Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

440 syf.
10/10 puan verdi
·
23 günde okudu
Kötümser Filozof Schopenhauer
Hayatın amacı mutlu mu olmak? Mutlu olmaya çalışmak saçma bir eylem. Çünkü dünya bizim mutlu olmamız için tasarlanmadı. Bu düşüncelerin sahibi olan Schopenhauer varoluş felsefesi ile ilgilenmiş , insan denilen varlığın aslında hep mutsuz olduğunu ve mutlu olmak için hayatta kendisine bir gaye ortaya koymaya çalıştığını ama bu gaye ve arzuların peşinde ne kadar koşarsa koşsun, isteklerini ne kadar yerine getirirse getirsin mutluluğu yakaladığını sandığı an sadece yeni bir mutsuzluğa kavuştuğunu ve bu çarkın sürekli devam edeceğini bundan ötürü insanın mutlu olmak yerine en baştan mutsuzluğu tercih etmesi onun mutlu olmasını daha çok sağlayacağını düşünür. Ona göre “Mutlu olmam gerekir!” isteği mutsuzluğun ve huzursuzluğun kaynağıdır. Zira bunu amaç haline getirip istediği ölçüde gerçekleştirmediğinde de aslında mutsuzluk için çabalamış da olacaktır. Schopenhauer’ı, kendisi ile aynı fikirlere sahip olduğu halde tepki almaktan çekindiği için bunları söyleyemeyen diğer düşünürlerden ayıran en önemli nokta ise hayatın veya insan denilen varlığın asıl özünü tüm çıplaklığı ile hiç çekinmeden en kötü hali ile dile getirmiş olmasıdır. “İnsan” kavramı için “İki ayaklı hayvan” tabirini kullanacak kadar kaba bir dile sahiptir. İnsanların arzularının peşinde dolanıp mutlu olma çabalarının gerçek ile yüzleşemeyecek kadar korkak ve aciz olduklarını gösterdiğini düşündüğünden kendisini daima onlardan ayrı tutmuştur. Çünkü kendisi mutsuzluk denen gerçeği karşısına almış, onu tanımış ve ona karşı nasıl mücadele edeceğini öğrenmiştir. Oysa diğer insanlar bunu yapabilecek cesarete sahip değillerdir. Bu nedenle amaçsızca isteklerinin peşinde koşarlar. Aslına bakılırsa pek de haksız değildir Schopenhauer bu düşüncelerinde. Bilinçaltına itilen varoluşun asıl gerçeğini tüm çıplaklığıyla ortaya çıkardığı için “Kötümser Filozof” olarak adlandırılması haklılığını destekler niteliktedir. “Doğru söyleyen dokuz köye de gitse dokuzundan da kovulur.” misali. Ayrıca birçok düşünürü de kendisinin söylemekten çekinmediği gerçeklere karşı tavırlarından dolayı eleştirir. Peki bu kadar kötü bir varoluşa sahip olan insan neden yaşama karşı bu kadar tutucudur? Schopenhauer’a göre insan dünyanın acılığının farkına varsa da yaşama arzusundan vazgeçmemesinin sebebi “istenç arzusu” dur. Bu öyle bir arzudur ki diğer canlılardan farklı olarak akla sahip olduğu halde insan bu arzunun karşısında akıl tutulması yaşar, adeta kölesi olur ve ona karşı tamamen itaatkar davranır. Cinsellik ve çocuk yapma arzularının dahi insanın yeryüzündeki varlığını devam ettirme istencinden geldiğini söyler. Oysa ona göre bu İstenç yanıltıcıdır. Bu durumu saplantılı bir aşık ile eş tutmak mümkündür aslında. Nasıl ki aşık olduğu halde asla mutlu olamayan hatta aşık olduğu için mutsuz olan ama buna rağmen aşık olmaktan da ısrar ediyorsa insan da bu istençten vazgeçemez. Schopenhauer, insan ilişkilerine karşı olan düşüncelerini “kirpi ikilemi” ile açıklar. Bu ikilemde kirpiler soğuğa karşı tek başlarına direnç gösteremediği için birbirlerine sokulurlar, sokulma ile dikenleri birbirine batar. Bu batmanın verdiği acı ile tekrar birbirlerinden uzaklaşırlar. Soğuğun etkisiyle tekrar gerekli mesafeyi koruyarak birbirlerine sokulurlar. İnsanlar da birbirleri ile fazla samimiyet kurduklarında bir süre sonra acı çekmeye başlarlar. Kısacası insan yalnızken de insanlarla iken de mutsuzdur. Ölüm içinse “Her gün uykuda deneyimlediğimiz bir olgu olmakla birlikte var olmadan önce geldiğimiz yoldur. “der. Bu nedenle insanın tanıdığı bir şeye karşı korku duyması yersizdir. Sonrasını bilmediğimiz bir şey için “Var olmadan önce neysek var olduktan sonra da o olacağız.” der. Var olduğumuz andan itibaren bizimle var olan bu gerçeği ne kadar çok kabul edersek ona karşı olan yersiz korkumuz da azalacaktır. İnsan denilen canlının varoluşun da var olan “yaşama arzusu, cinsellik, mutluluk, yalnızlık ve ölüm “ kavramları üzerinde düşünen Schopenhauer'ın insanlara tavsiyesi ise şu yöndedir: “Hayat, kötümserdir ve kötümserlik gerçektir. Bununla baş edebilmek için insan sanat ile uğraşmalı veya bir keşiş gibi yaşamalı.” Bugünü Yaşama Arzusu, Schopenhauer demeçlerinin yer aldığı ve bu olayların demeçler ile bağlantılı olarak anlatıldığı bir romandır. Roman karakterlerinden kansere yakalandığını ve bir yıllık bir ömrünün olduğunu öğrenen Julius hastalığın verdiği karamsarlıktan kurtulmak için eski hastalarının arşivini karıştırır. Zihninde bir anda canlanan sex düşkünü hastası Philip aklına gelir. “Hiçbir tedavisine karşılık vermeyen bu hastası acaba hala aynı saplantıyı yaşıyor mudur?” merakı ile Philip’i arar. Aralarında yaptıkları bir anlaşma ile Philip, Julius’un yapacağı son grup tedavisine katılmayı kabul eder. Julius, her ne kadar Philip’e arzuladığı danışmanlığı öğrenmesi için gruba dahil olması gerektiğini söylese de aslında içten içe Philip’i kendi tedavisi ile tedavi etme isteğine sahiptir keza Philip’in de kendi sorunun çözüme ulaşmasında etkili olduğunu düşündüğü Schopenhauer felsefesi ile Julius’un da hastalığı ile ilgili gerçeğe karşı tutumunun nasıl olması gerektiğini öğrenebileceğini ispatlamaya çalıştığını görürüz. Birbirine karşı olumsuz hislerle yola çıkan bu iki kahraman beraber vakit geçirdikçe aslında birbirlerini tedavi eder. Yalnızca birbirlerinin değil diğer grup üyelerinin de kendi iç dünyalarında gizleyip yaşamaktan utandıkları deneyimlerini çözümlenmesine yardımcı olurlar. Her haftanın belirli bir günü düzenlenen toplantıya Julius ile beraber 7 tane üye katılmaktadır. Başlangıçta kendilerini tamamen açmaya çekinen bu üyeler her toplantıda bir diğerinin itirafta bulunurken gösterdiği cesaretten ilham alarak ardı arkası kesilmeyen itiraflarda bulunur. Bu itiraflar daha çok sex üzerinedir. Sorunlarından kaçmayı sex ile çözmeye çalışan bu hastalar yaptıkları eylemler ile yalnızca kendilerine utanç ve yük kaynağı oluşturmuştur. Ancak yapılan her itiraf ile birlikte birbirlerini anlamaya çalışmaları, iyileştirmeye çabalamaları aralarındaki bağı da kuvvetlendirir. O kadar ki Schopenhauer gibi bir filozofu kendisi için tedavi yöntemi seçen Philip bile bir süre sonra grubun bir parçası olur. Süreç ilerledikçe Julius’un sandalyesi, grup başkanı sıfatından çıkıp üye sıfatına dönüşür. Kendisi de itiraflara dahil olur ve diğer üyeler de onun terapisti. Her toplantı aynı zamanda Julius’un ölümünün yaklaştığının habercisidir. Yalom, Schopenhauer’ın felsefesini tamamen kahramanlar üzerinden okuyucuya aktarmamıştır. Kısım, kısım anlatım yapan yazar grup toplantıların öncesinde Schoapenhauer’ın hayatından ve düşüncelerinden bir bölümü okuyucuya sunmuş ardından grup toplantılarında bu bölümleri kahramanların yaşam deneyimleri ile ilintileyerek aktarmıştır. Böylece okuyucuya hem Schopenhauer’ı bizzat şahsı üzerinden tanımayı hem de kurgu üzerinden felsefesini daha iyi anlama imkanını vermiştir. Grup toplantılarından önce Schopenhauer hayatından kestiler vermesi aynı zamanda okuyucunun bir sonraki toplantıda üyeler arasında geçecek olan konu için ön sezisini devreye sokar. Her kısma ise başlık niteliğinde Schoapenhauer eserlerinden bir alıntı yerleştirmiştir. Bu da yine okuyucunun bölüme güdülenmesini artıran ve ön bilgileri uyarılışmış olarak başlamasını sağlayan bir ayrıntıdır. Kahramanlardan Philip’i romanda Schopenhauer’ı bütünüyle özümseyen biri olarak okuruz. İnsan ilişkilerinden kendisini uzak tutan Philip ilk grup toplantılarında yalnızca baş hareketleriyle veya diğer üyelerle göz teması kurmak yerine gözlerini kapatıp veya tavana bakarak gruba cevaplar verir. Bu toplantılara katıldıkça kurmuş olduğunu düzeni git gide bozulmaya başlar. İnsanların arasında yemek yemeyecek kadar kendisini soyutlamışken bir anda devamlı iletişim kurmak zorunda olduğu bir ortama girmesi Philip’te dengesizlik oluşturur. Yalnızlığa alışmışken tekrar insanların içine karışan bu karakter her toplantı bitiminden sonra bireysel yaşamına çekilmesi gerektiği için kendisinde bir bocalama yaşar. Bu durum zamanla Philip’in bir tarafı seçmesine sebep olacaktır. Grup üyelerinden Pam ile yaşadığı kötü anılar için Pam’ın içten içe kendisini affetmesini istemesi Philip’teki değişimin ilk sinyalleridir. Ve en nihayetinde Philip insanların arasına karışmayı seçer. O kadar ki en başta kendisine rakip gördüğü Julius’a karşı yakınlık hissetmesi, Philip’te bir karakter gelişiminin en büyük gelişimlerden biridir. Philip uzanıp bir an, kısacık bir an için elini Julius’un elinin üstüne koydu..” (syf. 44) ifadesi ise Philip’in bir yanının hala insan ilişkilerine karşı çekimser ve uzak kaldığının göstergesi diyebiliriz. Kirpi ikileminde olduğu gibi. Irvın Yalom Schopenhauer felsefesinin iyice anlaşılmasını istemiş olacak ki roman kahramanlarından Pam’i çare bulamadığı sorununa Buddha’nın felsefesinde çözüm bulmak için Hindistan’a gönderir. Burada yazarın amacı Schopenhauer’ın etkilendiği Buda öğretisinin ne olduğundan okuyucuyu bilgilendirmektir. Schopenhauer anlamak için onun kimi anladığını da es geçmeyip Schopenhauer tam manası ile anlatmıştır bizlere. Edebî açıdan baktığımızda Julius kansere yakalanmış ve son bir yılını mesleğiyle meşgul olarak yaşamaya tercih etmiş ve ölmeden önce son grup terapisindeki hastalarına karşı terapist vazifesini layığı ile yapmaya çalışan bir kahraman gibi görünse de Yalom’un Julius’u kansere yakalanmış bir kahraman olarak var etmiş olmasının başka bir sebebi vardır. Ölüm kabullenilmesi zor olan bir gerçektir. Ve insanlara göre sondur. Her insan ölümün var olduğunu bilir ama ölümünün ne zaman gerçekleşeceğini bilmez. Bu nedenle her ne kadar onun bir yerlerde var olduğunu bilse de kum saati misali gözünün önünde akıp gittiği hissini yaşamaz. Vardır ama sanki gelmeyecek gibi yaşar insan. Oysa kansere yakalanan biri için durum böyle olmaktan çıkar. Ölüm yine vardır ama bir kenarda durmaz, ne zaman geleceği belirsiz değildir. Tam tersi her gün bir adım daha yaklaşır, her gün nefesini ensesinde hissettirir. Kum saatindeki kum her geçen gün aşığı doğru akıp gitmektedir. Ölümün varlığının bilinmesi ile ölümle beraber yaşamak arasında büyük bir fark vardır. Ve onunla beraber yaşadığını öğrendiği andan itibaren insan bambaşka bir hayatın içerisine düşüverir. Ölüm, bu zamana kadar saklı tuttuğu ve orada var olduğunu dahi unuttuğu sandıktan pat diye çıkıverip “Bundan sonra seninle beraber yaşayacağız, yaşadığın evin içinde beraber gezip beraber yemek yiyeceğiz. Uyurken başını koyduğun yastığa artık benimle beraber koyacaksın. İşe giderken karını, çocuğunu evde bırakıp gittiğin gibi beni de evde bırakıp gidemeyeceksin, seninle gelip attığın her adımla adımına eşlik ediyor olacağım. Ne işle meşgul olursan ol bir taraftan da seni ben meşgul edeceğim. Senin sonunu bulman ile ben de son olacağım.” gerçeği ile yaşamaya başlar. Ölümle beraber yaşayacağını öğrenen bir insanın onunla nasıl yaşaması gerektiğini de öğrenmesi lazımdır. Ölüm denen olguyla yaşamanın ne olduğunu ancak kanserle mücadele eden birisi anlatabilir. Romanda bu görevi Yalom karakteri Julius’a yüklemiş, Philip ise devreye girerek Schopenhauer’ın felsefesini kitapta taşıyıcı rolünü almış ve edebî eseri ile Schapunaer’ın ölüm hakkındaki felsefesini okuyucuya ulaştırmıştır yazar. Olay içerikli bir roman olmaktan çok olay kitapta araç olarak kullanılmıştır. Hatta kitaptaki tek olay Julius’un kanser olmasıdır ki bu durumda bir araçtır. Bu nedenle bir olayın başlaması düğüm haline gelmesi ve çözümlenmesi gibi bir beklenti ile okunduğunda kitap tat vermeyebilir. Daha çok sorgulamaya dayalı olan kitapta grup toplantılarında “bilinç altına itilen gerçeklerin kişinin ruhunda yaşattığı olumsuzluklar, hakikatin kabulü ve kişinin kendisini kabul etmesi, kaçtığı kokularla yüzleşme, toplum içinde kabul görünmek adına olduğundan farklı biri gibi davranma, id- ego- süper ego vb.” konularda psikolojik ve felsefî düşünceleri olan Nietzsche, Freud gibi düşünürlerinde izlerini bırakmıştır yazar. İnsan okurken gruptaki üyelerle o kadar çok bağ kuruyor ki bir süre sonra yapılan her toplantı da kendi sandalyesini alıp daire şeklinde oturmuş olan kahramanların ardına yerleştirip uzaktan sadece onları dinliyor, grubun görünmeyen üyesi oluyor. Ve durup şunu düşünüyor “Ne tuhaf? İnsan birbirinin derdini dinledikçe bir diğerine merhem olur, onu tedavi edermiş. Oysa insanlar Hegel’in ‘İnsan acıdan kaçar, hazza koşar.’ söylemini eylemleştirerek onu haklı çıkarıyor.” Kitapla bağ kurup sonunda gözümden yaş döküleceğini hiç ummazdım.
Bugünü Yaşama Arzusu
Bugünü Yaşama ArzusuIrvin D. Yalom · Pegasus Yayınları · 20173,305 okunma
·
443 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.