Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Konuşan Kâinat Meclisi Üyeleri Seyyaha göklerin nur yaldızı ile yazılan güzel yüzü görünür. Gök kahramana kendisine bakmasını söyler! Bana bak aradığını sana bildireceğim. Der, oda bakar görür ki “Eserin odağında bakmak ve konuşmak fiili vardır. Asırlarca kainattaki olayları okuyamayan ve onlarla konuşamayan insanlar o kainatın cüzlerine ilah olarak bakmışlar, kimi yıldızlara tapmış, kimi güneşe, ineğe. Bediüzzaman ise bu dilsiz canlıları ve tabiat unsurlarını konuşturur. Bu eser görsel bir itikad tablolarından oluşur. Gerçek muhataplarını bulsa bu metinler büyük hidayet çeşmesine dünüşür. Sıra sema boşluğundadır o da insanı seyyahı çağırır. “Sonra dünyaya gelen o yolcu adama ve misafire cevv-i sema denilen ve mahşer-i acaip olan feza gürültü ile konuşarak bağırıyor.” İnsan çok iş yapan yok, bir meyveyi pazarda bağırarak satan insanar, bir çok insan var bu hizmeti kendine gaye edinen, birine yanaşıp bu konuşan kainati anlatan var mı, bir deneyelim. Sema bağırarak konuşur “Bana bak merakla aradığını ve seni buraya göndereni benimle bilebilir ve bulabilirsin, der. Sonra bulutu konuşturur çünkü o sema boşluğunun üyelerindendir. Elli yıldır siyasi istikrar için kitle partilerine oy veriyoruz, şu kitabı liselere sokamadık, yazık bize. Fuhuş romanları hem Türk edebiyatında hem batı edebiyatında ders olarak okutulur, bütün öğrenci Madam Bovary romanını tanır, bir fahişenin hayatıdır. Ahmet Altan la bir romanını konuşmuştuk. Aldatmak adı olan romanı, batıda 195 aldatmak romanı olduğunu söylemişti. Muzaffer abi gibisi yok ömrü kitap dağıtmakla geçmiş. Hava boşluğu konuşur, içindeki olaylar konuşur, rüzgar konuşur,dersen fen kitabıdır, o kadar derinlikli fen bilgisi var ki hayret. Havanın görevlerini anlatır. “Zeminin bütün nüfuslarına nefes vrmk, zihayata lüzumlu bulunan hararet ve ziya ve elektirik gibi maddeleri ve sesleri nakletmek, nebatatın telkihine vasıta olmak gibi çok külli vazifelerde” istihdam olunur. Sonra buluta bakar “sonra gözünü çeker aklına bakar kendi kendine der ki “Atılmış bir pamuk gibi bu camit şuursuz bulut elbette bizleri bilmez ve bize acıyıp imdadımıza kendi kendine koşmaz ve emirsiz meydana çıkmaz ve gizlenmez.“ Hey Niçe, Marks kalkın bakın filozof kim, dünyanın bilim dünyasının körlüğü kötülere hürriyet, hidayete ceza. Ayet ül Kübra bunları anlatmış, iki bir müsadere edilmiş araştırmışlar araştırmışlar araştırmışlar sonra bitab düşüp bir şey bulamamışlar. Asıl bu körlüğü mahkeme etmek lazımken biz kimleri mahkemelerde süründürmüşüz. Şimdiye kadar gelen büyük devlet adamları bir kereccik olsun bu kitapların hukukunu korumadı, eline alıp bunu okuyun okutun demedi. Sonra yağmura bakıyor, bakmak ile itikat arasında çok bağ var Allah da Kur’an da çok yerde bak diyor, ama din eğitiminde bak yok. Donmuş bir din eğitimi, bütün yaz boyu çocuklar okudular ne anlatılar ne başka bir şey. Ehad, samet, lemyelid, lemyuled söyle söyle tekrar et. Bir gün hutbede bak fiilini anlatan görmedim. Gök gürültüsünü, şimşeği anlatır. Sıra yeryüzüne geldi o da konuşur. “Sonra seyahat-i fikriyeye alışan o mütefekkir misafire “Küre-i arz lisanı haliyle diyor ki Gökte fezada, havada ne geziyorsun? Gel ben sana aradığını tanıttıracağım. Gördüğüm vazifelerime bak ve sahifelerimi oku.” Ne kadar fen bilgisi var, Küre-i arzın yirmiden ziyade büyük sahifelerinden bir tek sahifenin yirmi vechinden birtek vechinin muhtasar şehadeti” Yirmi sahifenin yirmide birinin bir yönünü anlatır, ya diğerlerini de anlatsaydı… Sıra denizler ve büyük nehirlerdedir. “onların cezbekarane cuş u huruşla zikirlerini ve lazin ve leziz seslerini işitir Lisan-ı Hal ve Kal ile bize de bak bizi de oku derler” O da bakar görür ki hayattarane mütemadiyen çalkanan, çalkanma hayatka hizmet etdiyor, oksijeni alıp aşağı veriyor, Hiç boşa hareket yok, her hareket görevli, kainatın idaresi akla sığmaz. Nehirlere bakıyor” Misafir nehirlere bakar görür ki menfaatleri ve vazifeleri ve varidad ve sarfiyatları o kadar hakimane ve rahimanedir. Bilbedahe isbat eder ki ütün ırmaklar pınarlar çaylar büyük nehirler bir Rahman-ı Zülcelal’i Vel ikramın rahmetinden çıkıyorlar ve akıyorlar.” Dağlar ve sahralar da sıra. ”Sonra dağlar ve sahralar seyahat-ı fikriyede bulunan o yolcuyu çağırıyorlar. Sahifelerimizi de oku, diyorlar. Bir coğrafyacı dağların vazifesini bu kadar derinlikli sayamaz. Şimdi yeni bir anlatım ağaç ve bitkilerin kapısını çalar. “sonra o yolcu dağda ve sahrada fikriyle gezerken eşcar ve nebatatat aleminin kapısı fikrine açıldı. Onu içeriye çağırdılar, gel deiremizde gez yazılarımızı da oku dediler.” Tevhid tiyatrosu Çünkü bütün meyvedar ağaç ve nebatlar mizanlı ve fesahatli yapraklarının dilleriyle ve süslü e cezaletli çiçeklerinin sözleriyle. intizamlı ve belagatli meyvelerinin kelimeleri ile. kelimelere bak bakarken nasıl düşünmüş, mizan, fesahat, cezalet, intizem ve belağat. Geometrisi olmayan yaprak görmedim, bazan sararmış yere düşmüş yaprağa bakıyorum o kadar harika bir nisbet ve geomertisi var ki, alıp saklamak istiyorum hangi birini yapacaksın. Cezaletli çiçek nasıl oluyormuş, yani varlığını bakırarak gösteren demek. Fesahat etkileyici yaprağa demiş bu durumu. Sanat ve edebiyatın kelimelerini bitkilere adapte etmiş, zekaya ve görme mesafesine bak. Hayvanlar ve kuşlara sıra geldi. “Hayvanat ve tuyur aleminin kapısı hakikat bin olan aklına ve marifet aşina olan fikrine açıldı. Yüz bin ayrı ayrı seslerle ve çeşit çeşit dillerle onu içeriye çağırdılar. Buyurun dediler, oda girdi ve gördü ki. “Güya o hayvanların ve kuşların duyguları ve kuvvaları ve cihazları ve azaları ve aletleri manzum ve mevzun kelimelerdir. “Manzum kafiyeli diziliş, mevzun dengeli mizanlı her kuş o kadar kibar görüntüye sahip ve her davranışı estetik, yani mizanlı, Nasıl okumuş kainatı. Bazan kuşları seyrediyorum, ne kadar zevk alıyorum o cici canlılardan. Diyorum keşke şunlardan arkadaşlarım olsaydı. Sonra Hz. Süleyman’ın Hüdhüd’ü aklıma geldi bir süre görünmeyizci nebi ona kızar nerde bu hüdhüd diye, onu cezalandıracağım der. Gelince konuşur, O da gördüklerini anlatır, bir millet vardır zengindirler ama inançları yoktur. Onlara haber gönderir hüdhüd. Demek kuşlar gözlemci ve haberci ama bizim haberimiz yok. Enbiyalar, Asfiya ve Sıddıkin, mürşidler, selimve nurani kalpler,alem-i gayb, ilham ve vahiy Hz Peygamber, Kuran-ı Kerim, Kainatın heyet-i mecmuası bunlar çağırırlar o da girer onlarla tevhid konuşur. Bu tevhid tiyatrosunu, veya monolog ve dialoglar zincirini nasıl yansıtamayız, sanat eğitimi almalayız, sanatsız olmaz, Bediüzzazaman ne kadar sanat estetik bilim tarihi biyolojineler biliyor neler. Prof.Dr.Ahmet Nebil Soyer kastamonur.com/konusan-kainat-...
·
647 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.