Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

İşçi hakları, hayvan hakları, kadın hakları, ırkçılık gibi kimin haklı olduğu, doğrusu çok da net olan konularda bir insan konuşmaya başlıyor, konu ilerledikçe ortalama kitle meseleyle duygusal temasını kaybediyor. Çok öfkeli ve anlaşılmaz bulunuyor hak savunan kişinin tutumu. Mazlumun yanında olmak, zalime karşı gelmek zordur, irade, enerji ve çıkarlarından fedakarlık ister. O yüzden hepimiz sorunların inkarını kolay buluruz, çözmek yerine yakınmayı söndürmeye meylederiz. Bu zaten konunun önemli bir problemi. Yani bizler adalet yönünde sandığımız kadar istekli değiliz. Konforumuz en az adalet kadar değerlidir bizler için. Bu ana problemin yanına başka bir sorunu eklemek istiyorum. Farkettiğim, çoğu insan bunu hissediyor, düşünüyor ama ya dillendiremiyor ya uğraşmak istemiyor. Bir sorun haline geliveren bir söylem; zalim, mazlum, kurtarıcı üçlemesi. Bir mazlum uğradığı eziyeti anlatırken neden sorun çıksın? İşimize gelmez bir. Bir de diğer insanların sezdiği bir gariplik vardır, ama anlamlandıramazlar. Sorun şudur, mazlum zalimi anlatırken dinleyene ve bu konuşmanın sonuçlarına kurtarıcı rolü veriyorsa, yani zalim ve mazluma nihayet kurtarıcı ekleniyorsa, muhtemelen akıl alanından çıkılmış, bilinç dışının sularında seyretmeye başlamışızdır. Mesajın bir türlü istenen etkiyi bırakmamasında kısmen haklı bir frendir bu. Eylemin yanlıştır ama kişi bu eylemden ibaret değildir, toptan zalim ilan edilmesi bazen yerli bazen yersizdir. Mazlum haksızlığa uğramıştır, doğrudur ama mesela komşusuna da onu sorsak lanet bir komşu çıkabilir. Adalet getirmekle bir anda görevlendirilen kişi, insanlık vicdanını taşıyabilecek midir? Meselenin özü bu. Travmatize olan insan, yanlış eylem ve bunu önlemek cezalandırmaya yönelik tutumlar geliştirmekten kolayca çıkar. Zalim, mazlum vardır, bir de beklenen kurtarıcı geldi mi artık bilinç dışındasın dediğim bu. Maalesef çok haklı konularda muazzam bir enerji kaybı yaşanıyor bu nedenle. Olaylar ağırlaştıkça, mağdurun zihni hemen her konuda bu üçlüyü aramaya başlıyor. Önce ilgi çeken bir feryadı, zamanla toplum genelinde bir kayıtsızlığa dönüşüyor. Diğer insanlar konu hakkında yapılan konuşmalarda adını koyamadıkları bir problem olduğunu seziyor, bir adaletsizlik olduğu da muhakkak, karşı da çıkılmıyor, söylenene değil, söyleyene itimad edilmiyor. Bu şekilde hak arayan kişi, ister politik bir davadan bahsetsin, ister hayvan haklarından, bir süre sonra anlıyorsun ki konu bitmeyecek, adalet dağıtmakla görevli kişi bir süre sonra sıkılıyor mesela bu yakınma dilinden. Bu sefer de adalet dağıtma görevinden kaçtığına göre zalimin tarafını tutmakla itham ediliyor. Ortalama bir insan burada psikolojik bir sorun gelişmiş olduğunu farkediyor ama kendi çoluğu çocuğu değilse kimse kimsenin nevrozunu uzun uzadıya çekmez, kendi nevrozuna eklemleniyorsa başka. Konuyu dinlerken kişinin size ya kurtarıcısın ya zalimsin projeksiyonuna gelmeyin, dolmuşa binmeyin. Ama bunu yaparken bu kişinin canı yanmış feveran ediyor, bu sefer de bu gerçeği ihmal etmeyin. Yani kamuoyu da mazlum etiketini çıkarıp, sorunlu, kafayı bozmuş etiketi takıyor. Zaten dinleyenin yüksek bir vicdanla dinlediği de bir fanteziydi. Dinleyen de yakınanı zamanın gürültü dolu çöp bidonuna sallayıp atıyor bir süre sonra. Zulme uğrayanın hastalanacağını unutmayalım. Bir de mesele eninde sonunda kişilik bütünlüğünün sağlanmasıyla yatışacaktır. Baskıcı, yoksul ailede büyüyen kız çocuğunun bir umut kendini kurtaracak bir kocaya atılması,sonra zalimin anne babadan kocaya aktarılması. O kızın yapacağı en iyi hareket okuyup veya çalışıp kendini kurtarmasıdır ya, bakın mağdur ve kurtarıcı birleşti. Bu güzel bir adım ama dikkat kendisi de olsa bir kurtarıcı henüz var, henüz bir mazlum duruyor yerinde. Sonradan hayatını düzene koyabilirse bu kız çocuğu kendisinin de zalimleştiği yerler neresi diye düşünmeye cesaret edebilir ve kişilik bütünlüğü başlar. Yoksa büyük bir hastalık mı var, kendini mağdurla özdeşleştirdiğinden bunun arkasında bir zalim olmalıdır ( mesela Bill Gates), doktorlar ise kurtarıcı değilse zalimin uşağı olabilir. Bilinç, bilinç dışı temsillerin işgali altında bakın. İnsanlar değişerek zalim, mazlum, kurtarıcı rollerine bürünür. İşçi sınıfının kurtuluşu ancak kendi eseri olacaktır. Bakın mazlum ve kurtarıcı birleşti, güzel bir adım. Ortalama bir isçiyle konuştuğunda ise patron olma hayali kuran, şöyle otursam da işçiler etrafımda fır dönse diyen bir insanla karşılaşırsın. Çünkü insandır bu, kolaylıkla zalimlik eder, kolaylıkla adil olmaktan yorulur. Sömürü çok açık bir gerçek, işçi sınıfının kendi içindeki zalimle yüzleşmediği için bir kimlik olarak olgunlaşamadığı da. Bütün hak arama mücadelelerinin ortak sorunudur bu. Yıllar içinde vicdani bir yükle beraber kendini gözden geçirme, pişman olma yani kişiliğin bir bütünlüğe kavuşması ihtimalinin ortadan kalkması. Öz eleştirinin zalimin tarafına geçmek olarak algılanması. Mesela katoliklerin günah çıkarmasını biz anlamayız. Oradaki dini içeriği bir kenara koyarsak, öz eleştiri, pişmanlık, itiraf, af dileme imkanı olarak bakın. Kişilik bütünlüğünün, hatta bireyin oluşumu için şart değil mi bu, kendi içindeki zalim ve kurtarıcıyı keşfetmek, mazlum rolünü terketmek. Bu bizim kültürümüzde o kadar belirgin bir sorun ki, küresel bir hastalık mı var, zalim çıkarmış olmalı. Kendini çalışmaktan paralayan bazı iş adamlarının derdi budur, vicdan azabını sabah 5 te güne başlayıp gün boyu çalışarak, bir işçiden çok daha fazla çalışarak dindirir. Özellikle KOBİ patronlarının bazen böyle bir derdi oluyor, zalim olmamak için kendini paralıyor, baya mazlum taklidi yapıyor ama işçiye daha fazla ücret ödemiyor mesela. Her yazıda olduğu gibi verdiğim örnekleri sadece bu mekanizmayla açıklamadığımı, bazen bu tür bir dinamiğin çalıştığına dikkat çektiğimi belirterek bitiriyorum. Bir görüş sadece, nihai hükmü hayat verir.
·
58 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.