Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

RIZA NUR'UN GÖNÜLLÜ SÜRGÜNDEN TÜRKİYE'YE DÖNMESİ Mustafa Kemal'in ölümünden sonra 30.11. 1938'de deniz yolu ile Türkiye'ye döndüğünde rıhtımda Atsız ve eşi Bedriye Hanım karşılamış, yakın dostu ve meslektaşı Prof. Dr. Mazhar Osman Uzman’ın tahsis ettiği, Taksim'de Şehid Muhtar Caddesi'ndeki apartmanlardan Süğlün Palas'taki 5 numaralı dairede kira ile oturmuştur. Ülkeye geldikten sonra İçişleri Bakanı Dr. Refik Saydam ile bir görüşme yapmıştır. Bu görüşmede üç yıldır bilinmeyen bir sebeple ödenmeyerek biriken emekli maaşının verilmesi hususunda yardımını talep etmiş olmalıdır. 25 Ocak 1939'da Başbakanlığa getirilen Dr. Refik Saydam'ın yardımı ile biriken emekli maaşlarını aldıktan sonra Tanrıdağ dergisini çıkarmaya başladı. Önce bir gazete çıkarmayı düşünmüştü. Matbuat hayatında görünen birkaç Türkçü dergiyi ve Rıza Nur'u hedef alan yazılar çıktı. Ulus'ta T. İ. imzası ile yazan Nurettin Artam, "Hekimlikten muharrirliğe, muharrirlikten siyasete, siyasetten alimliğe kadar şöhretin bütün kapılarını çalmış olan eski bir doktorumuzu, gurbette geçen uzunca yıllardan sonra, alimlikten şairliğe geçmiş görüyoruz" diyerek alaya almaya çalışmıştı. Pazar Postası'nda Naci Sadullah aleyhte neşriyat yaptı. Yeni çıkmaya başlayan Kopuz'un ona ait olduğu ileri sürüldü. Fethi Tevetoğlu, Kopuz imzasıyla aleyhte yayınlara gerekli cevabı verdi. Tasvir-i Efkar'da bazı makaleleri çıkmıştır. Türk olmayanların zararlarını, Türk Birliğinin parçalanışını göz önüne serip ibret dersleri veren tarihçi doktor Rıza Nur, milliyetçi alim tipinin en mükemmel bir örneği idi." demiştir. Dr. Fethi Tevetoğlu, Mayıs 1943'te çıkarmaya başladığı Kopuz dergisinin 2. sayfasının başına çerçeve içinde Rıza Nur'un, "Emelimiz en küçüğünden en büyüğüne kadar menfaat ve mevki düşüncelerinden uzak olarak sırf Türk'e hizmettir. Hâlis Türk yaratılmak iftihârı bize yetiyor." sözünü koymuştur. Fikirlerine ve şahsına yakınlığı sebebiyle Rıza Nur hakkında en fazla neşriyat yapanların başında Atsız gelmektedir. Çıkardığı dergilerin iki sayısını özel sayı olarak ona tahsis etmiştir. Bu dergilerde yazılarından, şiirlerinden çok sayıda iktibas bulunmaktadır. Kopuz'un Temmuz 1943 tarihli 3. sayısının “Türkçülere Haberler" başlıklı bölümde en büyük Türkçü olarak nitelendirilen Dr. Rıza Nur hakkında vefat yıldönümü olan 8 Eylül'de Atsız'ın “Rıza Nur" adlı muazzam bir eser çıkaracağı ifade edilmiştir. Atsız, bilinmeyen sebeplerle bu vaadi yerine getirememiş, 3 Mayıs 1944 olayı, hapishaneye girmesi, dışarı çıkınca geçimini sağlamak üzere arkadaşı Tahsin Demiray'ın Türkiye Yayınevi'nde çalışması gibi sebeplerle eseri hazırlayamamıştır. Atsız'ın Afyon'da neşredilen Türkeli dergisindeki yazısında dipnot olarak Rıza Nur'un hayatı, şahsiyeti ve eserleri üzerine yazılmış fakat bitmemiş ve daha basılmamış eserinden kısaltma yapıldığı belirtilmiştir. Atsız, verdiği sözü hazırladığı metni “bu küçük kitap" olarak nitelendirip Dr. Rıza Nur Sayısı olarak çıkardığı Orkun'un 49. ile 50. sayısında neşrederek yerine getirmiştir. Sonraki yıllarda Dr. Fethi Tevetoğlu da Rıza Nur hakkındaki bir yazısında bu defa Lozan ve Rıza Nur ismi ile hazırlamakta olduğu eserde karartılmış inkılap tarihimizin bu şerefli sayfasını aydınlatmayı ve Lozan'da kazanılan başarının gerçek sahibini gençlerimize tanıtmayı amaçladığını belirtmiştir. Tevetoğlu, bu taslak eserinden sonraki yıllarda söz etmemiştir. Tevetoğlu, Türk büyüklerine saygısının yüce hasletlerinden birisi olduğunu belirtmiştir. Bu yolda en iyi örnekleri bizzat kendisi vermiş, Dr. İshak Sükuti'nin ölümünden yedi yıl sonra İtalya'da Sanremo şehrinde mezarını bulmuş ve kemiklerini şahsi gayreti ile vatan topraklarına nakletmiştir. İtalya'da cenaze naklinin merasime tabi şartlarını zorlayarak gemi ile İstanbul'a getirmiştir. Sultan Mahmut Türbesi haziresine gömülmesine İttihat ve Terakki döneminden muarızları olan Ahmet Rıza ve Nazım Beylerin mani olması üzerine Sultan Mehmet Reşat'ın huzuruna çıkarak gerekli iradeyi alıp amacına ulaşmıştır. Onu Şehbal mecmuasının 10 Ekim 1909 tarihli 14. sayısında çıkan "San Remo'da İshak Sükuti" başlıklı yazıda tanıtmıştır. Yazıda Rıza Nur, İshak Sükuti ve San Remo'nun, İshak Sükuti'nin bir mektubunun resimleri bulunmaktadır. Dr. Tevetoğlu, Kopuz'un Eylül-Ekim 1943 tarihli 5-6 sayılarını Rıza Nur'a hasretmiştir. Derginin ön kapağına İsmet İnönü'nün Lozan dönüşünde Meclis konuşmasındaki "Dr. Rıza Nur Bey, Türk heyeti murahhasası içinde başlıca medarı muvaffakiyet olmuştur. Millete bunu söylemek vazifemdir.” sözleri alınmıştır. Dergideki makale sahipleri onu yakından tanıyan dostlarıdır. Tevetoğlu, Dr. M. Hakkı Akansel, Dr. İzzeddin Şadan, Dr. İhsan Unaner, Tolunay Atsız, Atsız, Peyami Safa, İsmet Rasin Tümtürk, Remzi Oğuz Arık'ın yazıları bulunuyor. Ortak görüşleri Türklük ülküsünü gençlere aşılamak için Türk Tarihi ve Namık Kemal gibi ölmez eserler yazdığıdır. Değerini bilenler ölüm yıldönümü vesilesiyle hakkında makaleler neşretmişlerdir. Bahadır Dülger, yazısının başına bir özdeyişini koymuştur: "Türk yaratıldığım en övündüğüm şey, Türklük vurulduğum övündüğüm şey.’ Yurt dışında yaşadığı dönemde akademik kurumların faaliyetine iştirak etmiş ve araştırmalarını yabancı ilmi dergilerde neşretmiştir. Sosyete Azyatik cemiyetinin 18 Kasım 1927 tarihli toplantısında sunduğu “Sinop'ta At Damgaları" başlıklı bildiri, cemiyetin yayın organı Journal Azyatik'in 1928 yılı Ocak-Mart nüshasında neşredilmiş, aynı metin Türkiye'de de yayınlanmıştır. Memlekete döndükten sonra basında bazı kalemler aleyhinde yazmışlardır. Bunlara değer vermez, kamuoyunu zehirledikleri için doğruları yazmak mecburiyetinde kalırdı. Bunlardan en fazla Refik Halit Karay'ın yazdığına içerlemiştir. Onu on yedi, on sekiz yaşından beri tanıdığını, topların maksimum çapının kırk ikilik, vatan hıyanetinin de maksimum çapının yüz olduğu, bu milletin ve devletin idam fermanı olan Sevr'e karşılık Lozan'ı yaptıklarını, bir Sevr'ci, bir Lozan'cıyı tahkir ve ithama kalkmasına kahbe, dönek felek demiştir. Türk matbuatında hatıralarının varlığı ortaya çıkıncaya kadar hakkında çıkan yazı sınırlıdır. Fikirlerinden dolayı Türkçü dergilerde onunla ilgili yazılar çıkmıştır. Ankara'da münteşir Kudret gazetesinde “Yakın Tarihimizde Siyasi Partiler" başlıklı yazı dizisinde “profesyonel politikacı” sıfatı ile anılması dikkat çekmiştir. Bu yakıştırma yerinde değildir. Siyaseti meslek olarak kabul etmemiş, hürriyet inancından dolayı Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde muhalif çizgide durmaktan çekinmediğinden, hapse girmiş, Avrupa'ya sürgüne gitmiştir. Maddenin esiri olmamış, toplumu düşünmesinin sebebini kısaca özetlemiştir: “Lâkin bir mülahaza beni sanatımdan başka işlere sevk etmiştir. Şimdiye kadar vatanıma tıbbî ve sıhhi eserlerle hizmet ettim. Fakat bu yolda mesaimin cüz'i olduğu zannına düştüm. Çünkü milletimin asıl mühlik hastalığının ferdi değil, içtimaî olduğunu anladım. Bir milletin bir iki ferdini ölümden kurtarmakla ömür tüketecek yerde onu bırakıp milletin içtimaî derdine derman bulmaya savaşacak zamandayız. Millet giderse kurtarılmış birkaç fertten ne çıkar? Millet kalırsa giden fertleri doğurur." Yeni İstanbul'da vefat yıldönümünde hakkında bazı makaleler çıkmıştır." Bazılarında ise bilinen hususlar tekrar edilmiştir YAYINLADIĞI DERGİLER Rıza Nur'un önemli bir faaliyeti dergi nâşirliğidir. Türk Bilik Revüsü'nü, Paris'te kurmuş, İskenderiye'de bastırmıştır. Türkoloji araştırmalarını çıkarmaya başladığında Avrupa’da, Paris'te büyük ilgi uyandırmıştır. Bundan sonra bu sahadaki araştırma ve incelemelerini geniş yer verdiği dergiyi tesis etmiştir. 1931 Şubatı ile 1938 arasında 8 sayı yayınlanan derginin ilk sayısı Fransızca basılmış, metin örnekleri eski harflerle verilmiş, ancak bazıları Fransızcaya çevrilmiştir. Derginin tek yazarıdır. Dördüncü sayıda 307 sayfalık Şehname'nin 22 sayfalık Fransızca özeti verilmiştir. 164 sayfalık 5. sayının 76 sayfası eserin Fransızca tercümesidir. Remzi Oğuz Arık, Rıza Nur'un Türk Tarihinin Selçuklular üzerinde, çok özel, çok candan dönem dönem ilk umumi Türk tarihi olduğuna; Türk Bilik Revüsü'nde Anadolu Selçukluları devrinin güzel sanat, medeniyet bakımından üzerinde durduğuna işaret etmiştir. 1936'da çıkan Namık Kemal'e hasredilen 750 sayfalık 6. sayının 25 sayfası Türk şiirinin toptan değerlendirilmesidir. Eserin dikkate değer bölümü “Namık Kemal için müelliflerin ve yazıcıların söyledikleri” başlıklı kısımdır. 1936 yılına kadar hakkında çıkan makale ve kitapların pek çoğunu gözden geçirmiş ve kendi tenkitlerini ilave etmiştir. Eserin dağılmasından sonra çevreden Rıza Nur'a Namık Kemal hakkında yeni bilgilerin geldiği, Mehmet Akif'in yakın dostu Fuat Şemsi İnan'a yazdığı 10 Kasım 1937 tarihli mektuptan anlaşılıyor. İnan, ona Namık Kemal'in sürgünü, Celalettin Harzemşah isimli eseri hakkında bilgi vermiştir. Eseri hazırlama safhasında mektuplarına cevap vermeyen oğlu Ali Ekrem Bolayır hakkındaki ifadeleri keskindir. Bu eser hakkında matbuatta Türkçü dergilerin yaygınlaşmasından sonra söz edilmiştir. Eser yıllar sonra yeni harflerle müstakil bir kitap olarak neşredilmiştir. Kemal Tahir, Falih Rıfkı, Vâ-Nû, Hüseyin Cahit, Peyami Safa, Ercüment Ekrem, Sadettin Nüzhet, Kerim Sadi, Dr. Fuad Sabit, Nazım Hikmet, Hüseyin Avni (Şanda), Suad Derviş'e Namık Kemal hakkında 7 soru yöneltmiş, cevapları bir risale olarak neşretmiştir. Türk edebiyatı ve fikir dünyasının önemli isimlerinin Namık Kemal hakkındaki olumsuz görüşlerinin Rıza Nur'un hacimli bir eser neşretmesine vesile olup olmadığı bilinmiyor. Milli Türk Talebe Birliği yayınladığı bir risale ile Namık Kemal mugayirlerine cevap verdi. Dr. İzzeddin Şadan, arasıra bir sara hecmesi gibi nükseden bir Namık Kemal bir de Tevfik Fikret meselesi bulunduğunu, bu iki meseleden birincisini Rıza Nur'un hemen hemen halletmiş gibi olduğunu belirtmiştir. Eserde Namık Kemal hakkında tartışılan bütün konulara aydınlık getirmiştir. Nihal Atsız bu eseri hazırlarken Namık Kemal'in bilinmeyen bir şiirini göndermiştir. Matbuatta Namık Kemal hakkında zaman zaman olumsuz yazıların çıktığı bir dönemde Atsız onunla ilgili bir yazısında açık ve net olarak bazı tespitler yapmıştır: "Namık Kemal hakkında eser verenler tarih sırasına göre Sadettin Nüzhet, Rıza Nur, Necip Fazıl'dır. Maarif Vekaleti para ile ve ısmarlama olarak yazdırdığı sonuncunun hiçbir ilmi değeri yoktur. Kaynakları arasında Rıza Nur'un kitabı alınmadığı halde onun bir kopyası olduğu anlaşılan, fakat içinde ilmi ve ciddi bir fikir ve mütalaaya rastlanmayan bu eserin müellifi de esasen Namık Kemal hakkında ilmi bir monografi yazacak salahiyette değildir." Türkiye'de komünizme karşı henüz keskin tavır alınmadığı yıllarda Namık Kemal hakkındaki eleştirilerini bir risale halinde neşreden Marksist Kerim Sadi hakkında görüşünü net olarak ortaya koymuştur: “ 16 küçük sahifeden ibaret olan bu eser Namık Kemal hakkında iptidaî malûmat vermektedir. Görülüyor ki müellif komünisttir. Namık Kemal'i vesile ederek komünist propagandası yapmış.' Derginin 7. ve 8. sayılarında ülke dışında yaşamasına rağmen yakından takip ettiği Türk matbuatında aleyhinde çıkan yazılara verdiği cevaplar bulunmaktadır. "Hücumlara cevaplar”, “Bay N.'e”, “Ziya Şakir’e”, “Vatan haini Arnavut Hüseyin Cahit" verdiği cevapların bazılarıdır. Rıza Nur Rus mahkumu muhacir Türk siyasi önderlerle ilişki kurmuştur. Türkçülük fikri gereği böyle hareket etmiş olmalıdır. Türk Bilik Revüsü’nün 8. sayısı Ayaz İshakî'nin Berlin'de neşrettiği Yeni Milli Yol dergisinin Kasım 1938 tarihli 127 sayısının iç kapağında tanıtılmıştır. 1938’de Türkiye’ye geldikten sonra önce Tevetoğlu’nun çıkardığı Kopuz dergisine yazı vermiştir. Arkadaşı Mükrimin Halil Yinanç bir mecmua çıkarmak fikrinden kendisini caydırmaya çalışmıştır. Tanrıdağ adıyla haftalık bir dergi neşretmek üzere Baki Arık ile bir yıldan uzun süre hazırlık yapmış, tanıdıklarına yazılı bir duyuru göndermiştir: "Muhterem Beyefendi: Tanrıdağ adında sırf Türkçü, sırf ilmi ve edebi siyasetten tamamıyla ari haftalık bir mecmua neşretmek fikrindeyiz. Listesini takdim ettiğimiz zatların yazı arkadaşlığını istiyoruz. Arkadaşlık etmek istediğimiz zevatın halis Türk ve Türkçü, namuslu ve iktidar sahibi olması lâzımdır. Bu adları mecmuada neşredeceğiz. Bu listeye zatıalilerinin de adını koyduk. Bizimle yazı arkadaşlığını kabul edip etmeyeceğinizi bize mümkün en kısa zamanda bildirmenizi, kabulü takdirinde hangi şube ve mevzularda yazı yazacağınızı aynı zamanda mecmuanın şekil ve tertibi, yazı mevzuları, tab işleri ve neşir yolları hakkında kıymetli malumat ve fikirlerinizi diriğ etmemenizi rica ederiz. Dürüst olmak için evvelden şunu da arz ederiz ki, derç edilecek yazılar fikir cihetinden ve kanuni mesuliyet bakımından kontrol edilecektir. Yazı mümkün mertebe sade fakat uydurma kelimelerden azade olacaktır. Hürmetlerimizin kabulü ricası ile. Rıza Nur-Baki Arık -Yazıcılar: Rıza Nur, Yusuf Kemal Tengirşenk, Niyazi Ramazanoğlu, Peyami Safa, Dr. Hasan Ferit Cansever, Hüseyin Namık Orkun, Feridun Nafiz Uzluk, Süheyl Ünver, Remzi Arık, İzzeddin Şadan, Nihal Adsız, Fahriye Arık, Mesut Koman, İhsan Onaner, Fethi Tevetoğlu, Necdet Sançar, Ferid Dikmen, Sami Karayel, Halid Bayrı, Mustafa Hakkı Akansel, Baki Arık." Sermaye ortağı olduğu Baki Arık, mecmuanın sahip ve müdürlüğünü üstlenmiştir. Yazı işleri sorumluluğunu Rıza Nur üzerine almıştır. Mecmua çıkmadan işi birlikte götürmenin güçlüğünü anlayarak ortaklıktan ayrılıp tek başına çıkarmaya karar vermiştir. Tanrıdağ dergisini 8 Mayıs 1942'de haftalık olarak neşretmeye başlamıştır. Peyami Safa derginin çıkışını köşesinde okuyuculara duyurmuştur: "Türklüğün en büyük davası Türkçülük tavrıdır. Buna kafa tutanların cinsini, cibilliyetini, kanını ve fikirler dibini yoklayınız: Orada Türklüğe yabancı bir ideoloji yumurtası, başka bir tarih hatırası, kapatılmış bir gizli cemiyet locasının yaşayan ruhundan alınmış ilhamlar veya Türk polisinin siciline geçmemiş propagandalar bulacaksınız.” Dergide etrafına gençler ile akranı meslektaşlarını toplamıştır. 1944 yargılamalarında daha önce yapılan soruşturmalar sırasında zararlı unsurlar olarak gösterilen 47 Türkçüden 14’ü dergide yazmıştır. Kapağında “Bu Türklerin Dergisidir" ibareli bir açıklama yer almıştır. İlk altı sayıda “Tanrıdağ” imlası ile çıkan dergi 7. sayıdan itibaren “Tanrıdağ” olarak çıkmış ve 5000 tiraja ulaşmıştır. Vefat ettiğinde derginin 17. sayısı çıkmıştı. Atsız, hazır olan yazılarla 18 Eylül 1942'de 18. sayıyı çıkarmıştır. Tanrıdağ'da yayınlanan “Millî İlâhî"sinin "Sen Türk'ü Koru ey ulu Tanrı!" cümlesinden ilham alan Atsız tarafından sonraları Türkçüler arasında yaygın olarak kullanılan ‘Tanrı Türk'ü Korusun" sloganının türetildiği tahmin edilmektedir. Türkiye'de sağ ve sol akımlar, Pantürkizm konularında farklı değerlendirmeler yaptığı eserler neşreden Jacob M. Landau, Tanrıdağ'ı pantürkçü ve saldırgan üsluplu olarak kabul ediyor. SİNOP'TA KURDUĞU VAKIF Sinop'ta şehrin sahilinde, Türkiye ve Yunanistan arasında yapılan göçmen mübadelesi sırasında hazineye kalan, iki Rum kardeşin evi olan ve 1902 yılında yapılan binayı satın alarak ev olarak kullanmış ve bir bölümünü kütüphane olarak düzenlemiştir. Üç katlı olan bina neo-klasik üsluba örnek olarak gösterilebilir. Kütüphanede 5000'e yakın kitap bulunuyordu. Vakfa irat olarak kütüphaneye bitişik ve 4. numaralı vakfiye ile verdiği bitişik arsalar, bir çiftlik, iki kayık, bir motor tahsis etmiştir. 2 Nisan 1924 tarihinde Sinop Şer'i mahkemesinde vakfolunmuş ve noterlikçe tasdik edilmiştir. Rıza Nur'un vefatından yıllar sonra Ulus'ta Nihal Atsız adlı bir şahsın vakfa ait kütüphane ve emlaka sahip çıkmasının büyük teessür uyandırdığı haberi çıkmıştır. Gazete haberin maksatlı verildiği izlenimini vermemek için yakından tanıdığı Atsız'dan bir şahıs diye bahsetmiştir. Tahsis edilen iradı ile birlikte vakfiyesinin muhkem olmadığı iddiasıyla vakfın kaldırılarak kütüphane ve buna müteallik emlakin tek varisi sıfatıyla kendisine intikali için Sinop Hukuk Mahkemesi'nde dava açtığı belirtilmiştir. Mahkeme Rıza Nur'un emlakı vakfettiği tarihte Atsız'ın veraset hakkının olmamasından dolayı davayı reddetmiştir. Kütüphane binası ikinci sınıf tarihi eser olması nedeniyle 1989-1990 yıllarında Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce restore edilmiş, sonraki yıllarda da bakım ve onarımına devam edilmiştir. MASONLUKLA ALAKASI Masonluğun Osmanlı topraklarında varlığı çok eskiye dayanmaktadır. İlk localarda devletin Müslüman olmayan vatandaşları yer almışlardır. II. Meşrutiyet döneminden sonra devletin asli unsurunu teşkil edenlerin de localarda boy gösterdikleri görülüyor. Cumhuriyetin başlarında masonlar faaliyetlerini açık olarak sürdürmüşler, 1932'de Türk masonlarının ev sahipliğinde milletlerarası masonluk kongresi İstanbul'da toplamıştır. Atsız Mecmua'da kimliği tam olarak bilinmeyen Daniş Remzi imzalı, bir yazıda matbuatın kongreye muhalif bakmadığı gibi, tasvip ve takdir ettiği belirtilip eleştiride bulunulmuştur. Atsız, neşrettiği ikinci dergi Orhun'da açık imzası ile “Komünist, Yahudi ve Dalkavuk” başlıklı makalede fikirlerini açık olarak ortaya koymuştur. "1935'te Mustafa Kemal'in işareti üzerine dernekler faaliyetini durdurmuş, mason tabiriyle "uyku dönemleri” başlamıştır. 1948'de localar yeniden faaliyete başlamış, 1964'te Adalet Partisi Genel Başkanlığı seçiminde Süleyman Demirel, büyük üstat Necdet Egeran'ın yardımıyla mensup olduğu locadan aldığı mason olmadığına dair bir belgeyi dağıtıp muhafazakar delegeleri etkileyerek başarıya ulaşmıştır. Başarısını sadece bu vesikaya bağlamak doğru değildir. Kongrede delegelere Kayseri milletvekili, sonradan Sağlık Bakanı yaptığı Vedat Ali Özkan'ın mason olduğunu gösteren bir belgeyi dağıtmasının olumsuz etkisi olmamıştır. Gelenekçi çizgide neşriyat yapan Yeni İstanbul 15 Ekim 1967'den itibaren "Masonluğun İçyüzü” başlıklı ilk gün birinci sayfanın tamamında, sonraki günlerde içeride tam sayfa verilen bir tefrikaya başlamıştır. İsimler, listeler, resimler peş peşe sıralanmıştır. Tefrikaya itirazlar, müdahale gayretleri olmuştur. Gazetenin köşe yazarı, yakın dönem siyasi tarih konusunda otorite olan Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, tefrika metnini hazırlayan heyetin başında yer almıştır. Masonluğun tarihçesi ve gelişen hadiseler tefrika içinde işlenmiştir. İttihat ve Terakki'nin mason yuvası olduğu, dönem matbuatının önderlerinin mason oldukları ifade edilmiştir. “İkinci Abdülhamit Han ve Masonlar” başlıklı yazanı belli olmayan, üslup olarak Tepedelenlioğlu'nun kaleminden çıktığı açık olan bölümde Talat Paşa ve Mithat Şükrü Bleda'nın 33. Dereceye çıkarıldığı belirtilmiştir. 1909'da İtalyan masonluğu İstanbullu biraderlerinin girişimiyle kurulan Maşrık-i Azam-ı Osmani'nin oluşturulmasına önce yardımcı olmuş, sonra resmen onu tanımıştır. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin isyan ateşi Selanik'teki İtalyan Maşrık-ı Azamlığı'na bağlı ve Üstad-ı Muhteremi Emanuel Karasu olan Makedonya Risorta Locası'nda tutuşturulmuştur. Localar kendilerini feshetmeden, serbest olarak faaliyette bulundukları dönemde masonluk aleyhinde matbuatta ilk yazılardan birini yüksek okul gençliğinin üst teşkilatı Milli Türk Talebe Birliği'nin Tevfik İleri'nin başkanlığı döneminde çıkardığı Birlik gazetesinde "Masonluk ve Bizdeki Masonlar" başlığıyla T. M. müstearını kullanan yazar neşretmiştir. Yazıda 1928'de beynelmilel Mason teşkilatına giren Türkiye Masonlarının İstanbul'da Murat, Vefa, Necat, Muhibbanı Hürriyet, İnkılap, Gençlik, Sebat, Cumhuriyet, Yıldız, Özkardeş, Aydın, Resne, İstanbul, Vedat, Selâmet, Revey, Etvaldoryan mahfellerinin bulunduğu, Talat Paşa, Rıza Tevfik, Besim Ömer, Yunus Nadi, Fahrettin Kerim, Muhittin Üstündağ, Neşet Ömer, Tevfik Salim Paşa, Mazhar Osman, Mustafa Hakkı gibi isimlerin mason oldukları belirtilmiştir. Yeni İstanbul'daki tefrikada mason listelerinde adı verilen Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay, gönderdiği açıklamada Türk Yükseltme Cemiyeti'nin 30 yıl kadar önce kendisini feshetmesi ile azalık münasebetinin kesildiğini, yeniden faaliyete geçtiğinde kaydını yenilemediğinden aza olarak gösterilmesinin yerinde olmayacağını belirtmiştir.” Türk Yükseltme Cemiyeti'nin milli hislere sahip bir cemiyet olduğunu, M. Emin Yurdakul, Dr. Rıza Nur ile Türk Ocağı yöneticilerinden bazılarının mahfellerinde üye olduklarını ifade etmiştir. Bu açıklamadan sonra gazetede "Rıza Nur ve Masonluk-Türkçü Rıza Nur masonlarla büyük mücadele yaptı" başlıklı bir yazı çıktı. 1908 seçimlerinde Rıza Nur ile birlikte müftü Hasan Fehmi Efendi Sinop'tan mebus seçilmişlerdi. Sinop'un ileri gelenleri karşı oldukları İttihat ve Terakki'nin adayı Yusuf Kemal Tengirşenk yerine onları seçmişlerdir. Seçimden önce müftü Rıza Nur'un sözünden çıkmamaya yemin ettikten sonra milletvekili seçilmiştir. Hasan Fehmi Hoca, İstanbul'a gidildiğinde üç gün Rıza Nur ile birlikte olduktan sonra bir daha görünmemiş, İttihatçılara dalkavuk kesilmiş, üstelik mason da olmuştur. Sinoplulara vaziyeti haber salındıktan sonra herkes "Kızıl Hoca! Gavur hoca" demeye başlamışlardır. Rıza Nur'un bu hatırayı anlatış ifadesi mason olmadığını hissettiriyor. Aslında asla mason olmadığını asıl şu satırları ispat ediyor: "Masonluk Türklerce dinsizlik ve küfür sayılmıştır. Masonlara karşı halkta kin ve nefret vardı. Abdülhamit zamanında hükümet de bunların aleyhindeydi. O vakit İstanbul'da birkaç loca var idiyse de çoğunlukla ecnebiler, Rumlar, Yahudi ve Ermeniler devam ederlerdi. Türklerden mason olan pek azdı. Bunlar da kendilerini pek gizli tutarlardı. Bu localar vaktiyle Beşinci Murad'ı da mason yapmıştı. Talat, Rahmi ve arkadaşları Selanik'te Makedonya Risorta Locası'na girmişlerdi. İstanbul'a geldiklerinde derhal mason localarını açarak birçok Türk'ü buraya kaydettiler. Bunların çoğu dönme idiler. İttihatçılar locaları kendilerine kuvvet ve âlet yaptılar." Masonluktan böyle bahseden bir şahıs mason olmuş mudur? Olabilir mi? Bu metni muhtemelen kaleme alan Tepedelenlioğlu “Rahmetli Rıza Nur asla mason olmamıştır. Olsaydı İttihatçılar onu baştacı etmezler miydi? Evet, masonlar her yeni seçimden sonra mason olmayan mebusları, milletvekillerini, büyük şehirlerdeki belediye meclis üyelerini, belediye reislerini, senatörleri mutlaka kendilerine çekmeye çalışmaktadırlar" diyor. Tefrikanın ilerleyen safhasında Kadri Kemal Sevengil (Kop), "Tarihi Bir Hadiseye Dair, Hasan Fehmi Efendi, Dr. Rıza Nur ve Masonluk" başlıklı bir yazı göndererek yakından tanıdığı Sinop mebusunun düzgün bir kişiliğe sahip olduğunu ısrarla vurgulamakla birlikte mason olup olmadığı hususunda herhangi bir açıklama getirememiştir." Rıza Nur hakkındaki bu neşriyattan sonra Fahrettin Kerim Gökay, gazeteye gönderdiği yeni tekzibinde, "Doktor Rıza Nur rahmetlinin, genç yaşından beri saygı ile izlediği bir şahsiyet olduğunu, parlamento savaşlarını heyecanla izlediğini, masonluğunu başkalarından işiterek yazmadığını, Servet Yesari'nin üstad olduğu Murat mahfelinde kıdemli zatlar arasında oturduğunu” açıklamıştır. Rıza Nur hatıratında hayatı, çevresi ile ilgili her şeyi yazmıştır. II. Meşrutiyet döneminde İttihat ve Terakki'ye keskin muhalefeti sırasında partinin Sinop'ta aleyhine çalışması üzerine seçimi kaybetmiştir. Muayenehane açıp hekimlik yapmaya başladığında hükümetin hasta gelmesine mani olduğunu öğrenmiştir. Yeniden siyasetle meşgul olmaya başlamış, siyasi gelişmeler sonunda Ahmet Muhtar Paşa sadrazam olmuş vaziyet İttihat ve Terakki'nin aleyhine dönmüştür. Hatıratında bu sırada geceleri Beyoğlu'nda bir mason locasında içtima yaptıklarını belirtiyor. Loca'nın bulunduğu bina, emniyetli olmasından dolayı toplantı yeri olarak kullanılmıştır. Bu kayıt mason olduğunu göstermez. Gökay'ın bilinmeyen sebeplerle Türkçü Rıza Nur'un mason olduğunu ileri sürmesinin sebeplerini izah etmek güçtür. Gökay, 1900 doğumludur. Rıza Nur, 1926'da Türkiye'den ayrılmış ve 1938 yılına kadar dışarıda yaşamıştır. Mason derneği yöneticileri 3.12.1935'te kapanma dilekçesini vermişlerdir. Bu tarihlere bakıldığında Rıza Nur ile birlikte olabilmesi için Gökay'ın 1926'dan önce masonluğa kabul edilmesi gerekiyor. O tarihlerde mason locaları sayı olarak sınırlı, elimizde istatistiki bilgi olmamakla birlikte masonluğa kabul yaşının 30'un altında olması söz konusu değildir. Bu sebeple 26 yaşındaki Gökay'ın mason olması mümkün değildir. Türkiye'de toplumda dindarlığın etkili olduğu son yıllarda localara rağbetin azalması üzerine üyeliğe kabul edileceklerde yaş sınırının 30'un altına indiği ifade edilmektedir. 6-7 Eylül hadiseleri sebebiyle 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinden sonra Büyükelçi bulunduğu Bern'den geriye çağrılıp bir müddet sonra tutuklanmıştır. Hakkındaki suçlamadan beraat etmiştir. İstanbul'a vali ve belediye başkanı seçilmesinden sonra CHP ve DP iktidarları döneminde locanın desteği ile uzun yıllar görevde kalmış, matbuatta tutulmuş; Peyami Safa ve Ulunay yazılarında ondan sitayişle bahsetmişlerdir. Yeni İstanbul'un yayınıyla ilk defa kamuoyu önünde sıkıntılı duruma düşünce hadiseyi başka noktaya çekmeye çalıştığı söylenebilir. HAYAT VE HATIRATIM 1929'da Paris'te tamamladığı Hayat ve Hatıratım isimli eseri Londra'da British Museum'un Şark Yazmaları bölümünde bağışlayanın mührü ile paketlenmiş olarak muhafaza edilmiştir. Bu yazmanın Paris (Bibliotheque nationale), Berlin (Devlet kütüphanesi) ve Hollanda Leiden Üniversite Kütüphanesi'nde nüshaları bulunmaktadır. 1960 yılına kadar üzerinde her türlü incelemenin yapılamayacağı şartını koymuştur. Eser 1798 sayfadır. Kütüphaneye teslim tarihi 1936 olmalıdır. Kütüphanenin Şark Yazmaları Kataloğuna 1961 yılının 5. ayında kaydedilmiş olan eser sayısı dörttür. 1- Birinci şiir Kitabına Dercedilmemiş Olan Şiirlerim (İskenderiye 1936-119 yaprak) II- Türkiye'nin Yeni Baştan İhyası ve Fırka Programı (Paris 1929, 63 yaprak), III-Şiirlerim ve Nesir Makalelerimden Birkaçı (Paris 1929, 135 yaprak), IV-Hayat ve Hatıratım (Paris 1929-908 yaprak) Hatıratında çocukluk devrinden başlayarak hayatının bütün safhalarını anlatmıştır. Hekimlik hayatı, siyasi hayatı, Milli kıyam, Mustafa Kemal'in nutkunun mahiyeti ve Lozan Konferansı bölümleri bulunmaktadır. Siyaseten anlaşamadığı Mustafa Kemal'in 1927'de okuduğu Nutuk'ta aleyhinde ifadeler kullanması, hatıraları ile birlikte hakkındaki iddialara cevap vererek tarihe bırakmayı düşünmüş olmalıdır. Sir George Hill'e yazıdağı 4 Haziran 1935 tarihli bir mektupla yazmaları British Museum'a vermiştir. Cavit Orhan Tütengil, 1963'te Londra'da incelemeler yaparken rastladığı yazmaları incelemiş ve muhtevası hakkında üç makale yayınlamıştır. Türk kamuoyunda fazla bilinmeyen Rıza Nur bundan sonra gündemden düşmemiştir. Mustafa Kemal hakkında yabancı yazarların eleştirileri neşredilmiş, bunların bazıları yasaklandığı için ancak dışarıya giden ve dil bilenler istifade etmişlerdir. İlk defa çok yakınında bulunan birinin eleştiri yüklü eseri belli kesimlerde alaka uyandırmıştır. Sebil Yayınevi sahibi Kadir Mısıroğlu, Londra'daki el yazmasının örneğini alıp Rıza Nur'un neşrettiği derginin adını verdiği Altındağ Yayınevi olarak Hayat ve Hatıratım'ın birinci cildini 1967'de çıkarmıştır. Ertesi yıl eserin kalan üç cildi neşredilmiş görülüyor. Öğrenciliğimde bu iki cildi kitapçı raflarında gördüm. Naşir olarak kanunun suç saydığı kayıtların esas bundan sonraki ciltlerde bulunduğunun ifade edilmesine bakılarak, 3. ve 4. ciltler 1968'de İstanbul'da basılmış görünüyorsa da gizlice basıldıkları ve el altından satıldığı biliniyor. Hatta son iki cildin yurt dışında basıldığı yolunda şayialar da bulunuyor. Bu hususta en sansasyonel ve mesnetsiz iddiayı Mete Tunçay ileri sürmüş, hiçbir delil göstermeden Hayat ve Hatıratım'ı Fethi Tevetoğlu ve Kadir Mısıroğlu'nun yayınladıklarını belirtmiştir. Hayat ve Hatıratım'da vesikalardan sınırlı olarak istifade edilmiş, gözlem ve yoruma ağırlık verilmiştir. Bu bakımdan kaynak değeri tartışmalıdır. Rıza Nur, kendisinin yakın dönem siyasi tarihimizde bazı önemli olayların odağında bulunduğunu iddia etmiştir: Meşrutiyetin kurulması, Balkan Savaşı'nda orduya cephane yetiştirilmesi, 1920'de Osmanlı Mebusan Meclisi'nin tatil edilmesi, milletvekillerinin Ankara'ya gitmelerini önermek, padişahlığı kaldırmak, kayıp 35 bin tüfeği bulup Sakarya Savaşı'nın kazanılmasını sağlamak, laikliğin kurulması, Lozan'ın imzalanması, Ankara'yı başkent yapmak, medeni kanuna öncülük yapmak, tekke ve zaviyelerin kapatılması, tevhidi tedrisatı önermek. Eser toplumun bütün kesimlerinde ilgi uyandırmıştır. Adalet Partisi'nden senatör olarak seçilen hariciyeci M. Cevat Açıkalın, Ankara-İstanbul yolunda arabası ile seyahat ederken geçirdiği kaza sonucu eşi ile birlikte rahmetli olmuştu. Eski başbakanlardan Suat Hayri Ürgüplü, hariciye ve parlamento yıllarında beraber olduğu Açıkalın hakkındaki yazısında bir iki ay evvel evine ziyarete gittiğinde Hayat ve Hatıratım'ın bütün ciltlerini dikkatli biçimde not alarak incelemekte olduğunu belirtmiştir. Hatıraların neşrinden yıllar sonra gazetelere konu olmasının farklı yorumları yapılmıştır. Bir hezeyan olarak nitelenen hatırat vesilesiyle Rıza Nur’un resmi tarihin eleştirilmesinin ilk örneklerinden biri olarak ortaya konmasının Kemalizm'in kayıtsız şartsız resmi bekçilerinin önüne kolay lokma atmak ve ciddi eleştirilerin önünü tıkadığı belirtilmiştir. Hatırat, Rıza Nur'un yaptığı hizmetleri gölgelemiş, Türkçülüğü ve Atsız'ı eleştirenlerin eline önemli bir koz geçmiştir. Kadir Mısıroğlu, yurt dışında Avrupa'da yaşadığı yıllarda pazarladığı hatıralardan iyi para kazanmıştır. Rıza Nur çocuksuz, eşi önceden rahmetli olduğu, varisi olarak üç erkek kardeşi, onların çocukları olmasına rağmen Mısıroğlu, eserin basılması hususunda herhangi bir izin almamıştır. 1968'de Nihal Atsız'dan noter kanalı ile bir ihtar almıştır. Atsız, Rıza Nur'un sağlığında evlatlığı olduğunu belirterek telif ücreti talep etmiştir. Dostluklarının gelişmesi sonucunda İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi'nde 24 Mayıs 1940'ta Atsız'ı evlat edinmişti. Türkçülük sahasında ilmî ve siyasî neşriyat yapmak üzere bırakılan ve bazılarının abarttığı servet 4500 liradan ibaretti. Veraset vergisi ve mezarının yapılmasından sonra kalan 3000 lira ile Atsız, Orhun dergisini çıkarmak üzere harekete geçmişti. Atsız'ın öğretmenliğe dönmesi için Fethi Okyar'ın aracı olmasını sağlamıştır. Atsız'a Rıza Nur'un vefat haberini 1944 tutuklamalarında bir süre hapis yatan tıp öğrencisi Mehmet Külahlıoğlu vermiştir. Mısıroğlu, merdi kıpti sirkatin söyler misali haklılığını izah edeyim derken dalavereciliğini ortaya koymuş. Atsız'ın kanunen bir şey almaya hakkı olmadığını, çünkü Altındağ Yayınevi'ne sahip gösterdiği şahsın Almanya'ya kaçtığını söylemek durumunda kalmıştır. Altındağ Yayınevi sahibi olarak 3. cildin başındaki takdim yazısını yazan Durmuş Satılmışoğlu'nun üslubu Mısıroğlu'nun aynısıdır. Mısıroğlu, sonraki yıllarda hatıralarını ihtiva eden bir kitabında Hayat ve Hatıratımı neşrettiğini kabullenmiş, kitaptan çok para kazandığını ileri süren Uğur Mumcu'nun iddialarımı çürütmek için sayfalarca mukayeseler yapmıştır. İfadesinden eserin Avrupa'da yeni baskılarının yaptığı anlaşılıyor. Her şeyin İslam'a göre olmasının kavgası veriliyor denirken, ticari hayatta harama, helale riayete gerek görülmemiştir. Onu Atsız'la tanıştıran Yücel Hacaloğlu Kırk Görgü Şahidinden Naklen Benden Tarihe Haberler isimli eserindeki yanlışları üzerine yaptığımız mülakatta Hayat ve Hatıratım'ın baskı masraflarının Süleymancıların lideri Kemal Kaçar'ın karşıladığını beyan etmesi patronun Kadir Mısıroğlu olduğunu işaret eden başka bir kanıttır. Said Bilgiç'in araya girip 100.000 lira ödeme yapılması üzerine Atsız davadan vazgeçmiştir. Mısıroğlu'nun, hatıra diye yazdıklarında yalanlar, yanlışlar peş peşe sıralanıyor. Atsız'ın Maltepe'de Rıza Nur'dan kendisine kalmış bir evde oturduğunu yazıyor. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım'da elinde kalan para ve değerli eşyanın, satılacak kitapların gelirlerinin nasıl paylaşılacağı hususunu vasiyetinde teferruatlı olarak yazmıştır. Atsız'a emlak kalmamıştır. Maltepe'de oturduğu ev eşi Bedriye Hanım'a aittir. Emekli olduktan sonra kardeşi Nejdet Sançar ile birlikte Bostancı'da yeni yapılan bir apartmandan birer daire alarak komşu olmuşlardır. Almanya'dan dönmeyen eşiyle vefatından önce 1975 yılı başlarında boşanmıştır. 1970 yılında Maltepe'de ziyaretine gittiğimizde kütüphane odasında Rıza Nur'un duvarda asılı büyütülmüş fotoğrafının altında miras kalan tek tüfek de duvarda asılı idi. Hatıratı yakın tarihi iyi bilen Münevver Ayaşlı da değerlendirmiştir. II. Abdülhamit'e hayranlık duyan yazar, gazetedeki makalesinde Rıza Nur'un Osmanlı dönemi siyasi faaliyetini ele almış, hükümdara düşmanlığını milletin affetmeyeceği sonucuna varmıştır. Rıza Nur ile mesleki ilişkilerinin ötesinde ele alınan konu ile bağlantısı olmadan Gülhane mektebinin en parlak talebesinin ve sonra hayata atıldıktan sonra da en meşhur ve başarılı olmuş olan doktorların Besim Ömer Paşa, Süleyman Numan Paşa, Orhan Abdi Bey (Deli Fuad Paşa'nın damadı) ve Asaf Derviş Paşa'nın Arnavut olmalarını yazması şayanı dikkattir. Hatıratının özetlenerek hazırlanan başka kaynak kullanılmayan iddialı bir başlıkla çıkan gazete tefrikasında yeni ve farklı bilgi verilmemiştir. MEKTUPLARI Siyasi tercihlerinden dolayı hayatının üçte birlik bölümünü yurt dışında geçirmek zorunda kalan Rıza Nur dostları ile devamlı mektuplaşmıştır. Bu bakımdan çok sayıda mektubunun olması gerektir. Genç dostu Dr. Fethi Tevetoğlu'na yazdıklarının bir kısmı Kopuz'da neşredilmiştir. Atsız'a yazdıkları mektuplarına 1944 yargılamaları sırasında evinde yapılan aramada el konmuş ve iade edilmemiştir. Türkçü fikirlere yakın olan Konya Milli Kütüphane Müdürlüğü yapan Mahmut Mesut Koman (Çanakkale, 1900-İst. 30.11.1979), yayınladığı bazı eserleri hariçte yaşayan Rıza Nur'a göndermesiyle 12.10.934 tarihinde aralarında başlayan mektuplaşma 22.01.1942 tarihli son mektuba kadar devam etmiştir. Sekiz yıllık sürede toplam 62 mektup yazılmıştır. Mektuplarda Fuat Köprülü, Hüseyin Cahit Yalçın, Ziya Şakir Sako aleyhinde ifadeler bulunan ve yayına hazırlanan mektuplar aradan geçen uzun zamana rağmen basılıp günışığına çıkamamıştır. HÜCUMLARA CEVAPLAR Rıza Nur'un Yurt dışında bulunduğu yıllarda ara sıra matbuatta hakkında yazılar çıkmıştır. Abone olduğu Milliyet'ten memleket ahvalini takip etmiştir. Peyami Safa Fransa'da çıkan Larousse'nun Türk Edebiyatı faslındaki bazı kayıtlara itiraz gayesiyle bir makale neşrederek, ansiklopedi kaydından dolayı Rıza Nur'a temas etmiştir. 14 ciltlik Türk Tarihi eserinde ilk defa olarak Arap ve Acem kelimelerin tasfiye edildiği lisan kullanıldığının yazılmasına itiraz etmiş, Fransızca'dan hece vezni ile tercüme ettiği operaları ve telif ettiği operetleri gören, bilen, okuyan varsa Allah için söylemesini ifade etmiştir. Rıza Nur'un bu eserlerini Avrupa'da hazırlamasından dolayı Peyami Safa'nın bilgi sahibi olmaması tabiidir. 1938'de memlekete döndükten sonra küçük bahanelerle basında aleyhinde yazanlar olmuştur. Bunlara verdiği cevaplar Tasvir-i Efkar gazetesinde neşredilmiştir. Bunları daha sonra toplayarak risale halinde yayınlamıştır. Hücumların hakiki sebebinin Türkçü oluşu olduğunu, hücumların milliyetçilik düşmanlarından geldiğini ifade etmiştir. Akşam'da Vâ-Nû'nun Fransa'da Yirminci Asır Larousse'una biyografisinin alınmasından duyduğu rahatsızlığı köşesinde dile getirmesi üzerine karşılıklı bir polemik doğmuştur. Rıza Nur, Tasvir-i Efkar'da cevaplarını maddeler halinde sıralamış, tartışmaya dahil olan Nizamettin Nazif, sekiz maddelik cevapların hepsinin doğru olduğunu, münevverlerin bilhassa kendi nesline mensup gazetecilerin bunları bilmemesinin eksiklik olduğunu belirtip, ondan Larousse'da Türkiye ile ilgili maddelerdeki yanlışlıklara neden müdahale etmediğini sormuştur. Bu yazıdan onun Mütareke döneminde İkinci Sultanahmet Mitingi'nde söylediği nutkun çok beğenildiğini öğreniyoruz. Risaleye Zeki Velidî ile Ali Şir Nevai üzerindeki tartışmaları ile ilgili yazılar alınmıştır. Rıza Nur, kendisine Tan'da sataşan komünist eğilimli Naci Sadullah'ı muhatap almayıp konuyu mahkemeye intikal ettirmeyi tercih etmiştir. Mesut Koman'a yazdığı 24.9.1941 tarihli mektubunda Naci Sadullah'ın aleyhinde açtığı davada altı ay hapse mahkûm edildiğini belirtmiştir. Sadullah, Mustafa Baydar ile yaptığı mülakatta ise, Rıza Nur aleyhine yazdığı bir makaleden dolayı sekiz mahkum olduğunu söylemiştir. sormuştu ESERLERİ Neşrettiği Tanrıdağ mecmuasının 8.5.1942 tarihli birinci sayının 15-16 sayfalarında matbu ve yazma halindeki eserlerinin listesini vermiştir. 48 tanesi basılan 80 eseri toplam 18147 sayfa tutmaktadır. 1. Servet-i Şahane ve Hakkı Millet, İstanbul 1908, 29 s. 2. Tıbbiye Hayatından, İstanbul 1327, 82 s. 3. Cemiyet-i Hafiye, İstanbul 1914, 548 s. Bu eser yeni harflerle neşredilmiştir: Cemiyet-i Hafiye Gizli Örgüt, Haz: Ahmed Nezih Galitekin, İstanbul 1995, 528 s. 4. Hürriyet ve İtilaf Nasıl Doğdu, Nasıl Öldü?, İçyüzü, İstanbul 1919, 68 s. 5. Gurbet Dağarcığı, 1919, 32 s. 6. Türkiye'nin Sıhhi, İçtimai Coğrafyası, İstanbul 1922. 7. Türk Tarihi: 1924-1926 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı yayını olarak 12 cildi basılmıştır. İki cildi yazma olarak kalmıştır. Rıza Nur, Türk Tarihi’nin Meşrutiyet'e hasrettiği 13. ve Cumhuriyet ve öncesine ait 14. ciltlerinin birer kopyasını Berlin'de bir kütüphaneye bırakmıştır. 8. Türk Şeceresi, İstanbul 1925, 350 s. Rıza Nur, eserin kapağında Çağatay şivesinden Türkiye Türki şivesine nakil eden olarak künyede yer almıştır. Esere 9 sayfalık bir başlangıç yazmıştır. 9. Onghouz-name, İskenderiye 1928, 64 s. 10. İnsan, 1929, 316 s. 11. Uğuzname Üzerine Prof. Pelliot'ya Cevap, 1931, 41 s. (Fransızca) 12. Hilalin Tarihi, 1933, 181 s. 13. Şehname ve Firdevsi, 1934, 329 s. 14. Ali Şir Nevai, 1935, 58 s. 15. Meclis-i Mebusan İntibaları (Sinop İntihabı Dolaşması), 1935. 22.12.1935 tarihinden itibaren Akşam gazetesinde tefrika edilmiştir. 16. Namık Kemal: Eski alfabe ile Mısır'da 1936'da basılmıştır. Büyük boy 720 123 sayfadır. 17. Siyasî Risaleler, Haz. Ahmed Nezih Galitekin, İstanbul 2005, 240 s. Bu kitapta daha önce müstakil olarak neşredilmiş olan 1- Meclis-i Mebusan'da Fırkalar Meselesi 2- Hürriyet ve İ'tilâf Nasıl Doğdu-Nasıl Öldü? 3- Gurbet Dağarcığı 4- Servet-i Şâhâne ve Hakk-1 Millet 5- Hücumlara Cevap bir araya getirilmiştir. Gençlik yaşlarında şiir yazmaya başlamıştır. Fransızcadan tercüme ettiği ve milli olarak kendi yazdığı opera ve operakomiklerde dahil olduğu halde şiirlerinin miktarı 600 parça kadardır. Şiirleri yalnız büyük Türklük idealini taşımaları yanında şekil ve dil bakımından da kıymetli birer örnektirler. Basılmamış eserleri arasında üç büyük cilt teşkil eden Türk şiirinin evolusionu tarihi ve analitik tetkiki, iki büyük cilt tutan Türk şiirbiliği tiretesi, Fransız şiirbiliği, Uğuz kağan destanı, İkinci Murat Divanı gibi eserleri bulunmaktadır.
·
2.852 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.