Gönderi

ACABA? Henüz mektepli bir çocuktum, şiire merakım vardı. Gilzel sandığım ve çoğunu ezberden bildiğim şiirleri tekrarlamaktan zevk alırdım. Evimizde bir subay emir eri vardı. Mektuplarını ben yazardım. llk cümlesi daima şöyle idi: "Gözü yaşlı, bağrı daşlı validem kadına. Ewela iki ellerinizden pus edüb hatın şe­rifinizi sual ederim ... ilah ... " Bilal -onun adı- bana birçok türküler söylerdi. Sesi hala ku­laklarımdadır. Fakat beni en fazla meraka düşüren vezinli, kafi­yeli beyitler bilmesi idi. Gerçi bunları pek sade, hatta değersiz görürdüm. içimden kendi bildiğim ve dilimden düşürmediğim üstadlarımın seçme şiirlerini fısıldar, bunların yanında Bilfil'ın sözlerini adeta gülünç bulurdum. Bilal'a karşılık yapmak, ben de ona bildiklerimi okumak isterdim. Her zaman gürül gürül okuduğum şiirler dilimin ucuna kadar gelir, fakat sesim boğa­zımda düğümlenir, yutkunurdum. Bir türlü okuyamazdım. Kendi kendime: "Bunlar lugatli ı sözler, derdim, Bilal bunla­rı bilmez ki!.." Üniversiteli bir gençtim. Edebiyata da ilgim vardı. Bazı mec­mualarda şiirlerimi neşretmiştim. Beni günlerle ilzen, yoran bir hülya avcıhğmın hasadı olan mercanlarımı, sedefi.erimi kenar­ları yaldızlı defterlerde olduğu kadar hafızamda da itina ile saklar, vakit vakit onları kendi kendime mırıldanmaktan büyük bir haz duyardım. Muvaffakiyetime arkadaşlarım da gıpta ederdi. Za­man değişmiş, bizim nesillere gelinceye kadar dil de büyük bir tasfiye görmüştü. Hiç değilse lirizm, üniversite mahallelilerinin konuştukları gibi bir dile sahip olmuştu. Bir aile ziyareti için Denizli'ye gitmiştim. Bir gün, civarda dolaşırken, biraz dinlen­mek için bir ırmak kıyısında oturmuştuk, yanımızda köylüler de vardı. Orada şen fıkralar, eğlenceli hikayeler söylediler. Bir tanesi de beyitler okudu. Bunlar mükemmel dizilmiş, ölçülü, kafiyeli sözlerdi. Hayretimi saklayamadım. Gerçi bunlar aşısız, yaban ağaçların kekre, buruk yemişleri gibi idi. !çimden, kendi şiirlerimi mmldanıyor, bunların yanında dinlediklerimi pek ya­van buluyordum. Onların bu ikramına karşı altta kalmamak, karşılık yapmak için, ben de kendi şiirlerimi okumak istedim. Yaldızlı defterlerimde olduğu kadar hafızamda da saklı duran bütün şiirlerim dilimin ucuna kadar geldi, dudaklarımı kıpır­dattı, fakat sesim boğazımda düğümleniyordu. Yutkundum, bir türlü okuyamadım. Kendi kendime: "Bunlar ince fikirler, ince hayaller, dedim, onların bunu anlaması kabil mi? .. " Hevesli, yeni bir öğretmendim. Edebi bir mecmuanın da sa­hibi idim. Şiire ve estetiğe ait makaleler de yazıyordum. Edebi tekamülü tetkik etmek, sırasında da meslekdaşlarımı tenkid etmek için kendimde yeter bir güven buluyordum. On sene zar­fında benim de mensup olduğum bir şiir neslinin, daha henüz inkişafa başlayan istidatlar arasında bariz tesirleri bile, artık, seziliyordu. Neredeyse üstadlar biz oluyorduk. Sivas'ta bulunu­yordum. ilk önce muhitin zengin halk kültürü dikkatimi çekti. Halk şairleri bayramı yapıldı. Halk şairleri ile biraraya geldik. Günlerce bize olgun sanatlarının örneklerini verdiler. Coştular, coşturdular. Köklü, mütekamiJS bir kültür mahsulü olan bu gümrah6, çağıltılı ve ışıklı bir su gibi akan şiir tezahürü7 önün­de hayranlık duydum. Onların bu derece yakınlıkla, muhabbet­le yarattıkları şiir havasına ben de kendimce bir şey katamaz mıydım? lşte bizim şiirlerimizin de konuştuğumuz gibi bir dili, hatta onlarınkine yakın bir şekli vardı. Ben de, aralıkta bir, dili­min ucuna kadar gelen şiirleri okumak istiyordum. Birkaç kere yutkundum. Mısralar damağıma yapışıp kalıyordu. Bir türlü okuyamadım. Kendi kendime: "Acaba, dedim, biz bu insarılar için söylemi­yor muyuz? .. " Ahmet Kutsi TECER Oluş23 Nisan 1939, No: 17, Cilt: 1
67 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.