Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Öner, medeni cesaretiyle Yücel döneminin genel eleştirisini yapmıştır. Şu tespiti çok dikkat çekicidir; "vekâletiniz hesabına yazdırılarak bastırılan kitaplar, inkılap tarihi ismi ile üniversitede okuttuğunuz dersler, resmi ve en salahiyetli ağızların irat ettiği nutuklarla memleket gençliğini Türkçülükten başlayarak ırkçılığa, Turancılığa kadar sürükleyen partiniz veya bakanlığınız olmuştur.” Öner, ayrıca Milli Eğitim Bakanlığı'nın komünistlerin sığınağı haline getirildiği, 1944'te Sabahattin Ali'nin Nihal Atsız'a dava açmaya kışkırtıldığı, polisin suçsuz göstericilerin üzerine gitmesine yol açıldığı, 23 gencin işkence görmesine ve cezalandırılmasına neden olunduğu iddialarında bulunmuştur. Behice Boran doktorasını Amerika'da tamamlayıp yurda döndüğünde, Milli Eğitim Bakanı Yücel, ilgili genel müdür Cevat Dursunoğlu'nun bütün isteksizliğine rağmen DTCF'ye doçent olarak tayin edilmesini sağlamıştır. Boran da vekâlet emrine alınmasına himaye edildiğini belirtmiştir. Çoğunluğunu 1944 sanıklarının teşkil ettiği Nihal Atsız, İsmet Tümtürk, Necdet Özgelen, Nejdet Sançar, Hüseyin Namık Orkun, Osman Yüksel Serdengeçti, Zeki Sofuoğlu, Hikmet Tanyu ve Ziya Karamuk ile daha başka birçok tanınmış isim Öner'in savunma tanığı olarak ifade verdiler. H. A. Yücel, 1944 hadisesi sırasında gazetelerde çıkan yazıların toplandığı, Irkçlık-Turancılık adlı eseri Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü yayınları arasında neşrettirdi. Eserin tanıtımı Ulus'ta yapıldı. Olayın bütün teferruatı ile kamuoyuna açıklanmadığı sırada sadece siyasi demeçlere dayanılarak yapılan mesnetsiz suçlama ve değerlendirmeleri ihtiva eden yazıların bulunduğu bu eser ancak DP iktidarının ikinci yılında okul kütüphanelerinden çıkartılabildi. Yücel'in himaye ettiği bilinen DTCF'de görev yapan solcu öğretim üyeleri tarafından çıkarılan Yurt ve Dünya ile Adımlar dergilerinin yayın faaliyetlerine kendiliğinden son verilmesi hususunda naşirlerinin ikna edildiği bilinmektedir. Pertev Naili Boratav'ın belirttiğine göre, Yücel, Maarif Vekili iken söz konusu iki derginin sahibi olarak görünen öğretim üyelerini makamına çağırarak provokasyonlara meydan vermemek, maarif politikasında yapılacak mühim işlerin engellenmesini önlemek için onlardan dergilerinin yayın hayatına son vermelerini istemiştir. Bunun sadece bir tavsiyeden ibaret olduğunu belirtmeyi de ihmal etmemiştir. TKP üst yönetiminin özel izniyle çıkan Adımlar ve Yurt ve Dünya dergilerinin tavsiyenin kabul edilip kapatılmasının sadece bir temenni sonucu gerçekleştiğini söylemek güçtür. Yücel ile bu ekip arasında daha başka ilişkiler bulunduğu akla gelmektedir. 1944 hadiseleri hakkında geniş bir araştırma yapılmamıştır. Bu hareketin insan hakları ihlali, Türk milliyetçiliğinin geleceğini olumsuz etkilemesi hususlarında derinlemesine inceleme yapmak gerekmektedir. Sıkıyönetim yasakları sebebiyle sansür uygulamasından dolayı basında çıkan haberlerin mahiyeti davanın açılış amacına uygun ve yönlendiricidir. 13.5.1944'te Ankara'da Konservatuvar civarındaki açık kahvelerden birinde birkaç tanıdığı ile oturmuş nargile içerken vilayete davet edilerek gözaltına alınan; duruşmalar süresince Tophane askeri cezaevinde tutulan, Türkçüler arasında nükteleriyle tebarüz eden Orhan Şaik Gökyay bu yönüyle hapishanenin kıralı olmuştur. Mahkemede sorgular tamamlandıktan sonra savcının yeni iddianamesine göre savunmalar yapılmıştır. Gökyay'ın savunması bir hiciv örneğidir. Tutuklanmasına sebep olan Atsız'ı evinde misafir etmesini insani ilişkilerle mükemmel şekilde izah etmiş; suç isnat edilen Nejdet Sançar'ın mektubunda yazdığı tekerlemenin hazırlık tahkikatı esnasında ne kendisine ne de Sançar'a bir kerecik bile sorulmadığını belirterek iddia makamına sorular yöneltmiştir. Savunmasının girişi dikkat çekicidir: "Ben, vatanın dört bucağında on yedi yıldır alnının akıyla Türk milletinin hizmetinde şerefli bir öğretmen olarak çalışan ben... On yedi yıldır ne şerefine ne vatanının ve milletinin şerefine kendi aczi dâhilinde leke sürdürmeyen ben... Şerefi, haysiyeti, adı aylardır darağacında sallandırılan ben yani bugün artık her iki manada adı çıkmış ve çıkarılmış olan Orhan Şaik Gökyay karşınızda yeryüzünde işlenebilecek olan suçların en zelili, en iğrenci, en şerefsizi ile vasıflandırılmış olarak, vatan haini ithamı altında bulunuyorum. Bir madalya takar gibi bir sadaka verir gibi vicdanınız ürpermeden bana yakıştırılan bu kirli ve çirkin emaneti daha layığına verilmek üzere verenlere iade ediyorum." " Cezaevindekiler arasında kararın açıklanacağı tarihi tahmin etmek üzere yapılan yarışmada en yakın tespiti yapan Cihat Savaş Fer ortaya konan portakal ödülünü kazanmıştır. Gökyay, okuduğu savunması hakkında arkadaşlarının yazılı görüşlerini almış ve arşivinde muhafaza etmiştir. Ayrıca mahkeme sonuçlanıp beraat ettiğinde kendisini arayan, ziyaret eden bütün dostlarına mektupla teşekkür etmiştir. Elle yazdığı teşekkür mektuplarının kopyaları da saklanmaktadır. 1944 yargılamasının duygusal havasını aksettirmesi bakımından en güncel vesikalar olan mektuplar: Çok Değerli Kardeşim Orhan Bey 21.2.1945 Çarşamba günü yalnız kendinizi değil, hatta bizleri değil, büyük bir davanın bir milletin davasını müdafaa eden asil vakur sesinizi tefrikine benim kalemimin yetinmeyeceği derin bir heyecanla dinledim. Hiç eğilmeyen o dimdik başınızla, sizi tarihin pek az isimlerini kaydettiği büyük dava sahiplerinin başında yürüyen bir kahraman olarak seyrettim. Namus, fazilet ve milliyet sevgisinin bir yadigarı olarak en mahrem bir hazinemde saklayacağım. Benim bir gizli hazinem göz bebeklerimin arkasında küçücük bir yerdedir. Fakat ben o esrarlı odada bütün kainatı saklayacak kadar genişliğe ve imkânlara sahibim. Sizin seyrettiğim o asil çizgileriniz bana mahsus olan ve benden başka hiç kimsenin giremeyeceği kadar mahremim olan burada ebediyen kalacaktır. Orhan Bey, Ben mesleğim ve hayatım ve hatta yaradılışım itibarı ile kaba, materyalist bir insanım. Bizler biraz az işitir ve az heyecan duyarız. Doktorların hissizlikleri, elim bir ızdırap karşısında lakaydileri meşhur darbımeseller haline gelmiş bulunmaktadır. Ben de onlardan biriyim. Katı yürekli, güçlükle heyecana gelebilen bir ruhun sizin hakkınızda söyleyebilecekleri şeylerin hangileri bir hakikati ifade edebilir. Ve bilhassa benim gibi hayatı bütün çirkin ve pis telakki edilebilen maddelerin tetkiki içinde geçmiş olan bir insanın ruhunda güzellikleri, iyilikleri, faziletleri duymak his ve eğer az çok bir şey duyabilirse onu en güzel kelimeler, ve sözlerle ifade edebilmek kudreti olmayan bir insan sizin o emsalsiz sözleriniz hakkında size ne söyleyebilir! Ben zamanımızda bir hitabet mektebi vazifesini de görmüş olan Türk Ocağı kürsülerinde memleketin söz söyleyebilenlerinin hemen hepsini dinlemiş bulunuyorum. Cumhuriyet devrinin en büyük hatibi olan Cavit Bey hem serbest kürsülerde ve hem de ertesi gün idam sehpasına çıkmak üzere hükmünü değiştirebilmek için beyhude çalıştığı ve ben tabiii olarak en son kudret ve belagatini kullandığı İstiklal Mahkemesi huzurunda söz söylerken gördüm ve dinledim. Yine memleketimizin tanınmış kalem sahiplerinden Hüseyin Cahit'i de İstiklal Mahkemesinin huzurunda kendisini müdafaa ederken gördüm ve dinledim. Şimdi bütün bunlarla mukayese edilemeyecek kadar muhteşem bir feveranın karşısında kaldığımı söyleyecek olursam belki yanlış bir ölçü kullanmamış olabilirim. Azizim Orhan Bey; Hayat bizim dilimizde ve kafalarımızın içinde aksülamel yapan bir unsur olarak anlaşılır. Cansız eşya ile canlı eşya işte bu hadise ile birbirlerinden ayrılırlar. Binaenaleyh hayat demek aksülamel yapabilmek kabiliyeti olmak demektir. Bir fert için kıymetli olan bir unsur bir millet içinde çok hem pek çok lüzumlu ve kıymetlidir. Siz o günkü sözleriniz, tavırlarınız, edanız ile böyle bir hayat aksülamelinin insan tarihinde eşine nadir tesadüf edilen en mümtaz bir numunesini vermiş bulunursunuz. Ben sözlerinizin, sizin ve bizim davamızın doğruluğunu ispat edip etmeyeceğine, hakimlerin verecekleri hükümler üzerine yapacakları tesirlere hiçbir kıymet ve ehemmiyet vermiyorum. Ben sizin... cezaevindeki arkadaşlarınızın değil... milletdaşlarımızın değil dünyada yaşayan bütün insanların hepsine pek üstün bir hayat aksülameline malik bulunduğunuzu gösteren o cesur ve kahraman ve aynı zamanda ... ve güzelliklerle bize bahş ve Allah'ın her kuluna nasip olmayan mümtaz bir hilkat mahsulü olan müdafaanamenizi dinlerken kendimden geçmiş gözlerim yaşlı olarak bir vecd ve istiğrak halinde bulunuyordum. Onun için muhiti pek göremedim ve işitemedim. Fakat masum ve günahsız insanlara karşı kötülükler irtikabından haya hissi duymayan Alöç'ün mosmor bir renk almış olan yüzünün renk ve çizgilerini de hiçbir vakit unutmaklığıma imkân yoktur. Orhan Bey; Mesafeler içinde birbirini hatta mevcudiyetlerinden haberdar olmayan ağaçlar üzerine kışın fırtınalı, boralı ve tipili günlerinden sonra bahar çiçekleri açarlar. Zaman zaman esen ilkbahar rüzgarları bazen bu çiçekleri dalları büyük bir hoyratlık ile sarsarlar ve hatta kırarlar. Bazen bu güzel ağaçları kökleri ile söküp uzaklara atarlar. Fakat bu çiçekler içinde saklı duran ve gözle görülmeyecek kadar küçük olan canlı bir toz parçası başka başka bir ağacın çiçeğini mutlaka bulur, ve onun sevgiyle dolu ağuşuna sığınır. Fırtına yaptığı kötülükle kalır. Sevgililer yine buluşurlar, sevişirler ve yeni bir hayatın meyvesini yaparlar, ve yine fırtınalara göğüs geren ağaçlar, ormanlar dünyayı süslerler. Çünkü sevgi ve hayat fırtınalardan kasırgalardan daha büyüktür. Dünya kasırgalar için değil hayat içindir. Hayatı doğuran sevgidir. Onu yok etmek isteyen fırtınanın afili uğultusu, şimşeklerin parıltısı, gök gürültülerinin boğuk meçhul uğultusu, sellerin, seylapların, tufanların hiçbirisi milyonlarca seneden beri muzaffer olmuş değildir. Onun içindir ki bugün dünya üzerinde hayat vardır ve fırtınaya karşı da muzafferdir. Benim bu fırtınaya tutunarak içine düştüğüm bu mezbelede en büyük kazancım içinde en büyük ve en ecel hayat hamesini taşıyan seni tanımak ve seni kazanmak olmuştur. Bu benim için yeni bir hayat müjdesi ve ümididir. Umut ve müjde bunlar hayatın en büyük ve en kıymetli gıdalardır. Binaenaleyh istikbal bizim için pek çok şeyler vadediyor. Rus şair Natsun bir yazısında şöyle demişti. Her kim olursan ol ey benim yorgun ve mustarip bir kardeşim cesaretini gaip etme... Fenalık gözyaşları ile sulanmış olan şu arzın üzerinde hakim olabilir. Bizim mukaddes idealimizin tahkir olunduğu görülebilir. Lakin inan ki aşkın yeryüzünde hüküm süreceği bir zaman gelecektir diyor. Dün akşam dinlediğimiz Türk köylüsü elindeki sazı ile aşkın diktiği dikişin sökülemeyeceğini söylüyordu. Bizim bir Rus'tan ders almaya ihtiyacımız olmadığını pek güzel ve kibar bir üslupla söyleyen ve terennüm eden bu Türk'ten o ecdadının fikir ve kanaatlarını bize nakleden destanı hüsn-i nigardan utandım. Ve bir kere daha ecdadımın büyüklüğünün önünde onun ruhu asaletini daha güzel bir surette ifade ve temsil edebilecek bir başkasına ömrüm müddetinde tesadüf edemediğim senin isyanın önünde hürmetle gözlerim yaşarmış bulunuyor. Benim gözlerimden damlayan birkaç damla yaş kalbi taşlaşmış olan bir insanın gözyaşlarıdır. Ümit ediyorum ki yazdıklarımı değil ... damla gözyaşımı benim hissiyatımın bir ifadesi olarak kabul edersin. Sevgi ve hürmetlerimle. Sevgili Orhan 22.2.1945 [Metnin altındaki imzayı okuyamadık. Ama yazdıklarının muhtevasından Dr. Hasan Ferit Cansever'e ait olduğu anlaşılıyor. Dostlarının ifadelerine göre, gerçekten olgun, fazilet ve yüksek ahlak sahibi bir insandır. Ne ruhunda ne de günlük hayatında bencilliğin, kin ve nefretin, hırs ve tahakkümün asla yeri yoktur, olmamıştır. Fikir ve ülkü çalışmaları, hekimlik hayatı hep bu insanlık duygu ve sevgisine sadakatin güzel örnekleriyle doludur. (Ziya Aydınoğlu, "Yaşayan Türk Milliyetçileri: Dr. Hasan Ferit Cansever", Orhun, sayı 1, Şubat 1962, s. 20-21. Ziya Aydınoğu, Cansever'in hapishane arkadaşı Mustafa Zeki Sofuoğlu'nun müstearıdır) Cansever o şartlar altında içinde bulunduğu ruh halini satırlara dökmüştür. ] Azizim Orhan Şaik! 21.2.1945 Bugün senin hitabeni dinlerken davamız itibariyle "Allahu yestehziu bihin veyemudduhum fi tuğyânihim ya'mehûn" {"Allah onlarla alay eder. Alaylarından dolayı cezalandırır."} dedim geçtim. Fakat bu hitabe en çok bir edebiyatçı olman itibariyle, eski Türk edebi ananelerini yerinde tebarüz ettirmek itibariyle göğsümü kabarttı. Hakikaten garp ve şark dillerine, eskisine olduğu gibi muasır edebiyata da vakıf senin gibi bir Türk edibinin dayandığı hazine ne kadar zengin; bilâkis bundan ayrılmış, fakat geniş manada Türk halk edebi kıymetlerine erişebilmekten de aciz yeni nesil ne kadar pejmürde, zayıf, istikbalsizdir. Fakat bu acizler de senin dilini anlamak ondan zevk almak istiyorlar. İsterdim ki sen Göthe'yi de, Siyer'i, Muhammed İkbal'i de öğrensen. Sevgilerimle. Ahmet Zeki Velidî Togan Istırap duyan bir insanın, acı çekmiş bir birisinin feryadını dinlemedik. Bu feryad, adalet diye bağıranların yüzüne vurulmuş bir şamar idi. Bu feryadı yükselten duygularını o kadar mükemmel ifade etti ki, ıstırabı çekti zulüm dahi müteessir olmaktan kendisi alamadılar. Istırabımız geçecek fakat Orhan Şaik'in bu haykırması tarihe mal olarak ebediyete kalacaktır. Hüseyin Namık Beğenmediğim bir iki cümlesini çıkardıktan sonra. "Müthiş edebî bir hiciv, bir namussuzluklar serisinin acıklı bir hikayesi, şımarık bir ruha indirilen hak ettiği bir sillen" diye hulâsa edebilirim. Nejdet Sançar 21.2.1945 Sevgili Orhan Ağabey 21.2.1945 Bugün sizi dinledim. Okuduğunuzun adı müdafaaydı. Fakat bu bir müdafaa değil aydın ve yüksek bir zekanın zorbalığa ve onun iğrenç vasıtaları olan zalim ve istibdadın kalbine sapladığı şanlı bir mızraktır. O nasırlı yürek belki bugün insanlığın en büyük değerlerini kurtarmak için vurulan bu darbenin acılığını duymayacak kadar bedbahttır. Fakat yarın, yarın, hürriyeti alçakça çalınmış temiz bir insanın ve hür gür ruhunun şahlanışı olan o satırlar şahsi masuniyetinin, fikir, vicdan, söz ve yazı hürriyetlerinin kurtarıcısı ve koruyucusu olacaktır. Gelecek yüzyıllar boyunca bu yazılar yaşadığımız şu günlerin hakiki yüzlerini gösteren bir ayine olarak kalacaktır ve eğer hakikati en güzel bir dille haykıran sesinizi hâlâ işitmemek sağırlığında bulunan vicdanlar olursa, bunlar şamarlarıyla binlerce yıl tarihin şamarlarıyla şamarlanacaktır. Ve her çağın nesilleri tarafından lanete uğrayacaklardır. Türk edebiyatı yönünden de bu kıymetli yazı edebiyat tarihinde ölmez bir yer alacak ve Türk milletine güzel yazmada yüksek bir örnek teşkil ederek daima zekanın, sanatın bir şah eseri olarak kalacaktır. Siz onları bütün millete haykırarak okudukça ben neler duydum? Hayatımda pek az yaşadığım büyük heyecanlar duydum. Siz okudukça, ben de, uğradığım haksızlığın öcünün alındığını görür gibi oldum. O yalnız sizin değil, insanlık hak ve hürriyetlerinin, dolayısıyla benim ve herkesin müdafaasıdır. Siz bu eşsiz yazgınızdan ötürü ne kadar kutlulansanız azdır. Söylenecek daha çok şeyler var... Fakat bunların söylenmesini tarihe bırakıyorum. Alparslan Türkeş Orhan Ağabeğ Bugün senin müdafaanı gittikçe artan bir zevk, heyecanla dinledim. Bize bu gün bir bayram sevinci tattırdın. Zor zapt edilen gözyaşlarının arasından bugün bizim için bir zafer havası esti. Dostu güldüren ve düşmanı ağlatan güzel zekan var olsun. Sen de var ol. Düşündükçe tekrar tekrar içimi coşturan sözlerini geçirdiğimiz ağır imtihan günlerinin sonucu taçlandıran bir hatıra olarak daima içimde saklayacağım. Bu zengin hediye için sana tekrar teşekkür ederim. Orhan ağabeyciğim. 21.2.1945 İsmet Rasin Tümtürk 21 Şubat 1945 Çarşamba günü sırasıyla Nurullah Barıman, Heybetullah İdil ve Said Bilgiç'ten sonra Orhan ağabey müdafaasını yapmak için söz alınca; pek kıymetli ve kahredici olacağını sandığım ve merakla beklediğim için kulak kesilmiştim. Daha ilk cümleleri dinledikten sonra, verdiğim hüküm idi: Fevkalâde!.. Hem de şu umduğumun çok fevkinde. Filhakika, ben, Orhan ağabeyin müdafaasının, daha fazla iğneleyici, edebî ve esprili bir müdafaa olacağını sanıyordum. Bunun içindir ki, Orhan ağabey henüz müdafaa başlamadan önce, Nurullah'ın kulağına eğilerek: "Şimdi Orhan ağabey'in esprinâmesini dinleyeceğiz!" demiştim. İtiraf edeyim ki ilk cümlelerden sonra, bu hükmümde aldandığımı anladım ve-tâbir câizse- bir nevi utandım. Zirâ, bu müdafaa, çok kahhar, muazzam ve muhteşem idi. Kalem ile hitabetin, his ve imanla karışınca neler yarattığını; neler yaratabileceğini öyle bir anladım ki. Nevzat Tandoğan'ın namussuzluğundan bahsederken, bütün bunların "Keyff için!.." olduğunu öyle bir söyleyiş söyledi ki, öyle bir haykırış haykırdı ki bu seste kin, âdalet, hinç, kalleş ve kahpelere karşı duyulan nefret ve istihkâr, nefse itimad ve taazzum duyguları cenk ediyordu. Bunu hiç unutamayacağım. Hele, Atsız ağabeğe gösterdiği misafirperverliğin; hangi hislerin, hangi asil arkadaşlık hareketlerinin neticesi olduğunu; Köroğlu'nun divânının gümbürdemesi misillû anlatırken; bir an geldi ki, müdafaayı bırakıp, elindeki kağıtları fırlatıp Atsız ağabeğin boynuna sarılacağını; hüngür hüngür ağlayıp, kucaklaşıp öpüşeceğini; mahkeme salonunda müheyyiç bir nümayişin başlayacağını; kitle ruhiyatına(!) kapılarak savcıyı linç edeceğimizi sandım" Elhasıl, biz uslanmayız vesselâm "Kanımızın, ruhumuzun hâkimiyetini üzerimizden kaldıramıyok!.." Sofuoğlu M. Zeki Sayın Orhan bey, işte o günün duyguları: 22 Şubat 1945 Yaratan ve devam eden ezelî zulmün karşısında kaybolmuş ve bir an bir serap gibi parlayacağı zannedilen, "Adalet"in, "Hürrriyet"in ve "Hak"kın özlenişiyle, hıçkırık ve haykırış arası bir ses gönlümde balkıdı. Bir insan sesi ki, garip dünyanın iğrençlik ve çirkinlik alevleri arasında, hassasiyetle Tanrı'ya sesleniş. * Bir seda ki, duyan, özleyen insanlığın ebedî iztirabının çığlığı. Alelâde bir fert acısı muhitini taşan, semavî ve yaratıcı kuvveti arayışla, yorgun, yanık ve acı bir feryat. Kâinatın bulanık içyüzünden, insanların, insanların bayağılığından, aşağılığından, ümitsizlikle fışkıran kurtuluş sesi! Şiir ve ahenk nakışlarıyla, namütenahi boşluğa, beyhude de olsa, bir emsalsizi Adâlete, hürriyete ve hak'ka çağırış. Bir dâvet!.. Benim gözlerimi dolduran ve gönlümdeki ezginliği artıran yalnız bu ürperten ve arayan haykırış ve kanayan çığlık.….. Sonsuz enginlerden beklenen çağırış; belki beyhude de olsa bir ilâha sesleniş!.. Ben bunları duydum ve o anda ancak bunları düşündüm. Bunları bütün varlığıyla düşünen, duyan, arayan birisinin kalbini kanatabilen bir hür çığlıktı bu. Beyhude de olsa bir insan ruhunun coşkun bir çağlayışla vahşi kayalarda parçalanan hıçkırığını işittim. Bir davetti ki bu meçhullere, zulme, riyaya, iğrençliğe lâğmetin bir feryadıydı bu. İnsanlar için, bir ilâh için bile beyhude de olsa, bir çığlıktı ki bu bir anda ezelîden doğan bir yanık pırıltı!.. Hikmet Tanyu Tophane Cezaevi Mukadderatın kara gün arkadaşı yaptığı kıymetli büyüğüm Orhan Şaik bey, Aradan 10 gün gibi bir zaman geçmiş bulunması dolayısile, tabiatıyladır ki müdafaanamenizi okurken ruhumda hasıl olan bir coşkunluğu bugün durabilmiş bulunmaktadır. Şimdi ancak, uzaktan yapılabilen bir müşahedenin kifayetsiz imkânlarına malikim. Diğer taraftan uzun tahliller yaparken boş ve sun'i tafsilâttan kaçınılamayacağı gibi özentiden kurtulmak da güç olacaktır. Onun için, o andaki his durumumu ifade etmekte muvaffak olacağımı pek zannetmiyorum ve buna geniş bir şekilde teşebbüs de etmeyeceğim. Zira kalemi elime aldıktan sonra, bizzat kendisi için bile, insanın iç derinliklerinde doğan kaygan olayları müşahede ve hele kelime ile tespit etmenin-evvelden bilmekle beraber-ne kadar güç olduğunu, yazı yazmadan epey bir müddet beklemek ve düşünmek zorunda kalmamla bir kere daha anlamış bulunuyorum. Bu sebepledir ki benzersiz bir üslup, ince bir zeka örneği olan müdafaanameniz hakkındaki düşünce ve hislerimi iki cümle ile ifade etmekle iktifa edeceğim. Bir ses, ifade, feryat, nâra çağlayan olan müdafaanız, pervasızlıkla meşbu, istizah, olay, hakaret, nefretten müteşekkil bir kütle halinde entrika, zulüm, haksızlık ve vicdansızlık üzerine çağladı, çağladı... Ağladım... Kendimi, bazan çocukluk çağlarımız hayal inkisarlarında bazan Mevlûd'un hüzün dolu ulví vasatında, bazan bir hakikatin ortaya çıkmasındaki tesirli kavrayışta, bazan da bir mesut müjdenin hafifletici ve ferahlatıcı boşluğunda hissediyordum. Artık buna yeni bir şey ilave etmek lüzumsuzdur zannederim. Saygılarımla. Cihad B. Fer
·
1.210 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.