Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

334 syf.
·
Puan vermedi
·
6 günde okudu
Bir “Merhaba”da buluştuk; Her gün yeniden “Merhaba”
Cevat Şakir Kabaağaçlı, bilinen adıyla Halikarnas Balıkçısı. Yarım asır önce; 13 Ekim 1973’te yakalanmış olduğu kemik kanseri nedeniyle hayata veda etti. İzmir’de Merhaba Apartmanı’nda yaşıyordu ama son vasiyeti tabii ki, Bodrum’a gömülmekti. Son isteği gerçekleşti ve Bodrum Gümbet’teki Türbe Tepesi’ne defnedildi. Hep özgür yaşamak isterdi Balıkçı, öldükten sonra da özgürdü bu tepede. Sevdiği Bodrum’una, sevdiği denizine ayrılmamacasına kavuşmuştu. (Bu kitabı da, biraz bundan ötürü bu ay okuyup, ay bitmeden de kitap incelemesini paylaşmak istedim.) Bu defa da yazarın başka yönlerinden bahsedip, kitap incelemesine en son geçmeyi planlıyorum, kemerleri takınız… Ölümüyle başladık, ölmeden önceki son sözleri ile devam edelim o halde: “Ah... Ne acı... Doğa en can alıcı noktada elimi kilitledi. Son söylemek istediklerimi yazamadım... Sanırım ki yolcuyum... Dünyaya bir merhaba deyip gideceğim... Burnuma çiçek kokuları geliyor... Açın, açın pencereleri, son defa görmek istiyorum güneşi, son defa görmek istiyorum özgünlüğünü. Merhaba çocuklar! Merhaba dünya! Merhabaaaa!” Evet, bu son sözleri olur. Bir Merhaba ile aramızdan ayrılır. Geriye bıraktığı onlarca öykü, deneme, romanlar ve kendi otobiyografisini anlattığı kitabı “Mavi Sürgün” mü? Bu kadar mı? Tabii ki hayır! Balıkçı, sadece edebi eserler veren bir yazar değildi; çok yönlü üretken bir insandı. Gönüllü bahçıvanlık da yapmış, Bodrum Belediyesi’nin resmi bahçıvanı olarak da çalışmış, balıkçılık ve turist rehberliği de yapmıştı, ressamdı aynı zamanda. Doğa sevgisiyle, insan sevgisi ile Bodrum’u cennete çevirmişti. (Bugünü karşılaştırıp sorgulamak için dünü iyi bilmek gerekiyor) Bodrum kent peyzajına yeni türlerle katkılarda bulunmuş, dünyanın farklı yerlerinden getirttiği yirmi beşten fazla cins tohum ve fidanı kentin önemli noktalarına büyük bir özenle dikmişti. Büyükada’dan getirtip diktiği Palmiyeler, iklim koşullarının elverişliliği dolayısı ile İskenderun’dan getirttiği bir başka tür olan Bella Sombra. Mavi Sürgün kitabında kendisi bunu şöyle ifade eder: “Dünyanın en güzel gölge ağacı, Brezilyalı Bella Sombra tohumlarını getirttim. Bu ağaçlar sık bir yaprak kubbesi oluyor. Dallar uzadıktan sonra uçları yere dokunuyor. İnsan, serin ve fışıltılı büyük bir çadırın içindeymiş gibi, güneşin tabanca sıkarcasına vuran ışınlarından kurtuluyor.” (Bu anıtsal ağacı hala görmek mümkün, aynı alıntı orada da karşımıza çıkıyor, ağaca asılı) Tropik ağaç türleri, Akasya türü süs bitkileri, begonviller, yaseminler, şebboylar daha daha sayamadığım, bilmediğim ne çok güzellikler… Diker ve takiplerini de kendisi yapar. O dönemlerde, Bodrum halkına da çok büyük desteği olmuştur; getirttiği on sekiz kadar turunçgil çeşidiyle Bodrum yöresinde gelir kaynağı olan narenciye üretimine büyük katkı sağlamasıyla ve daha da önemlisi yazar yurtdışından getirttiği kitaplardan edindiği bilgileri ve kendi yazdığı rehber kitapçıkları Bodrumlularla paylaşarak onların bilinçlenmesine ön ayak olur. (derin nefes aldım) Nerede o doğasever, canla başla yurdunu güzelleştirmek için ömrünü veren adam, nerede yarım asır sonra bugün yurdum insanı… Onun ektiği palmiyeleri, hurma ağaçlarını yok etmekle meşguller… Bodrum’un turistlik bir mekan olarak dünyaya açılmasında, güzelliğiyle göz doldurmasında elbette ki Balıkçı’nın rolü yadsınamaz. Ama bu denli kıyımlar olacağını, eserlerinde anlattığı o insanların her geçen gün daha da doyumsuz olacağını, dünyanın her köşesinden gelineceğini, bu kadar popülerleşmesinin, çevre kirliliğinde de bu kadar katkısı olacağını düşünemezdi büyük ihtimalle; düşünmek istemezdi ya da. Böyle bir insan işte Halikarnas Balıkçısı. Yaşadığı dönemde Bodrum halkı ile iç içe yaşamış, çocukların isim babası olmuş, insanlara kulak vermiş, dinlemiş, anlamış; bucak bucak köy köy gezmiş, denizcilerin ve tüm halkın gerçek yaşam öykülerini kitaplarında öyküleştirmiş, romanlar yazmış. İşte yazarın eserlerindeki o insanların birçoğu gerçek yaşamlardır aslında. Mavi Sürgün’de bir Musa vardır mesela, ta kendisidir o da. “Ulu Çınar – Musa’nın sevgisi” bölümünde: “Tuhaf adamdı şu Musa, vesselam. Benimle Kaplankaya'ya, bir de kale önüne balık avlamaya gelirdi. Yan yana otururduk, kimi sefer o konuşur ben dinlerdim, kimi sefer ben konuşurdum o dinlerdi. Saatlerce susardık, bazen sanki birbirimizin düşüncesini dinlerdik. Onunla birlikteyken yanımda kimse yokmuş gibi olurdu. Bazen, acaba ben o muyum, yoksa o ben mi? diye düşünürdüm.” diyordu. Bu da o incelemede yazmamış olduğum başka güzel bir ayrıntı oldu. Kitabın incelemesi burada: #181040543 Hadi kitaba geçelim… Ötelerin Çocuğu – Ötelerin Çocukları (kitabın girişinde bu isim konusuna değiniliyor) Neden önemli; yazarın kitapta anlattığı işte onların, ötelerin çocuklarının hikayeleri çünkü. “Ötelerin demek zamanımızın değil demek” der yazar bu başlıktan bahsederken. Balıkçı önce kitabı bitiriyor sonra başlıklarını koyuyor. Aganta Burina Burinata’da da öyleydi, bu da onlardan biri. Kitabın sonunda Birinci Dünya Savaşı’na giden bir sürecin kapıya dayanmasından hikayenin 1890’lı yıllarda başladığını anlıyoruz. Kitabın son cümlesinde savaşın çıkma sebebini: “Haksızlıklar birincisinde düzeltilmezse ikincisinde, ikincisinde olmazsa üçüncüsünde.... Dördüncüsünde... Beşincisinde... Altıncısında... Sürer giderdi.” olarak yorumluyor savaşın çıkış sebebini. Romanının insanlarında; haksızlıklar, zulüm, erdemli görünüp tüm ahlaksızlıkları yapan iki yüzlülerin olduğu dünyayı, Birinci Dünya Savaşı’na bağlayarak bitirmesi, insanlığın daha kötü günlere gittiğini adeta bağırıyor gibi. Avusturya-Macaristan'da olup bitenlerle nasıl bir bağ kurduğunu kitabı okuyanlar görecektir. Kitapta iç içe geçmiş bir sürü insan hikayesi var. Kerimoğlu-Hacı Resul ve Elif’in çevresinde, başka insan hayatlarına da dokunmuş yazar. Bazen kopacak gibi oluyorsunuz, - ee şimdi bu nereye bağlanacak- derken bir tanıdık isim karşınıza çıkıyor, vay be nereden nereye dedirtiyor. Karakterleri önce yerleştiriyor, sonra tanıtıyor. İçi ısınıyor insanın; Hacı Hasan’a, Hoşbulduk Selim Dede’ye, Adem Dayı, Nefise Bacı’ya… Üzülüyor Emine’ye, Aliş’e… Öfke duyuyor; Hacı Resul’e, Danacıların Hanife’ye… Kitap Bodrum civarında Tiycan’ın yaşadığı Çatalkaya Köyü ve çevresinde şekillendirilmiş ama arada İstanbul’a da şöyle bir götürüp getiriyor, Bodrum merkezi gezdiriyor. Tabiatı adeta canlı bir şekilde resmediyor; şiir gibi akıyor yüreğinize. Nazım Hikmet boşuna dememiş: “Cevat Şakir hepimizden büyük şair” diye. Denizcilerin, süngercilerin hayat mücadelelerini derinlemesine işlemiş Balıkçı burada. Aliş’in başına gelenler, Badi Badi Nuri’nin hayatına mal olan o beklenmedik olay. Kitapta ölümlerin gelişini önceden bildiriyor, nasıl yaşandığını ise hikaye içinde görüyoruz. İnce düşünülmüş olay kurguları var. Çok güçlü bir kadın karakteri çizmiş yazar Tiycan ile (Elif, Karakız). Onun bu güçlü karakterini roman boyunca yaşıyorsunuz, tam bir direnişçi; hakkını yedirmemek için, ana olmak ve yaşamak için direniyor. Sevdiği insan karakterlerini çok güzel resmetmiş tabii ki insanın olduğu yerde kötülük olmaz mı; kötülere de yer vermiş. Gözünü para hırsı bürümüş, aç gözlü, doyumsuz, insanlıktan nasibini almayan tipler bunlar… Kendi deyimiyle "kara insanları"nın tüm özelliklerini vermiş bunlara. Her ne yaşanıyorsa; deniz, tabiat, ay ve yıldızlar her birine eşlik ediyor. Ötelerin Çocukları böyle bir eser. Ben beğenerek okudum, sevdim. Başlangıçta dağınık bir roman gibi geliyor insana ama okudukça peşin sıra gelen olaylar romanın kuruluşundaki o dağınıklığı aydınlatıyor. Halikarnas Balıkçısı’nı bilen bu romanı da sever. İlk romanı
Aganta Burina Burinata
Aganta Burina Burinata
için yaptığım incelemeye de buradan ulaşabilirsiniz. #180799412 Eşlik ettiğiniz için teşekkürler. İyi kitaplar okumanız dileğiyle…
Ötelerin Çocukları
Ötelerin ÇocuklarıHalikarnas Balıkçısı · Bilgi Yayınevi · 2010110 okunma
··
1.044 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.