Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

HAMDULLAH SUPHİ TANRIÖVER DOĞUM YERİ VE YILI Hamdullah Suphi, İstanbul Aksaray'da Horhor'daki Abdüllatif Suphi Paşa Konağı'nda doğmuştur. Bu konak onun ölümünden sonra İstanbul Üniversitesi tarafından satın alınarak, muhafaza altına alınmıştır. Doğum tarihi ile ilgili olarak muhtelif tarihler 1884, 1885 ve 1886 yılları verilmektedir. Bu tarihleri ileri sürenlerin, iddialarını destekleyecek delilleri bulunmamaktadır. Babasının 1886 tarihinde öldüğü bilindiğine göre bu tarihte ve 1884'te doğması söz konusu olamayacaktır. Yakın akrabalarından Seniha Moralı, özel kâtibi Mustafa Baydar ve Dr. Fethi Tevetoğlu'nun da belirttikleri gibi doğum tarihi 1885 olmalıdır. Baba tarafından mensup olduğu aile Kastamonu'dan Mora'ya göç etmiş oldukları ileri sürülen Kocamemioğulları'dır. Aileye ismini veren Koca Memi Bey, III. Mehmet zamanının tanınmış şahsiyetlerindendir. Mora yarımadasının eyalet merkezi Trapoliçe'ye yerleşen aile bölgede nüfuz sahibi olmuştur. Dedesi Abdurrahman Sami Paşa 1792'de Mora'nın Trapoliçe şehrinde doğmuştur. Yunan isyanında babasının şehit edilmesi üzerine genç yaşta ailenin reisliğini üzerine almış, bütün aile ile birlikte bir müddet esir kaldıktan sonra Mısır'a göç etmişlerdir. Bir müddet kaldığı Mısır'da devlet hizmetine girmiş, 1843'te Ferik rütbesini almıştır. 1844'te Mısır'dan Avrupa'ya gönderilmiş üç yıl önemli şehirleri dolaşmıştır. Mısır'a döndükten sonra Mısır valisi Abbas Paşa babasının yakın çevresindeki kişileri, bu arada A. Sami Paşa'yı da Mısır'dan çıkarması üzerine padişahın emri ile Tırhala mutasarrıflığına tayin edilmiştir. Değişik görevlerde ve valiliklerde bulunduktan sonra 1856'da ilk defa kurulan Maarif Nezareti'ne nazır olarak tayin edilmiş, 1881 yılında vefat etmiştir. Hamdullah Suphi'nin babası Abdüllatif Paşa Tripolice şehrinde doğmuş, Mısır'da iyi bir öğrenim görmüştür. 1849'da babası ile birlikte Mısır'dan çıkarıldıklarından sonra Osmanlı devletinde önemli görevlerde bulunmuştur. Ticaret, Maarif, Maliye ve Evkaf nazırlıkları yapmış, 1886'da vefat etmiştir. Görevlerinde doğruluktan ayrılmamaya özen göstermiştir. Namık Kemal'i muhakeme eden mahkemenin reisliğini yapmış, bütün baskılara rağmen suçsuz görülerek beraat etmesine karar verilmiştir. Annesi Ülfet hanım, Kafkasya'dan esir olarak getirilmiştir. Oğluna çok bağlı olduğu için Milli Mücadele'ye katılmak üzere Ankara'ya gelen Hamdullah Suphi'yi takip etmiştir. Bu sebeple oğlu da annesine sıkı bağlılık göstermiştir. 1938'de Bükreş'te bulunduğu sırada İstanbul'da vefat eden annesinin defnine iştirak edememiş, dönemin Milli Eğitim Bakanı, saygı işareti olarak Merkez Efendi'ye götürülen tabutun geçtiği güzergâha öğrencilerin çıkarılması emrini vermiştir. Baba bir, anneleri ayrı olan ablası Hamiyet Hulusi hanım Türkiye'nin ilk kadın hayır cemiyetlerinden Kadınları Çalıştırma Derneği'nin kurucusu ve başkanlığını yapan kısa boylu, kilolu bir bayandır. Ahmet Ağaoğlu'nun eşi Sitare hanım da bu derneğin yönetim kurulu üyeliğini yapmıştır. Dernek kimsesiz dullara, genç kızlara, asker ailelerine el işleri, örgüler yaptırıyor, bunların satışlarından gelen para ile geçimleri sağlanıyordu. Hamiyet Hanım, 1915'te Çanakkale Savaşları sırasında Bekir Sami Beyin yeğeni Akile Kunduh ile Besim Ömer Paşa'dan kurs görerek Galatasaray Lisesi'nin bir bölümünde teşkil edilen ordu hastahanesinde ilk Kızılay hemşireleri olarak görev almışlardır. Tanrıöver, Türk kültürünün dışlanmadığı, şeklen batılı konaklarda kültür seviyesi oldukça yüksek bir ortamda yetişmiştir. Ailenin sahip olduğu konaklar dönemin edebiyat ve siyasetçilerinin sohbet vesilesiyle toplandıkları mekânlardır. Babasının konağı İstanbul'da Saraçhane geçidinden Fatih'e doğru çıkarken sol taraftan Aksaray'a doğru inen Horhor Caddesi'nin başında Suphi Paşa adıyla tanınmıştır. Çocukluğu bu konakla büyükbabasının Çamlıca'daki köşklerinde geçmiştir. Yaşadığı bu ortamda ailesi çocuklara Batı ve Doğu dillerinin birlikte öğretilmesini sağlamıştır. EĞİTİMİ İlköğrenimini Kısıklı, Altunizade, Numune-i Terakki adlı üç ayrı okulda tamamlamıştır. İlköğrenimini tamamladıktan sonra Galatasaray Sultanisi'nde yatılı olarak öğrenimine devam etmiştir. Küçük Said Paşa'nın aracılığıyla II. Abdülhamit, Abdüllatif Suphi Paşa'nın çocuklarının bu okulda parasız yatılı okumaları hususunda bir irade çıkarmıştır. Okulda en yakın arkadaşlarından biri olan Abdulhak Şinasi Hisar, onun çok titiz olduğunu, hafta sonları Beyoğlu'na gezmeye çıkmadan önce, hanımlar gibi ayna karşısında uzun süre hazırlandığını anlatmıştır. 1895-1904 yılları arasındaki tahsil döneminde Türkçeden bitirme imtihanına girerek başarılı olmuş ve ehliyetname verilmiştir. Galatasaray Lisesi'nde 1923-1924 öğretim yılına kadar biri Türkçe diğeri Fransızca olmak üzere iki bölüm vardı. Bir öğrencinin okuldan mezun olması için her iki sınıfın derslerini alması hem Türkçe hem de Fransızcadan son sınıf bitirme imtihanlarını vermesi şarttır. Fransızca bölümü imtihanlarına girmemesine rağmen bu dili iyi bildığı bilinmektedir. Berlin'de bulunduğu dönemde Almancayı da öğrenmiştir. Öğrencilik dönemi toplumda II. Abdülhamit'e karşı muhalefetin geliştiği yıllardır. MEMURİYETİ 1905'te Tütün İnhisarı Merkez İdaresi Tercüme Kalemi'nde memur adayı olarak çalışmaya başlamıştır. Bu işe yerleşmesinde Abdurrahman Şeref ile Halit Ziya Uşaklıgil'in yardımları olmuştur. Reji idaresi Osmanlının borçlarını ödeyebilmek için yabancılara verdiği imtiyazlar çerçevesinde kurulan bir teşkilat olduğundan olumsuz çalışma şartlarına dayanamamış ve 1907 yılında Defter-i Hakani Nezareti Mektubi Kalemi Mülazimliği'ne geçmiştir. Bu memuriyetinde kısa bir süre kaldıktan sonra kendisine esas meslek olarak öğretmenliği seçmiştir. ÖĞRETMENLİĞİ Galatasaray'dan mezun olduktan sonra Fecr-i Âti topluluğu içinde yer almış, yakın arkadaşı Ahmet Hâşim'den dolayı şiir yazmayı bırakmıştır. Öğretmenliğe 1908'de Ayasofya Rüşdiyesi'nde başlamıştır. Okulda Kitabet, Malumat-ı Medeniye ve Fransızca dersleri okutmuştur. Bu okuldan sonra Darülmuallimin, Bahriye Mektebi, Darülbedayi ve Darülfünun'da öğretmenlik yapmıştır. Halit Ziya saraya başkâtip olduğundan Darülfünun'da okutmakta olduğu Hikmet-i Bedâyi (Estetik) derslerinin Tanrıöver'e verilmesini tavsiye etmiş, ders muavinliğine Halit Fahri Ozansoy getirilmiştir. İkinci sınıflarda bu dersi okutan Tanrıöver, öğrencilerine daha fazla yararlı olmak üzere anlattığı dersin konuları içindeki eserleri yerinde görmek ve araştırma yapmak, Atina, Floransa, Roma, Paris, Berlin, Londra'da bulunan müzeleri ziyaret etmek için 11.7.1911 tarihli dilekçe ile Maarif Nezareti'ne başvurmuştur. İstediği iki aylık izin gerekli harcırahla birlikte verilmiştir. Maarif Nezareti 1911-1912 ders yılı başında “Darülfünun Şubeleri'nde Mecalis-i Muallimin'in Vezaifini Mübeyyin Talimat”ı hazırlamıştır. Talimatnameye uygun olarak 21.12.1911'de Edebiyat Şubesi muallimleri toplanarak gizli oyla Abdurrahman Şeref Beyi reisliğe; Hamdullah Suphi'yi kâtipliğe seçmişlerdir. Yine aynı talimatnameye göre Hüseyin Daniş, Mehmet Akif, Ahmet Naim, Ahmet Mithat, Efdalüddin, Ahmet Hikmet, Hamdullah Suphi’den müteşekkil heyet 1912-1913 ders yılında iki rapor hazırlamıştır. Muallimler Meclisi'nin görevi olarak Nobel Barış Ödülü'ne 1917 yılı adayı için 3.1.1918 tarihinde yapılan oylamada Ahmet Ağaoğlu’nun teklifini Tanrıöver'in de desteklemesi sonucu Sovyet lideri Lenin seçilmiştir. Hariciye Nezareti bu oylamayı kabul etmeyerek iade etmesine rağmen üyelerin tercihlerinde ısrar etmeleri üzerine herhangi bir işlem yapılmamıştır Darülbedayinin mektep olarak temelinin atıldığı günlerde, tatlı ders anlattığı, sayısı yüzü geçen ve Şehzadebaşı'ndaki Letafet Apartmanı'nın bir sahne ile ders salonuna çevrilen geniş büyük odasının harem ve selamlık usulü iki tarafta karşılıklı dolduran kız ve erkek talebeleri sözlerinin derinliğinden ziyade sesinin helâveti, ile etkilediğini muavini kaydediyor. Bu dersi okuturken muhtevasını, Türk-İslam kültürü çerçevesine sokarak adını da değiştirmiştir. İstanbul dışındaki tarihi eserleri görmek üzere Anadolu, Rumeli, Romanya'ya seyahat etmiş, Konya'ya giderek Selçuklu dönemi eserlerini incelemiştir. 1915 Temmuz'unda, Harbiye Nezareti tarafından, cepheleri dolaşarak duygu ve düşüncelerini yazmaları için görevlendirilen bir grup şair, yazar ve ressamla birlikte Çanakkale'ye gitmiştir. Gezi gözlemlerini İkdam gazetesinin 28-30 Temmuz 1915 tarihli nüshalarında neşretmiştir. 1916 yılında Cemal Paşa Suriye valisi olduğu zaman onu bölgedeki İslam eserlerini incelemek üzere davet etmiştir. 1916 Aralık ayında Suriye'ye hareket ettiğinde beraberinde bölgede eğitim hizmetleri hususunda yapılacak çalışmaları tespit etmek üzere davet edilen Halide Edip, daha sonra yazdığı romanlarla ün kazanan Muazzez Tahsin Berkant da bulunmuştur. Bu yolculuk Halide Edip'in Anadolu'ya ilk çıkışıdır. Tanrıöver sonraki yıllarda Türk Ocağı ile meşguliyeti ve siyasi faaliyeti yüzünden öğretmenlik mesleğine zaman ayırmamıştır. Tanrıöver'in literatürde pek bilinmeyen çalışmalarından biri de II. Meşrutiyet döneminde dilde sadeleşme hususundaki gayretleridir. Hava Müdafaa Genel Komutanı Korgeneral Hüsnü Kılkış, Maarif Bakanı Hasan Âli Yücel'e gönderdiği 5.6.1941 tarihli üç sayfalık mektubunda yazı dilimiz hakkında görüşlerini açıklamıştır. Mektubuna ek olarak, Türkçe yazmak ve söylemek için düşündüğü temel noktaları dört başlık altında (Türkçe yazalım, Harflerimiz, İyi gün ve iyi gece, Şiirde Türk ölçüleri) kısaltarak sunmuştur. “İyi gün, iyi gece” başlıklı bölümde Osmanlıcada "Sabah şerifler hayır olsun", "Akşam şerifler hayır olsun" gibi sözlerin yerine Meşrutiyet döneminde Hamdullah Suphi'nin “Günaydın”, “Tünaydın” gibi tabirleri ortaya koyduğunu ve üniversitedeki hocalık nüfuzu sayesinde bunları yaymaya uğraştığını ve uygun şeyler olmadığını belirtmiştir. Bunların yerine “İyi gün”, “iyi gice" tabirlerinin kullanılmasını teklif etmiştir. Kılkış'ın tutulmadığını ileri sürdüğü yeni tabirlerden "Günaydın" günümüzde yaygın olarak kullanılmaktadır. II. Balkan Savaşı'nın sonunda imzalanan anlaşma ile Osmanlı Devleti Midye-Enez hattının ötesinde kalan yerleri kaybetmiş, galip devletlerin aralarındaki tartışmalardan istifade ederek Edirne ile Meriç'e kadar olan yerleri geri almıştır. Edirne'de Bulgar işgali sırasında yapılan mezalimi anlatmak üzere farklı millet ve dinlerden teşkil edilen heyette görev almıştır. Heyette bulunan Reşit Saffet Atabinen, Mahmud Nedim, Kalbiyos, Muallim Karabet, Avukat Abraham Papasyan, Agop Şerbetçiyan ve Hayim Bahares ile birlikte Avrupa ülkelerini dolaşmıştır. I. Dünya Savaşı'nın sona ermesi, mütarekenin yürürlüğe girmesi üzerine İttihat ve Terakki'yi fikren destekleyen öğretim üyeleri tasfiye edilmiştir. Maarif Nazırı Ali Kemal, Darülfünun ıslahatı için teşkil edilen komisyona başkanlık edip 22.3.1919 tarihli kararname ile bir tasfiye gerçekleştirilmiş, kadro haricinde bırakılan yirmi civarında öğretim üyesinin arasına Tanrıöver de dahil edilmiştir. Saltanatın kaldırılmasından sonra Edebiyat Fakültesi öğrencileri uzaklaştırılan öğretim üyelerinin tekrar fakülteye alınmaları için yetkililerin harekete geçmelerini istemiştir. Öğretim üyelerinin genel eğilimi üzerine kadro dışı kalan Ziya Gökalp, Ahmet Ağaoğlu, Hamdullah Suphi, Yusuf Akçuraoğlu'na 5.12.1922 tarihinde ihdas edilen yeni kürsülerde çalışmaları teklif edilmiştir. Tanrıöver için, Türk ve Sanayi-i Nefise Tarihi kürsüsü kurulmuştur. EVLİLİĞİ Düzgün bir fizik yapısına sahip olan Tanrıöver, hanımlar tarafından çok beğeniliyor ve enteresan bulunuyordu. Buna rağmen evliliği gecikmiştir. 1915'te Türk Ocağı’nda gönüllü olarak Çanakkale'ye giden üniversite öğrencileri için bir müsamere tertip edilmiştir. Bu gecede Mehmet Emin'in “Ey İğnem Dik" isimli şiirini okuyan on beş yaşlarında genç ve güzel Ayşe Saide Hanım dikkatini çekmiştir. Samet Ağaoğlu, Tanrıöver'i, "Türk Ocağı sahnesinde Mehmet Emin Yurdakul'un Musa Süreyya tarafından bestelenmiş 'Ey İğnem Dik!' isimli şiirini okuyacak Saide Hanım'ı dinleyicilerine tanıtan silik bir iz olarak" hatırlamaktadır. Tanışmalarından iki yıl sonra 1917'de evlenmişlerdir. Eşinin ailesi ilgili olarak kayıtlarda fazla bir bilgiye rastlamadık. İstanbul hayatı, tarikatlar hakkında uzun yıllar araştırma yapan ve bunların ancak bir bölümünü neşredebilen Cemalettin Server Revnakoğlu'nun notlarına göre kayınpederi Hacıbeyzade Ahmed Muhtar Beybaba, “edip, nüktedan, asil İstanbul çocuğu, muharrir, müellif, gazeteci, tarihçi, folklorcu, bir müddet politikacı, biraz maceracı, tarikatte Rifa'î dervişi, kendi tekkesinde meydan reisi, kuvvetli zikirci, kıyamcı, sonra Bektaşî, en sonra erkân görmüş icazetli Bektaşî babası" bir şahsiyet olup 29 Aralık 1941'de vefat etmiştir. Muhtar Bey vefat ettiğinde Ulunay bir yazısını ona hasretmiştir. Tanrıöver'in 1920 doğumlu ve makine mühendisliği tahsili yapan Aldemir ile Özkul isimli iki oğlu olmuştur. Aldemir, Nurullah isimli bir erkek çocuk sahibidir. Özkul, Zeynep hanımla evlenmiş, Dürrican isimli bir kızı olmuştur. Özkul babasının sağlığında 18.9.1961'de vefat etmiş, 20.9.1961 günü Aksaray Valide Camii'nden öğle namazından sonra kaldırılarak Merkezefendi Kabristanlığı'nda defnedilmiştir. II. Meşrutiyetin ilanından sonra gelişen siyasi olaylar devleti büyük toprak kayıplarına uğratmıştır. Balkanlarda elden çıkan topraklarda yaşayan binlerce Türk ata yurtlarını, mülklerini geride bırakarak canlarını kurtarmak için kitleler halinde yollara düşerek zor şartlar altında Anadolu'da kendilerine yeni mekânlar bulmak mecburiyetinde kalmıştır. Devlet bünyesinde yaşayan milletler, devletlerini kurma yolunda gayret göstermekte idiler. Devletin ana unsuru olan Türkler ihmal edilmiş ve kimliklerini bile göstermek imkânından mahrum bırakılmışlardı. Osmanlıcılık akımının başarılı olamaması sonucu din birliği bulunan etnik grupların devletten ayrılma teşebbüsünde bulunmaları, Türk unsurun köklü bir milli değişim göstermesinin ihtiyacı duyulmuştur. Türk Ocağı milli varlığı tehlikede, Türkleri kurtarmak gerektiğine inananların kurdukları bir dernek olarak ortaya çıkmıştır. Türk olmayan milletlere mensup gençlerin faaliyetlerinden endişe duyan askeri tıbbiye öğrencileri tarafından kurulmuştur Celal Nuri'nin yazarlarından olduğu Fransızca çıkan Jön Türk gazetesi Mayıs 1911'de Donanma Cemiyeti gibi "kavmi bir Türk Maarif Cemiyeti teşkil etmek" fikrini ortaya atmıştı. Bu fikirden etkilenen Askeri Tıbbiye'de okuyan öğrenciler arasında bulunan Hüseyin Baydur ile Haşim Çinilili Türk aydın ve gençlerini toplayacak bir derneğin kurulması fikrini ileri sürmüşlerdir. Bu görüşün ortaya atılmasından sonra öğrenciler okullarının üst katında boş bulunan bir odada geceleri gizli toplantılar yaparak fikirlerini geliştirmişlerdir. Okulun emniyetli olmaması üzerine toplantılarına Karacaahmet mezarlığında devam ederek sivil tıbbiye ve diğer yüksek okul öğrencilerini, Mülkiyelileri davet etmişler ve milliyet esasına dayanan bir cemiyet kurulması kararlaştırılmıştır. Hazırlanan beyanname 11 Nisan 1911 tarihinden itibaren ilgililere sunulmuştur. Yapılan ziyaretlerde yardım vaadi alınmış Hüseyin Cahit Yalçın 50 altın vermiştir. Ahmet Ferit Tek'in evinde Mehmet Emin Yurdakul, Rıza Tevfik ve Yusuf Akçuraoğlu'nun iştiraki ile yapılan toplantıda dernek kurulması fikri olgunlaştırılmıştır. 20 Haziran 1911 tarihinde Ağaoğlu Ahmet'in evinde yapılan toplantıya tıbbiyeli 231 öğrenci adına Hüseyin Fikret ve Remzi Osman'ın yanı sıra M. Emin Yurdakul, A. Ferit Tek, Yusuf Akçuraoğlu, Mehmet Ali Tevfik, Fuat Sabit, Emin Bülent Serdaroğlu katılmış ve görüşmenin başkanlığını İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin İstanbul milletvekili Ahmet Nesimi Bey yapmıştır. Toplantıda kurulacak cemiyetin adının Fuat Sabit'in teklifi üzerine Türk Ocağı olması kararlaştırılmıştır. Öğrenci temsilcilerinin yanında Mehmet Emin, Ahmet Ferit, Ahmet Ağaoğlu, Dr. Fuat Sabit kurucular olarak belirlenmiştir. Geçici idare heyetine Mehmet Emin (Başkan), Yusuf Akçuraoğlu (II. Başkan), Mehmet Ali Tevfik (Kâtip), Dr. Fuat Sabit (Veznedar) olarak seçilmişlerdir. Fiili kuruluşu 20 Haziran 1911 günü gerçekleştirilen Türk Ocağı, İttihat ve Terakki merkezinde Ziya Gökalp'in de katıldığı bir toplantıdan sonra 25 Mart 1912'de resmen kurulmuştur. İlk yönetim kurulu Ahmet Ferit Tek (Başkan), Yusuf Akçuraoğlu (II. Başkan), Mehmet Ali Tevfik (Umumi Kâtip), Dr. Fuat Sabit (Veznedar) olarak belirlenmiştir. İlk toplantılarını Akbıyık'ta bulunan Türk Yurdu idaresinde yaptıktan sonra Divanyolu'nda üç odalı bir binada faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Balkan Savaşı'nın olumsuz sonuçları ve mali sıkıntılar nedeniyle yeni açılan cemiyet duraklama dönemine girmiştir. Bu arada Ahmet Ferit Tek, Milli Meşrutiyet Fırkası'nı kurmak üzere ocağın başkanlığından ayrılmıştır. Bu gelişmeler karşısında Ocak, 1912 yılı sonunda kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Binanın kirası ve görevlinin ücreti ödenemez hale gelmiştir. Yapılan görüşmelerden sonra Hamdullah Suphi'nin başkanlığa getirilmesi kararlaştırılmıştır. 18 Mayıs 1913 tarihinde yapılan kongrede, Yusuf Akçuraoğlu'nın aracılığıyla 25 Aralık 1912'de ocağa üye olan Hamdullah Suphi başkan seçilmiştir. İttihat ve Terakki'nin Türkçülük fikrini benimsemesinden sonra mali sıkıntılar giderilmiştir. Enver Paşa, Dr. Nazım ve Veliaht Abdülmecit Efendi maddi yardımlarda bulunmuşlardır. Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin'in Selanik'in elden çıkmasından sonra İstanbul'a gelmeleriyle ocağın gücü artmıştır. Ocağın maddi gücünün artmasından sonra daha elverişli bir binaya, Bayezid'de Soğanağa Mahallesi Reşit Bey Sokağı'nda Şamlı Rahvancızade Reşit Efendi'nin sahibi bulunduğu 17 numaralı konağın bazı bölümlerine taşınılmıştır. Ocağın en enerjik ve canlı çalışmaları bu binada gerçekleştirilmiştir. Bu konağın bahçesine 600-700 kişi alacak bir konferans salonu yaptırılmıştır. 15-22 Kasım 1913 tarihleri arasında darülfünun konferans salonunda yapılan kongrede Tanrıöver çoğunluğun oylarıyla yeniden başkan seçilmiş, yönetim kuruluna Celal Sahir Erozan, Akil Muhtar Özden, Yusuf Akçuraoğlu ve Hasan Ferit Cansever seçilmişlerdir. Ocak İstanbul dışında mütareke dönemine kadar 35 şube açmıştır. 1912 yılından sonra Türkistan ve Çin'de açılan ocak şubeleri Türkçülük fikrine düşman olan yöneticiler tarafından kapatılmalarına kadar faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Türk Ocağı, Türk modernleşmesinde bazı konularda ilk adımları atan öncü bir kuruluş olmuştur. 1913 yılına kadar sahnede görülmeyen Türk kadını onun ve Halide Edip'in rehberliğinde bir ilki gerçekleşmiştir. Halide Edip'in kaleme aldığı Yeni Turan romanının tiyatro haline uyarlanarak sahneye konmasına, yazarının ve Hamdullah Suphi'nin rol almasına karar verilmiştir. Prova çalışmaları sırasında etraftan ve İttihat ve Terakki önderlerinden mesele çıkarılabileceği uyarısı gelmiştir. Bütün endişelere rağmen piyesi izlemeye gelenler arasında Enver ve Talat Paşalar da bulunmuştur. Türk Ocağı salonu hanımların yüzleri açık olarak erkekler arasında oturup tiyatro seyrettikleri, Türk kadınlarının oyunlarda sahne aldıkları ilk yer, Ocak milliyetçilik fikri kadar, medeniyetçiliğin de yıkılmaz kalesi olmuştur. 14 Haziran 1918 tarihinde uzun bir aradan sonra yapılan kongrede gizli oyla gerçekleşen seçimler sonucunda Mehmet Emin reisliğe, Hamdullah Suphi umumi katipliğe getirilmişlerdir. Hars ve İlim Heyeti'ne Ziya Gökalp, Halide Edip, Hamdullah Suphi, Mehmet Emin, Ahmet Ağaoğlu, Fuat Köprülü, Hüseyinzade Ali seçilmişlerdir. Kongrede verilen yetki üzerine Türkçülük ve Matbuat, Türk Gücü, Köy Teşkilatı, Bakım, Neşriyat ve Sanayi Encümenleri kurulmuştur. Yeni seçilen idare heyeti 2 Kasım 1918 tarihinde istifa etmiş, yerlerine yedek üyeler gelmişlerdir. Osmanlı dönemindeki son kongre mütarekeye rastlamış, 18 Ekim 1919'da İstanbul Darülfünun konferans salonunda yapılmıştır. Mali konularda tartışmaların yapıldığı kongrede Hamdullah Suphi yeniden başkanlığa seçilmiştir. Tanrıöver, İttihat ve Terakki yönetimine muhalefetini açık olarak ortaya koymuştur. İttihat ve Terakki Partisi, Ziya Gökalp ve Hüseyinzade Ali vasıtasıyla ocakta etkinlik sağlamış, bununla yetinilmeyerek 1918 yılında yapılan kongrede Gökalp'in ocağa başkan seçtirilmesi düşüncesi gerçekleşmemiştir. Bu fikrin gerçekleşmesi halinde ocak ile parti arasında doğrudan ilişki kurulması düşünülmüş olmalıdır. Gökalp'in partinin bütün desteğine rağmen başkanlık seçiminde cüzi bir oy alması dikkat çekicidir. Ocak mensupları böyle bir ilişkinin sağlıklı olamayacağını düşünmüş olmalıdırlar. Aslında ocağın ileri gelenlerinin ekseriyeti İttihat ve Terakki yönetiminde veya milletvekili olarak parlamentoda görev almışlardır. Gökalp de Hamdullah Suphi'yi Ocak'tan tasfiye etmek düşüncesi 1916 yılından beri mevcuttu. O, Hamdullah Suphi'yi ferdiyetçi olarak nitelendirmekte idi. O zaman bu düşüncesini uygulamaya koyamamış ve aday olamamıştı. Gökalp'in kızdığı kişileri affetmediği biliniyor. Hamdullah Suphi ile arasının açılması üzerine, onun üniversitenin Müderrisler Meclisi'nden izin almasına mani olmuştur. Gökalp İsmail Hakkı Baltacıoğlu'na, Türk Ocakları'nın kültür müesseseleri olmalarını, hasbî kalmalarını, amelî ve siyasî şeylerle uğraşmamalarını istemesine rağmen, Tanrıöver'in bunun aksini yaptığını belirtmiştir. Tanrıöver de Gökalp'in kuzularını yiyen bir çoban olduğunu söylemiştir. İttihat ve Terakki'nin devrini tamamlamasından sonra mütareke döneminde 9 Aralık 1919'da kurulan Milli Türk Fırkası'nın mensupları da ocağın faal üyeleri olmuşlardır. Hamdullah Suphi ocak faaliyetleriyle birlikte I. Dünya Savaşı içinde idarenin talebi üzerine bazı seyahatlere katılmıştır. 1915'te Enver Paşa'nın isteği üzerine dönemin bir grup aydını ile Çanakkale'yi ziyaret etmiştir. Çanakkale'yi savunan Türk askerine milletin saygılarını ve sevgilerini sunmak üzere bu gezi düzenlenmiştir. Cepheden geri döndüğü zaman kaleme aldığı “Çanakkale” isimli yazısında, Türk askerinin kahramanlıklarını, medeni davranışlarını, moral gücünü duygu yüklü cümlelerle ifade etmiştir. Cemal Paşa Suriye'de, Şam'da, Beyrut ve Lübnan'da açtırmayı düşündüğü okullarla ilgili olarak Halide Edip, Muazzez Tahsin Berkant ve Nakiye Hanımı bölgedeki Türk ve İslam eserlerini incelemesi için de Hamdullah Suphi'yi davet etmiştir. 1916 yılında Suriye'ye gitmiş ve Halep'teki İslam eserlerini büyük bir ciddiyetle incelemiştir. Bu ziyaretin farklı bir yorumuna göre ise Hamdullah Suphi kültür elçisi olarak bölgeye gelmiş, Türkleri sevmeyen Suriyelilere, Araplara Türklüğü, Türk kültürünü tanıtacak, sevdirecek hatta empoze edeceği ileri sürülmüştür. Bu görüşü ileri süren Münevver Ayaşlı, Tanrıöver'den pek hazzetmediğini başka yazılarında belirtecektir. Dördüncü Ordu Komutanı Tanrıöver, Maliye Nazırı Mehmet Cavit Beyin özel kalem müdürlüğünü yapan Reşit Safvet Atabinen'in Türk Ocağı üyeliğinden bir mektup yazarak ayrılması üzerine 9 Aralık 1917 tarihli mektubunda duyduğu üzüntüyü dile getirmiş, hizmetleri için teşekkür etmiş, ayrı olunsa bile daima Türk'e ve onun kudsi maksadına aynı surette mukayyed olacağından teselli bulduklarını ifade etmiştir. Atabinen, sonraki yıllarda Türk Ocağı bünyesine dönmüş, Türklük ve Türkçülük İzleri isimli eseri Türk Ocakları İlim ve Sanat Heyeti Neşriatı arasında 1930'da Ankara'da neşredilmiştir. ALMANYA SEYAHATİ 1918 yılında bir ay kalmak üzere gittiği Berlin'de savaş sebebiyle dönüş yollarının kapanması üzerine bir yıla yakın bir süre kalmıştır. Bu seyahatin balayı için yapıldığı iddiası yanında, Almanya'da okumakta olan Türk gençlerini "Spartakist-Komünist cereyanlara karşı muhafaza etmek maksadıyla gönderildiği yorumu da bulunmaktadır. Memduh Şevket Esendal'ın Kabil Büyükelçiliği döneminde orada görevli olan Dr. Rebii Barkın'la ilgili bildiklerini öğrenmek üzere İstanbul Küçükyalı'daki evlerini ziyaretine gittiğim Esendal'ın kızı Emine Hanımın ikinci eşinin Akgün Sarıdal olduğunu öğrendim. Mülkiye mezunu olan Akgün Beyin babası Mehmet Vehbi Sarıdal I. Dünya Savaşı sırasında Almanya'da tahsil yapmış, savaş sonrasında ortaya çıkan siyasi ve iktisadi buhran sırasında Berlin'de cereyan eden Spartakist Komünist hareketlere katılmıştır. Ondan başka Türk öğrencilerden Vedat Nedim Tör, Nurullah Esat Sümer, Mümtaz Fazlı Taylan, M. Mermi, Sadık Ahi bu eylemlere katılmışlardır. Sarıdal, katıldığı eylemler sırasında elindeki mitralyözle pencereden ateş etmek cesaretini göstermiştir.Spartakistler Türkiye'ye döndüklerinde 20.9.1919 tarihinde Kurtuluş isimli Türk solunun ilk Marksist dergisini neşre başlamışlardır. M. Vehbi Sarıdal'ın bu dergide tercümeleri çıkmıştır. Sarıdal, sonradan Marksist çizgiden uzaklaşmıştır. Annesinin Alman olduğunu ve Almanya'da doğduğunu belirten Akgün Bey, Yunanlıların İzmir'e çıkacakları haberleri ve ülkenin düştüğü sıkıntılardan dolayı Tanrıöver'in gelecek günlerin aydınlık olması temennisiyle o dönemde pek rastlanmayan Akgün'i kendisine isim olarak verdiğini belirtmiştir. Bu ilişki o dönemde Almanya'da sol faaliyetlere katılan aydınların ekseriyetinin Türkiye'ye döndükten sonra bu akımdan uzak durmalarında, Tanrıöver'in etkisinin ve telkinlerinin bulunduğunu göstermektedir. Tanrıöver, 1919 yılı Mayıs ayında gemi ile Türkiye'ye dönmüştür. İSTANBUL MİTİNGLERİ Yunan askerleri 15 Mayıs 1919'da yerli Rumların taşkınlıkları ile İzmir'e çıkmış, çok sayıda sivil ve asker öldürülmüştür. Bu olaylar üzerine İstanbul'da muhtelif semtlerde protesto mitingleri düzenlenmiştir. Tanrıöver, düzenlenen ilk mitinglere henüz İstanbul'a gelmek üzere yolda bulunması sebebiyle katılamamıştır. 30 Mayıs 1919 tarihinde Sultanahmet Meydanı'nda yapılan toplantıya katılmış ve heyecanlı bir konuşma yapmıştır. 4 Ocak 1920'de İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon hükümetine Türklerin Avrupa'dan ve İstanbul'dan çıkartılmasını talep eden bir muhtıra sunması üzerine, Konya, Trabzon ve Edirne'de protesto mitingleri düzenlenmiştir. İstanbul'da 13 Ocak 1920 tarihinde Sultanahmet Meydanı'nda yeni bir miting daha yapılmış, Dr. Rıza Nur, Nakiye Hanım'dan sonra Tanrıöver de ateşin bir konuşma yapmıştır. Bu konuşmalarıyla siyasi hayatımızda hatip olarak yeteneğini ispatlamıştır. Ankara'da I. Büyük Millet Meclisi'nde katip olarak görev yapan Mahir İz hitabeti hakkında şunları söylüyor: "Gençliğinden itibaren Romanya sefaretine intikal edinceye kadar meydan ve salon kürsülerinde cidden bir bülbül-i mümtâz idi. Telâkatine, ses tonunun ve jestlerinin verdiği canlılık, kütleyi derhal heyecâna getirmek için kâfi idi. Birinci Büyük Millet Meclisi'nin sayılı hatipleri vardı. Fakat Hamdullah Suphi Bey aile asaletinin mücessem timsâli bir hatib-i cüşâ cûş idi. Hemen hemen silk-i hitâbette birinciliği kimseye vermeden ikmâl-i enfâz-ı ma'dûde-i hayât etti." İzmir ve havalisini işgal eden Yunanlıların yaptığı mezalimi yerinde incelemek üzere yabancıların da iştirak ettiği heyete katılarak 21 Ağustos 1919'da İzmir'e hareket etmiştir. Heyet İzmir ve Aydın'da incelemelerini tamamladıktan sonra geriye dönmüştür. SİYASİ HAYATI, MİLLETVEKİLİ SEÇİLMESİ Mütarekenin başlangıcında 21 Aralık 1918 tarihinde padişah iradesiyle kapatılan Meclis'in yeniden açılmasının kararlaştırılmasından sonra genel seçimler yapılmıştır. Tanrıöver, Milli Türk Fırkası mensubu olarak seçimlere katılmış kimsenin yardımı olmaksızın inananların desteğiyle Saruhan ve Antalya'dan seçimi kazanmıştır. 12 Ocak 1920'de açılan Meclis'te önceden kararlaştırıldığı gibi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu kurulamamış, bunun yerine çoğunluktaki milletvekillerinin katılmasıyla kurulan Felah-ı Vatan Grubu'na Tanrıöver de iltihak etmiştir. Meclis'te Misak-ı Milli kararının 28 Ocak 1920 tarihinde kabul edilmesi üzerine, durumdan rahatsız olan müttefik kuvvetleri 16 Mart 1920'de İstanbul'u işgal etmişlerdir. İşgalden Türk Ocağı da nasibini almıştır. Türk Ocağı'nın basılmasından bir gün önce Ocaklılar, eşyaları duvarını deldikleri yan taraftaki konağa taşımışlardır. Bu faaliyet alt katta nöbet bekleyen Anzak askerlerine hissettirilmeden yapılmıştır. Ocak, Binbirdirek'te bulunan Talim ve Terbiye Cemiyeti binasına taşınmıştır. Meclis serbest çalışma ortamının kalmaması üzerine 18 Mart 1920'de çalışmalarını süresiz olarak tatil etmiş, vatansever aydınlar da İngilizler tarafından Malta'ya gönderilmek üzere birer birer tutuklanmaya başlanmıştır. Sıranın kendisine geleceğini iyi bilen Tanrıöver, İstanbul'da yapacak bir işin kalmadığını görünce Anadolu'ya geçmeye karar vermiştir. İzini kaybettirmek üzere Türk Ocağı'ndan arkadaşı olan Burhaneddin Develioğlu'na giderek Ankara'ya gitmenin çaresini aradığını söylemiştir. İşgal kuvvetleri ona benzettikleri bir adamı tevkif etmişlerdi. Eşini İstanbul'da bırakıp, Ahmet Kemal takma adıyla, yeni kurulmuş bulunan Karakol Teşkilatı'nın vasıtasıyla ve Üsküdar-Samandra yolunu takip ederek yola düşmüştür. İzmit'e giden yol üzerinde Celal Bayar ve Bekir Sami'ye rastlamış, 8 Nisan 1920'de Ankara'ya ulaşmıştır. Mustafa Kemal namına Ali Fuat Cebesoy istasyonda onları karşılamıştır. İstirahat etmeden Mustafa Kemal'in merkez olarak seçtiği Ziraat Mektebi'ne gitmişlerdir. Onun arkasından birlikte mücadele ettikleri tanınmış isimler birer birer Ankara'nın yolunu tutmuşlardır. Onu gıyabında yargılayan İstanbul Divan-ı Harbi, 15 Haziran 1920'de idama mahkûm etmiş, kararın padişahça tasdiki 28 Haziran 1920 tarihinde İstanbul basınında haber olarak çıkmıştır. 23 Nisan 1920'de Ankara'da açılan Meclis'te Antalya milletvekili olarak yer almıştır. 25 Nisan 1920'de İcra Vekilleri Heyeti teşkil edilinceye kadar hükümet işlerini yürütecek bir "Muvakkat İcra Encümeni” seçimi yapılmış, Mustafa Kemal'in başkanı olduğu yedi kişiden ibaret bu heyete Meclis tarafından seçilen altı kişiden biri olmuştur. Bu vazifesi 3 Mayıs 1920 tarihinde hükümetin kurulmasıyla sona ermiştir. İç isyanların çıkması üzerine halkı aydınlatmak üzere seçilen heyette yer almış, Konya, Antalya ve Uluborlu'da konuşmalar yapmıştır. 1917 İhtilalinden sonra Türkistan'da kurulan Türk Cumhuriyetlerinden Buhara Halk Cumhuriyeti'ne gönderilecek elçilik heyetiyle gitmesi uygun görülmüştür. Heyet üyelerine ve Batum'a kadar giden Tanrıöver'e Sovyet yönetiminin vize vermemesi üzerine geriye dönmüştür Hamdullah Suphi, 7 Haziran 1920'de Matbuat ve İstihbarat Umum Müdürlüğü görevine getirilmiştir. Bu görevini 19 Ağustos 1920 tarihine kadar sürdürmüştür. Kısa görev süresi içinde dünya basını ile ilişki kurulmasını sağlamış çeşitli yerlerde istihbarat merkezleri açmıştır.
·
2.318 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.