Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Sevgi
O Bana Pis Solcu Derdi, Ben Ona Pis Ülkücü Bir parkta gördüm onu! Hiç tereddüt etmeden yanına gidip, pardon konuşabilir miyiz dedim? Konuşmak istemiyorum dedi. Israr etmeye niyetim yoktu. Zaten can sıkıntısından gidip konuşmak istemiştim. Oraya da, bir dersten kalmıştım ve o dersi orada almak için gitmiştim. Şehir yabancıydı, insanlar da öyle; havası, suyu, bulutları, yolları, sokakları, caddeleri ve yağmurları da... Birinin bana o şehri sevdirmesi lazımdı, beni o şehre bağlayan bir şeyler veya biri olmalıydı! Belki de konuşmak istememin asıl nedeni buydu. Neyse, -Peki deyip yanından ayrıldım. Fazla uzaklaşmamıştım henüz. Bir arkadaşıyla yanımdan hızlıca geçip önüme girdi. Arada arkasına bakıyordu, tekrar gidip onunla konuşmamı umut ediyordu. -Külçe bir bedenin içine saklanan güzel kalbi kendini belli ediyordu. Mağrur ve sade bir görüntüsü vardı. Kulaklarının arkasına attığı saçları onu olduğundan daha olgun gösteriyordu. Bir yerde duraksadı. Yüreğini önüme serercesine başladı beklemeye. Ona doğru gidiyordum. Son beş adım... -Dört..üç..iki...ve mutlu son... Gerçekleşmedi. Hiç bakmadan geçtim. -Şaşırdı. Arkadaşına gördün mü hiç bakmadan gitti dedi! Dayanamadı, arkamdan hızlı adımlarla gelip kolumdan tutup çekti. Hesap sorarcasına, nereye gidiyorsun dedi? Bilmiyorum!!! Bir markete götürdü beni, iki çikolata aldı, birini kendine ayırdı, diğerini bana uzattı. Sonra numarasını avucumun içine yazdı ve gitti. Gece bir mesaj attım. Sana boşuna umut vermek istemem. Misafirim bu şehirde. Giderim bu gün ha yarın... Ertesi gün beni aradı, sesi tizdi. Bir adres verdi, seni orada bekliyorum dedi. Bir saatten fazla uzun sürdü verdiği adrese varışım. Yanına vardığımda öfkeli bir boğa gibi burnundan soluyordu! -Çok beklettiği-mi biliyorum, tek laf etmesen sevinirim dedim. Şehre aşina olmadığımı biliyordu, bu yüzden tek kelime etmedi zaten. ''Yine de kendime sormadan edememiştim, ''neden bir önceki gün onu hiç aramadığım halde birden bulmuştum da, o gün çok aradığım halde onu bulmakta o kadar zorlanmıştım? Oysa iki gün öncen farklı şeyler düşünüyordum. ''Neredeyim? yanımdaki bu kız kim? Ben, neden bir saatten fazladır bu insanı arıyorum?'' gibi zincirleme sorular uzadıkça uzamıştı. Bütün bu soruların cevabı metafizik olgular olmamalıydı...Daha somut cevaplar tasarlıyordum kafamda.'' -Bütün bu soruların cevabını düşünürken, kolumdan çekip bir cafeye götürdü.Oldukça renkli bir mekandı. Yeşil halılar, kahverengi masalar, beyaz duvarlar ve duvarlarda asılı duran dışı buğulanmış, ağzına beyaz dantel örtü örtülmüş ve biraz da sürahiyi andıran mumluklar, cam kenarlarına konulmuş ve hareket halinde olan kırmızı, mavi, sarı ışıklarla birleşince renkten renge giren zakkum yeşili çiçekler...Her şey oldukça özenle seçilmişti ve aynı şekilde özenle yerleştirilmişti yerlerine... Bir masaya oturup konuşmaya başladık. Adımı sordu, ne yapacaksın dedim? Bilmek istiyorum! Bilme dedim şimdilik! Canlı müzik başladı içeride. Bir solist sahneye çıkıp Kürtçe bir şarkı seslendirmeye başladı. Azıcık sözlerini biliyordum şarkının... Yerimden kalkıp, sahneye çıktım. Diğer mikrofonu alıp eşlik etmeye başladım.Bütün gözleri üzerimde hissediyordum. -Sesim güzel sayılmazdı ama eğlenmek benim en ret-etmediğim şeylerin arasındaydı. Masadan öfkeyle kalkıp gitti! Mikrofonu bırakıp ardından koştum. Çıkış kapısında yakaladım. Ne oldu? Gözlerimin içine bakıp, somurtarak, sen Kürt-sün dedi.Ve ben ülkücüyüm... Sevmem Kürtleri dedi! ''...Kürt de olabilirim, Türk de, Laz, Çerkez de...Ama bütün bunlardan önce bir insanım. Ve insan gibi yaşamaktır tek arzum. İnsan gibi yaşamayı bilmedikten sonra ne önemi var hangi ırktan olduğum!'' -Mesela ben, bu güne kadar senin gibi hiç kimseye ''sen şu veya bu ırktan''olduğun için seni sevmem veya sevmiyorum demedim. Ben iyi olan ve iyi şeyler düşünüp yapmak isteyen insanları severim. ''Kürt, Türk, Laz, Tatar, Çerkez olması''nın önemi yok benim için...Dedim ve şimdi gidebilirsin diyerek cafeye geri döndüm. Hareketli bir şarkı çalmaya başlamıştı ve herkes yerinden kalkıp halay çekiyordu. Hiç beklemeden aralarına karıştım. -Müziğin ritmi değiştikçe bizim de halay şeklimiz değişiyordu. İyice karışmıştım ''dans-halay'' karışımına...O sırada biri koluma girdi. Ben de eşlik edebilir miyim sana dedi? Baktım o!...Geri dönmüştü. Hiç bir şey demeden saatlerce eğlendik. Sonra o beni sevdi ben onu... O bana ''pis solcu'' derdi. Ben de ona ''pis ülkücü''... -Bütün dakikaları denkleştirir-dik. Bazen bir lokma ekmeği bölüşürdük, bazen ise bir lokma ekmek bile alacak paramız olmazdı. O zaman da açlığımızı öpüşür-ek giderirdik. -Bir gece bir parkta 2 serseri ona laf attı. Bir şey demedim. Şiddeti ikimiz de sevmiyorduk. Kötü insanları da...Bu yüzden yanında kötü insanlarla şiddetlenmek bana hoş gelmiyordu. Otobüs durağına götürüp, evine yolcu ettim. Parka geri dönüp, o iki serseriyle bir saatten fazla kıyasıya dövüştüm. -Öyle olmuştum ki kolumu kaldıracak takatim kalmamıştı. Sonra bir taksi bulup beni hastaneye götürmesini istedim.Dayak yemiştim. Ağzım burnum kan içindeydi.Ama ben de onları haşat etmiştim. Ertesi gün gördü, dudağım patlak, gözüm mor... Ne oldu? Dedi! Ona yalan söylememiştim hiç. Ve söylemek gibi bir düşüncem de hiç gelmemişti. Her şeyi anlattım! Önce şaşırdı. Sonra kızdı...Sonra bir anne şefkatiyle şiş olan yerlerime dokundu. Acıyor mu çok? Biraz... ''Seni seviyorum''diyerek sıkı sıkı sarıldı, sen benim ''sol yanım''sın dedi...Sarılınca kaburgalarım sızlamıştı, darbe yerleri acımıştı, bu yüzden güçlükle sen de benim ''sağ yanım''sın diyebildim. Ve son gün! Son konuşma... Ağzımdan çıkan her kelime ağlıyordu.Her kelime ayrı göz yaşı döküyordu. Her kelime atede boğazımda düğümleniyordu. Nefes değil sanki ciğerlerime giren ateş topuydu. Zorlanarak da olsa ağzımdan çıkan kelimelerden anlamlı cümleler oluşturmaya çalışıyordum. ''Bu şehre ilk geldiğimde yabancıydım. Beni bu şehre bağlayacak, bu şehri bana sevdirecek bir şeyler veya biri olmalı demiştim. Biraz da bu yüzden seninle konuşmuştum. -Bu kadar beklemiyordum. Fazlasıyla bağladın beni bu şehre ve kendine. Fazlasıyla sevdirdin bu şehri ve kendini...'' Sana bu şehirde misafir olduğumu söylemiştim. Şimdi gitme vakti. Bensiz iyi bak kendine... O da bakarım dedi ve ekledi!!! Beni ön-yargılarımdan kurtardın. İnsan olmanın değil de insanlığın ne kadar güzel bir şey olduğunu gösterdin. ''Eğer bir gün evlenirsem, özellikle bu kişi, kimsenin diliyle, ırkıyla, diniyle, rengiyle ilgilenmeyen ve bütün hayat felsefesini ''sevgi'' üzerine inşa eden bir edebiyatçı olacak dedi.'' -Ve ağlayarak, ben sana bu şehri sevdirdim varlığımla ve sen bu şehirden nefret etmemi sağlayacaksın yokluğunla. Bu çok acı! Son kez sarıldım. Bağrıma basarcasına. Sıkı sıkı... Bırakmak istemedik birbirimizi. Öylece kokladık birbirimizi uzun bir süre...Arabanın hareket ettiğini görünce, alnından öperek hoşça-kal ''iki gözüm'' diyerek gittim. O bana sevgiyle ''pis solcu derdi, ben ona ''pis ülkücü...'' İşte böyle bir şeydi sevgi! \\Savaş Yıldırak//
·
274 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.