biliniyor. 1945'te Bakanlık emrine alındığında memuriyetten ayrılmış, İstanbul'da muhalif çizgide gazete ve dergiler çıkarmıştır. Marko Paşa'nın bir süre yazı işleri müdürlüğünü yapan tiyatrocu Mücap Ofluoğlu, "Aziz Nesin bir halk adamıdır. Sabahattin Ali'nin kentsoylu tavrını fizyonomisinden, giyinişinden oturup kalkışından, kültüründen ve konuşmalarından, hatta eğlencelerinden görmek mümkündür. Bizim, yani Rifat Ilgaz, Mim Uykusuz, Şerif Hulusi'nin, çok seyrek de olsa Aziz Nesin'in çıktığımız ucuz meyhanelere, tavernalara uğramazdı. O durumu iyi, parası bol dostlarıyla Degüstasyon, Tokatlıyan, Park Otel gibi yerlere giderdi. Sırtında şık paltosu, başında rölö ve gri şapkası, kimi zaman papyon kravatı, ince madeni çerçeveli gözlükleri ve elinde mutlaka bir iki kitap ya da çantası ile Sabahattin Ali. Bu görünümü ile de yazardan çok, bir diplomatı andırırdı" diyor." Çıkardığı dergiler ve gazeteler kapatılınca nakliyecilikle uğraşmış, etrafındaki çemberin daraldığını hissedince, tek çıkar yolun ülke dışına çıkmak olduğunu düşünerek hapisteyken tanıştığı bir berberin bulduğu Ali Ertekin isimli şahısla çıktığı yolda 2.4.1948'de, Kırklareli dolaylarında öldürülmüştür. Sabahattin Ali'yi yakından tanıyan gazeteci Hıfzı Topuz, öldürülmesindeki esrar perdesini aralamaya çalışmıştır. Dostları arasında “Bibi” lakabıyla tanınan S. Ali'nin ölümünden yıllar sonra İstanbul Emniyet Müdürlüğü I. Şube Müdür Yardımcısı, komünistlerin korkulu rüyası Parmaksız Hamdi, Mehmet Ali Cimcoz'a: "Cinayeti işleyen polis değil, MİT'tir. İnfaz emrini veren de gazeteci yazar, CHP'de üst düzeyde bir kişidir. Zaten bu emri veren politikacı da daha sonra feci şekilde öldürüldü, adını veremem" demiştir. Hasan Ali Yücel'in Atsız'ın açık mektuplarına tepkisi farklı olmuş, bilgisi dahilinde, Özel Boğaziçi Lisesi'ndeki görevine gerekçe gösterilmeden 7.4.1944 tarihinde son verilmiştir. Arkasından ikinci hamleyle Orhun dergisi Bakanlar Kurulu kararı ile kapatılmıştır. Sıkıyönetim sebebiyle basına sansür uygulaması devam ediyordu. Şimdiye kadar rejim, yönetim ve devlet adamları hakkında böyle açık bir tenkit görülmemişti. Açık mektupta itham edilen isimlerden Devlet Konservatuvarı öğretmeni Sabahattin Ali, Milli Eğitim Bakanı Yücel, Ulus gazetesi başyazarı Falih Rıfkı Atay'ın teşvikiyle Ankara'da eski dostunu mahkemeye verdi. Bu tahriki bilahare savcıya ve Orhan Şaik Gökyay'a itiraf etmiştir. Bu dönemin siyasi ortamını iyi bilen Orhan Seyfi Orhon gazetedeki fıkrasında, 1963'te cereyan eden siyasi hadiseler hakkında Falih Rıfkı'nın yazdıklarını mukayese ederek, geçmişte ve şimdi aynı şeyleri söylediğini belirtmiştir. "Komünist bizim solumuzdaki ileri görüşlü adamdır!" dediğini, bu fikirle Sabahattin Ali'yi himaye ettiğini, komünizm suçundan mahkum olmuşken ona resmi hizmette iş bulduğunu, nihayet nefret ettiği müfrit bir milliyetçiye karşı onu mahkemeye gitmeye teşvik ettiğini, Ankara’da nümayişlere sebep olduğunu, Türkçülerin ırkçılıkla suçlanıp tevkifinin bu yüzden yapıldığını, Sabahattin Ali'nin ondan gördüğü iyiliğe müteşekkir olarak komünist propagandadan vazgeçmediğini, yayınladığı komünist dergilerin meydanda olduğunu ifade etmiştir. Falih Rıfkı Atay, II. Meşrutiyet döneminde Genç Kalemler, Yeni Mecmua dergileri ve Türk Ocağı çatısı altında Türkçülük duyguları ile beslenmiştir. “1923'te Atatürk, Meşrutiyet kuşaklarının akıllarına dahi gelmesine imkân olmayan devrimlerini tasarladığı vakit, ona inanarak sarılanlar hep Türkçüler olmuştu” sözleriyle eski nesil Türkçülere sempatisini göstermesine rağmen, 1944'te en sert yazıları kaleme almış Atay ile Atsız arasındaki mücadele eskidir. Atsız, Atsız Mecmua'da yeri geldikçe Cumhuriyet rejiminin dış rüzgârların tesiriyle arzu edilmeyen yönlere savrulmasını önlemek gayesiyle, mütevazı konumuna rağmen, gerekli uyarılarda bulunmuştur. Bu uyarılarından birinde isim vermeden Atay'ı eleştirmiştir. Atay, gazeteci olarak gittiği ülkeler hakkında maksadı aşan övücü ifadelerle yüklü kitaplar yazmakta idi. Mussolini'nin ülkesi İtalya'yı Arnavutluk ile mukayese etmişti. Atay, Sovyet Rusya izlenimlerini “Rusya Mektupları” başlığı ile Hakimiyeti Milliye gazetesinde neşretmişti. Atsız, Atay'ın totaliter rejimleri övücü ifadelerinden memnun olmamış, kitabı çıkmadan önce Atsız Mecmua'da imzasız bir yazıyla eleştirmiştir: "Moskova ve Roma değil Dumlupınar ve Lozan'a gidiyoruz. Türk milleti fedakârlık ve kahramanlıkta örnekler peşinde koşan bir moda kuklası değildir. Tek başına tarih, tek başına istila ve tek başına inkılap yapmış, kendi göbeğini kesmiş bir milletiz. Bunların sandığı ve hülyalandığı gibi kızıl ve kara rejimlerle değil Türk milletinin yarattığı alkanlı Sakarya ve alkanlı Dumlupınar ve alkanla kazanılmış Lozan'a gidiyoruz." Bu düşünceleri açıklamak dönemin şartlarında oldukça yürekli olmayı gerektirmektedir. Bu makaleden sonra Atay, Rusya intibalarını kitap haline getirmiş ve Atsız'ın tarizlerine cevap vermemiştir. Atay'ın 1932'de neşredilen Moskova-Roma isimli eserindeki Sovyetlere hoşgörülü yaklaşımı, ileride onu tatsız bir teklife muhatap kılmıştır. Soğuk Savaş dönemi Türk-Rus ilişkileri üzerine yazdığı eserini Rus arşiv belgelerine göre hazırlayan Azerbaycanlı ilim adamı Cemil Hesenli’ye göre Atay, 1934 Ağustos ayında Sovyet Sosyalist Yazarlar Birliği'nin kurultayına iştirak ettiği zaman, bir Komintern ajanının işbirliği teklifiyle karşılaşmış, Moskova sefirimize bilgi vererek toplantının sonuçlanmasını beklemeden Türkiye'ye dönmüştür. Hesenli, Ankara'daki Rus elçisinin merkeze gönderdiği raporlara istinaden Atay'ın, İngiltere'den birçok defa ve İngiltere Dışişleri Bakanı A. Eden'in Türkiye'ye yaptığı ziyaret sırasında para aldığına işaret etmiştir. Atsız, Edirne milletvekili Şeref Aykut ve Ahmet Muhip Dıranas ile uzun süren bir tartışma yapmıştır. Bu tartışmalara Atay ile Naşit Hakkı Uluğ da katılmıştır. Atsız'ın açtığı davada milletvekili dokunulmazlıkları sebebiyle yargılanmaktan kurtulmuşlardır. Bu ikili ile hesabının kapanmadığını, mebusluklarının bittiği gün ileride mahkeme hakkını kullanacağını belirtmesinin ve, "mebusluk ebedi bir muska olmadığı için günün birinde Falih Rıfkı Bey de altı ay hapis ve 200 lira para cezasına çarpılacak demektir. Her ne kadar mebusların dolgun bir tekaüt maaşları olduğu için bu 200 lira onun bütçesini sarsmazsa da; ihtiyarlıkta altı ay hapis sıhhatini epeyce sarsacaktır" biçimindeki ifadesinden hiç hoşlanmadıkları aşikârdır. Atay, günün gelişen aktüel hadiselerinin fırsat verdiği ölçüde Türkçülük fikriyatına ve mensuplarına saldırılarını sürdürmüştür. Atsız, şahsının da konu edildiği bu saldırılara, kendi yayın organının bulunmadığı dönemlerde bile anında cevap vermeyi ihmal etmemiştir. Sabahattin Ali'yi tahrik ederek dava açmaya yönlendiren Yücel, zamanı geldiğinde onu 1946 yılında vekalet emrine almakta tereddüt etmemiştir. Marko Paşa'nın 10.3.1947 tarihli nüshasının “Marko Paşa Ansiklopedisi” başlıklı bölümünde çıkan "Falih Rıfkı'nın apartmanlarından aldığı kiralarla ne kadar sıkıntı içinde olduğunu biliyor musunuz?" başlıklı yazıdan dolayı açtığı dava sonucu gazetenin sorumlusu olarak üç ay hapse mahkûm olmuştur." Atsız-Sabahattin Ali Davası 26.4.1944 tarihinde görüldü. Atsız, 24 Nisan günü Ankara garında heyecanlı, kalabalık bir gençlik kitlesi tarafından karşılandı. 26.4.1944 sabahı duruşma salonu öğrenciler tarafından doldurulmuş, mahkeme heyeti salona pencereden girmek zorunda kalmıştır. Kalabalık ve izdiham yüzünden duruşma öğleden sonra başladığında savcı iddianameyi okumuş, Sabahattin Ali dinlendikten sonra dava 3 Mayıs'a bırakılmıştır. Atsız, duruşmada Sabahattin Ali'nin Atatürk aleyhinde şiir yazdığı ve mahkûm olduğunu belirtmiş, karşı taraf ise bu iddiayı reddetmiştir."¹ Gençler davadan sonra Atsız'ı yanlarına alarak Gençlik Parkı'na kadar yürüyüp bir müddet birlikte oturmuşlardır. 3.5.1944'te davaya devam edilmiş, Atsız'ın sözleri alkışlar ve “Kahrolsun Komünistler" sloganıyla kesilmiştir. Protestoların koridorları ve caddeyi dolduran kalabalığa intikal etmesinden sonra dışarıda yükselen galeyanın etkisiyle yürüyüş kolu oluşmuş, halkın katılımıyla büyüyen kafile Ulus Meydanı'na yönelmiştir. Meydanda İstiklal Marşı söylenmiş ve heyecanlı konuşmalar yapılmıştır. Meydana yakın bulunan Başbakanlık önünde Saraçoğlu lehinde tezahüratta bulunulmuş, Adliye binası önünde Sabahattin Ali’nin ele geçen kitapları yakılmıştır." Nihal Atsız, mahkeme binasından çıktıktan sonra çevresi ülküdaşları tarafından kuşatılmış, zorla omuza alınarak Gençlik Parkı'na gidilmiş, çevrede bulunan fotoğrafçılar Atsız'la yüksek okul öğrencilerinin grup resimlerini çekmişlerdir. “Dava yaratmak için yaratılan dava” ilk gayesinde muzaffer olmuştu. İran'da, Yunanistan'da kızıl istilaya mukavemet şuuru o gün çimlenmiş, Batı âleminin bugünkü mücadele mekanizmaları “Türk milli ruhunu”nun o günkü şahlanışını cihanşümul kavgalarına temel yapmışlardır. Savaş sebebiyle sıkıyönetim uygulaması devam ediyor, yürürlükte olan Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu en yüksek mülki amire (vali veya kaymakama) “zanlıyı” veya “zanlıları” altı ay gözaltında tutmak yetkisini tanıyordu. Gerektiğinde bu süre, bir o kadar da uzatılabiliniyordu. Hürriyetlerle ilgili bu kısıtlamalara rağmen gençliğin kendiliğinden gelişen bu tepkisi kitle hareketlerine dair değerlendirmelerde bütün ihtimalleriyle ele alınmamıştır. CHP'nin organize ettiği başka bir gençlik hareketi ile, 4 Aralık 1945'te Tan gazetesi binası, solcu yayınların satıldığı ABC, Berrak, Lena gibi kitabevleri tahrip edilmiştir. Siyasi iktidar önceden hazırladığı, Türk milliyetçisi olarak bilinen önemli fikir adamlarının da aralarında bulunduğu bir grubu tutuklamak için aradığı bahaneyi 3 Mayıs gösterisiyle bulmuş, milliyetçiliğe karşı yürütülen Haçlı seferlerinin öncü kadroları İnönü, Yücel, Falih Rıfkı ve Ankara valisi Nevzat Tandoğan harekete geçmişlerdir. Tutuklamaların zamanlaması ve kamuoyuna büyütülerek sunulması bir grubu cezalandırmak değil, Sovyetlerin gözüne hoş görünmek amacıyla yapıldığı intibaı vermektedir. Gösterilerde yakalanan gençler polis merkezlerine götürülmüştür. Fotoğraflardan ve isim tespitlerinden yola çıkılarak o gece ve ertesi günü çok sayıda öğrenci gözaltına alınmıştır. Sıkıyönetim uygulaması ve tek parti döneminin baskı rejimi sebebiyle 3 Mayıs hadiseleri günlük basına aksetmemiştir. Ertesi günü çıkan Ulus'ta Sabahattin Ali'ye neşir yoluyla hakaret davasına devam edildiği haberi çıkmıştır. Ankara'da cereyan eden Cumhuriyet tarihinde eşi görülmemiş gençlik protestosu gazete sayfalarında yer almamıştır. "Sıkıyönetim sebebiyle tutuklama haberleri gazetelere yansımadı. İktidar yanlısı ve Türkçüleri sevmeyen Atay, hadiseler üzerine Ulus'taki başyazılarında olaylara işaret etmiş, yazısının başlığını resmi, yetkili birinin kullanabileceği bir hitapla seçmiş ve milliyetçiliği Romanya'daki Gardistlik ve Rusya'daki Troçkistlikle mukayese etmiştir.” Atay Ulus'ta ertesi ve daha sonraki günlerdeki yazılarında aynı temayı işlemiş, resmi görüşün tercümanı olmuştur.” İnönü'nün 19 Mayıs'ta söylediği nutuk tam metin olarak gazetelerde çıktı ve yorumları yapıldı.Bütün eğitim yöneticileri, üniversite öğretim üyeleri, öğretmenler: “Aldıkları direktife göre çalışacaklarını bildirerek haklarında gösterdiği yüksek iltifat dolayısıyla millî şefe minnet ve şükranlarını” bildirdiler." Bu nutuk eğitim materyali telakki edilerek Milli Eğitim Bakanlığı Tebliğler Dergisi'nin 26.6.1944 tarih ve 282 sayılı nüshasında aynen neşredilmiştir. Aynı sayıda Hasan Âli Yücel imzasıyla neşredilen 26.6.1944 tarih ve 797/13 sayılı Talim ve Terbiye Dairesi çıkışlı genelgede, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı'nda Milli Şef Reisicumhur İsmet İnönü tarafından okunan nutuk metninin bütün teşkilata tamim edildiği belirtilmiştir. Genelgede, “Irkçılık-Turancılık hareketinin altı ilkeden bir kısmını ihmal ederek bilhassa milliyetçiliği almış olmakla, milli birlik ve beraberliğe tecavüz eden bir fikri açığa vurduğu" yorumu yapılmıştır. 1944-1945 öğretim yılının ilk gününde, ilkokulların son iki sınıflarında öğrencilere okutulup anlatılması, orta okullarla liselerin, öğretmen okullarının, teknik öğretim kurumlarının ve köy enstitülerinin bütün sınıflarında okunması ve izah edilmesi, yüksek okullarla, yüksek teknik eğitim kurumlarının, fakültelerin, köy enstitüsü yüksek kısmının açılış derslerinde okunması ve bu derslere konu edilmesi istenmiştir. Ayrıca ilkokul ve ortaokullarda Yurt Bilgisi derslerinde, lise ve benzeri okulların Sosyoloji, Tarih ve Türk İnkılap Tarihi derslerinde öğretimin, nutukta yazılı esaslara göre yapılması, metnin muhtelif parçalara bölünerek üstünde durulması, öğrencilere nutuktaki fikirler etrafında ödevler verilmesi talep edilmiştir. Yüksek öğretim kurumlarının Ahlak, Sosyoloji, Türk İnkılap Tarihi ve Türkiye Cumhuriyeti Rejimi dersleri öğretim üyelerinin bu nutkun ruhuna göre halkın rahatça okuyabileceği broşürler hazırlayarak basılmak üzere resmi yoldan Bakanlığa göndermeleri duyurulmuştur. Lise mezunlarının katılmakla yükümlü oldukları olgunluk imtihanının 1944 yazında yapılanında İnönü'nün 19 Mayıs'ta Ankara Stadyumu'nda yaptığı konuşma Kompozisyon sorusu olarak sorulmuş ve öğrencilerden ne anladıklarını yazmaları istenmiştir. Robert Kolej öğrencisi Moris Gabbay ve çoğu arkadaşı imtihan kağıdını "Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti, Yaşasın Milli Şefimiz İsmet İnönü” ifadesiyle bitirmiştir. Eski tüfek İlhan Başgöz, ileri yaşlarında kaleme aldığı hatıralarında çektiği sıkıntılardan dolayı bir ölçüde makul görülebilecek öznel değerlendirmeleri yanında çokça tarihleme hatası yapmıştır. İnönü'nün tarihi nutkunu söylediği 19.5.1944 akşamı DTCF'de düzenledikleri toplantıyı Talebe Cemiyeti başkanı olarak açtığını, Hasan Âli Yücel'in konuştuğunu belirtiyor. Ankara'da DTCF'li öğrencilerin ağırlıklı oldukları TKP'nin yan örgütü Türkiye Gençler Derneği mensuplarının DTCF öğrenci derneğini ele geçirmelerine bakılarak Atsız’ın açık mektuplarındaki uyarılarının ne kadar haklı olduğu ortaya çıkıyor. Sonraki yıllarda bu nutkun tahlili yapılmıştır. Nutkun başında "Nihayet on sene zarfında Türkiye'de ilköğretim meselesinin halledilmiş olacağını açık ve kesin olarak görebiliyoruz” ifadesinin millete sunulan yaldızlı yalanlardan biri olduğu, 1951'de hala halkın ancak %40'ının okuma yazma bildiği belirtilmiştir. İnönü bu açıklamaları Köy Enstitüsü uygulamasının başarılı olacağı ve çok sayıda öğretmen yetiştirileceği varsayımına göre yapmış, iktidarı sona ermeden bu okullarda önemli yapısal değişiklikler olmuştur. Nutukta Türkçülere yöneltilen suçlamalar paragraf paragraf ele alınarak çürütülmüş, isim vermeden zikrettiği Dr. Rıza Nur hakkında söyledikleri daha önceki nutukları ile karşılaştırılarak çelişkileri ortaya konulmuştur. Nurettin Artam (T. I.-Toplu İğne), "İki Olumsuz" başlıklı yazısında "Birisi bilindiği gibi Adsız'dır. Adsız eski Türk tarihinde kendi adını kendi hareketleriyle kazanacak olan küçük çocuğa denirdi. O küçük kardeş, yiğitlikler, kahramanlıklar yapar ve kendine yaraşacak adı kazanırdı. Bugün o soyadı alarak kullanan adam, yiğitlik ve kahramanlığın tam tersini yapmış, fakat gene: adını almıştır. Adsız'ın ne ve kim olduğunu merak edenler millî önderin 19 Mayıs söylevini dikkatle iki defa okuyabileceklerini" yazıyordu. İnönü nutkunda Türkçülük ve Türkçüler aleyhinde, “Kanun tedbirleri en sonra gelir. Bu tedbirlere sıra geldiği zaman, az çok geç kalınmıştır... Ve elbette ilâçlar ister istemez acı, sert olacaktır." muhtevalı ağır sözler söylemiştir. Devlet reisi insafsız ve peşin hükmünü, dünyanın önünde açıklamaktan çekinmemiştir. Bu sözleri ifade ettiğinde henüz gözaltında olanlar hakkında hazırlık soruşturması yapılıyor, hukuki olarak deliller toplandıktan sonra suç unsuru ortaya çıkarsa dava açılması gerekiyordu. Devam eden bir soruşturmada yetkili kişilerin görevlileri etki altında bırakmamak için konuşmamaları ve fikir beyan etmemeleri hukukun en basit kurallarının başında geliyordu. CHP'den milletvekili seçilen Orhan Seyfi Orhon meşhur Hicivler kitabında buna dokunmuştur: Sen demek Türkçüsün? Öyleyse neden Türkçüleri En şenî bir komünist uğruna attın hapse? O nutuk neydi? O ev basma, o işkence neden? Türk'ü Allah korusun, Türkçülüğün böyle ise... Hasan Âli Yücel, Kenan Öner ile davası sırasında bazı ithamlarda bulunduğunda Nejdet Sançar, kısa bir mülakatla Behram Kür'ün sorularını cevaplandırmış, 19 Mayıs 1944 nutkunu Cumhurbaşkanına söyleten, yanlış malumat verenlerden biri olduğuna işaret etmiştir. Niyazi Berkes, hiç sevmediği İnönü’nün iktidarı için her şeyi yapabileceğini, İngilizlerin baskısı üzerine Mareşal Fevzi Çakmak ile yardımcısı Orgeneral Asım Gündüz'ü, emekliye zorladığını, Almanların yıldızının sönmesi üzerine Sovyetlere yaranmak gayesiyle Dışişleri Bakanı Numan Menemencioğlu’nu Paris Büyükelçiliği'ne göndererek merkezden uzaklaştırdığını, hatta Başbakan Şükrü Saraçoğlu'nu bile tasfiye edebileceğini hatıralarında yazıyor. Tavizlerin arkası gelmediği için Menemencioğlu’nun Paris'teki poker borçlarının bile devlet tarafından ödendiği söylenmiştir. Berkes, başta Atsız olmak üzere Türkçü ve Turancılara karşı duyduğu derin nefreti saklamakta beis görmese de 3 Mayıs hadisesinin farklı bir analizini ve doğru tespitler yapmıştır: “hiçbir siyasi ve militer etkinliği olmayan bir profesör, iki toy subay, bir iki öğretmen ve birtakım şüpheli kişiden oluşan bir grup bunca tehlikeli görünmüş de, açıkça Nazilik, ırkçılık, Turancılık doğrultusunda faaliyetleri bilinen ünlülere dokunulmamış” demekle yapılan işin su götürdüğünü belirtmiştir. Atsız'ın Sabahattin Ali ile arasındaki dava da 9 Mayıs tarihinde sonuçlanmış, Atsız karşı tarafa “vatan haini” dediği için 6 ay hapis ve 100 lira para cezasına mahkûm edilmiş, ceza hakim tarafından milli tahrik gerekçesi ve mazisi nazarı dikkate alınarak 4 ay hapis ve 66.60 lira para cezasına indirilerek tecil edilmiştir. Bu tarihlerde gazeteler Ankara'dan gönderilen bir talimatla manşetlerine Türkçülüğü yeren ibareler koymuşlardır. Türkçülere yönelik bu sistemli faaliyetlerden ve bilhassa Ulus gazetesinin tutumundan aklıselim sahibi CHP'liler rahatsız olmuşlar, Hikmet Bayur parti grubuna bir önerge vererek Ulus'ta yapılan neşriyatın gerekçesinin açıklanmasını istemiştir. CHP Parti Grubu 16.5.1944'te Bayur'un önergesini görüşmüştür. Milletvekilleri Ulus'un mahkemeyi etki altında bırakan, Türkçülük aleyhindeki neşriyatından duydukları rahatsızlığı beyan etmişlerdir. İçişleri Bakanı Hilmi Uran, tenkitlere cevap vermekte güçlük çekmiş esas muhatap Yücel'i incitmeyecek açıklamalar yapmaya çalışmıştır. 19.5.1944'te Cumhurbaşkanı İnönü'nün konuşmasından sonra önceden planlanan şekilde hareket edilerek soruşturmalara başlanmış, ülkenin her yerinde tutuklamalar yapılmıştır.
·
1.293 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.