Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

69 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
5 saatte okudu
Zaman sülükleri, kan içen çiçek, makinelerin savaşı
Borges'ın Babil Kitaplığı derlemesinin bir parçası olan ve Gustav Meyrink'in kaleme aldığı üç öyküden oluşan Kardinal Napellus, ismini kitaptaki ikinci öyküden alıyor, ikinci öykü de ismini mavi kurtboğan çiçeğinin latince adı olan "aconitum napellus"tan. Karanlık bir atmosferin hâkim olduğu öykülerde sırlı nesneler, büyüler ve tarikatlar başrol oynarken; beklentilerin zamanı tüketişi, hayatın ve ölümün anlamı, teknolojinin insanların ruh haline etkisi ve benzeri konular üzerinde duruluyor. İncelemenin geri kalanı öyküler hakkında detaylı bilgi ve spoiler içermektedir. İlk öykü, J. H. Obereit'ın Zaman Sülüklerini Ziyareti. Altın renginde V-I-V-O, yani "Yaşıyorum" anlamındaki sözcüğün harflerinin parladığı bir mezar taşıyla açılan öyküde, mezarda yatan kişi baş karakterin dedesidir. Dede, Philadelphialı Kardeşler adında ve Hermes Trismegistus'un ayak izlerini takip eden bir tarikata bağlıdır. Geride bıraktığı notlarda şu cümle yer alır: "Beklememek ve umut etmemek dışında insan ölümün elinden nasıl kurtulur?" Baş karakter, dedesinin arkadaşı Obereit ile tanışır ve onunla bu söz hakkında sohbet eder. Obereit, karısını ve çocuklarını kaybettikten sonra hayata olan inancını yitirmiştir. O sırada kader onu dedeyle karşılaştırır. Arzunun, umut etmenin, beklemenin 'zaman sülükleri' olduğunu öğretir karakterin dedesi, Obereit'a, çünkü onlar "kalbinden zamanını, hayatın gerçek özünü emerler." Yazar, bu öyküde umudun ve beklentinin ömrü tükettiğini anlatır. Anı yaşayabilmek, gerçek manada "yaşıyorum" demek için geleceğe dair bir şeyleri umut etmeyi bırakmalı, beklemeyi bitirmeli ve yalnızca anın gereklerini yapmalıdır. Ancak beklemeyi ve umut etmeyi kalbinden sökebilenler yaşamı tadar ve mezar taşına V-I-V-O kitabesini yazdırmayı hak ederler. Ayrıca bu öyküde Stranger Things'teki "alt üst dünya"ya epey benzeyen bir kötücül ikizler dünyası vardır ve "Dizinin senaristleri bu kitabı okudu mu acaba?" diye merak ettirmiştir. İkinci öykü Kardinal Napellus. Bu öyküde mavi kurtboğan çiçeğinin yetişemeyeceği bir yükseklikteki eski bir köşkte yaşayan Radspieller adında bir adam vardır. Dünyanın en derin yerini barındıran bir gölün yakınında yaşayan Radspieller, her gün gölün dibine iskandil (=denizin derinliğini ölçmeye yarayan araç) indirerek gölün derinliğini ölçmeye çalışır. Göldeki girdapların iskandili savurmasına izin vermeden, yavaş ve dikkatli bir şekilde, uzun zaman uğraştıktan sonra nihayet dibe ulaşmıştır, "dünyada insan elinden çıkma bir cihazın ulaştığı en derin yer orasıdır." Ardından Radspieller evine gelen misafirlere geçmişini anlatır. Bir zamanlar dünyadan ve doğadan ürkmekte, nefret etmektedir. Otlara baktığında "birbirlerini sessiz bir nefretle parçalayan milyonlarca minik canlı" görür, doğayı kanla dolu bir cinayet çukuruna benzetir. Çıldırmak üzere olduğu ve kötülükten kurtulmak için sürekli dua ettiği bir zaman diliminde, Mavi Kardeşler adında bir tarikata rastlar. Ölüme yaklaştığını hisseden tarikat üyeleri kendilerini diri diri gömdürmektedir. Manastırlarında mavi kurtboğan (=aconitum napellus) çiçeği yetiştiren üyeler, çiçekleri kanlarıyla beslemekte ve ruhlarını cennet bahçesine diktiğine inanırlar. Tarikatın kurucusu da Kardinal Napellus'tur. Kardinalin öldüğünde mavi kurtboğan çiçeklerine dönüştüğüne inanırlar. Radspieller bu tarikata üye olur. Ancak çiçeğin kanıyla, yani hayatıyla beslenmesine tahammül edemez. Çiçek, hayatını ondan çalan inancın bir sembolü olmuştur. Ömrünün geri kalanını Kardinal Napellus'un hayaletinden ve mavi kurtboğanın köklerini ruhundan söküp atmaya çalışmakla geçirir. Çiçeğin yetişmediği yükseklikte bir köşke taşınır. Ne var ki çiçek o köşke de ulaşır... Dünyanın en derin yerine iskandil indirebilmesi, yani doğanın ve dünyanın sırlarını çözmesi - bilim, ruhunu teskin etmeye yetmez. Radspieller, tıpkı Kardinal Napellus gibi mavi kurtboğan çiçeğine dönüşür. Çiçek kanının tümünü emmeyi başarmıştır. Üçüncü öykü, Dört Ay Kardeşi. Bu öykü bir uşağın ağzından anlatılır. Uşak, Ay'a tapınan garip bir konta hizmet etmektedir. Kontun şatosuna her yıl 21 Temmuz'da garip bir konuk gelir. Kont, bu konuktan "kızıl Tanjur" diye bahseder. Kont ve dostunun sohbetleri üzerinden yazar, makine çağına eleştiri getirir. Makineler, insan hayatından daha değerli olmuşlar ve bir nevi "altın buzağı"ya dönüşmüşlerdir. (Hz. Musa'nın 40 günlük inzivası sırasında, geride kalan halk tevhidi terk etmiş ve altın bir buzağı heykeline tapınmaya başlamıştı. Bu olay Kuran'da yer alır.) İnsanlar makinelerin ölü nesneler olduğunu düşünürler, ancak evrendeki her şey canlıdır, makineler de öyle. Ve insanlar makinelere adanmışlar, onları çocuklarından bile değerli, "hakiki varisleri" olarak görmeye başlamışlardır. Bilim ve teknolojinin büyük bir gelişme gösterdiği 19. yüzyıldan sonra, milyonlarca insanın öldüğü 20. yüzyıl, insanoğlunu hayal kırıklığına uğratmıştı. Böylece, makinelere ve teknolojiye karşı eleştirel bir bakış açısıyla yazılmış eserler ortaya çıkmıştı. İşte bu öykü de makineleri üreten insanın makineleşmesini, ruhsuzlaşmasını ve etrafı kana bulamasını eleştirmektedir. Öyküye göre I. Dünya Savaşı, bağımsızlıklarını kazanan makinelerin insana öfkeyle saldırışıdır. Mistik ve dini göndermelerinden, akıcılığından, karanlık ve büyülü atmosferinden epey keyif aldığım bir kitap oldu. Kitap her ne kadar kısa olsa da birçok kavramı, sorgulamayı ve felsefi meseleleri içine sığdıracak kadar özlü.
Kardinal Napellus
Kardinal NapellusGustav Meyrink · Dost Kitabevi · 1999246 okunma
·
89 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.