Gönderi

Rosa Luxemburg'un mektuplarını okumuş olanlar, onda kökü varlığının derinlerinden beslenen güçlü bir edebiyatçının saklı olduğunu görürler. İlk kez Yankı Yayınları'ndan çıkmış mektuplarını okumuştum onun (Hapishane Mektupları, çev. Bertan Onaran, 1970). Adından anlaşılacağı gibi hapishane mektuplarından yapılmış küçük bir derlemeydi. İlk gençlik yıllarımın dağınık rüzgârlara açık havasında bu mektupların pek de tadına varabildiğimi söyleyemeyeceğim. Sonraları orada burada başka örneklerine rastladıkça Luxemburg'un mektuplarındaki derinliği ve onun edebiyatçı gücünü keşfettim. 15 Eylül 1904 tarihinde Wickau Hapishanesi'nden Louise Kautsky'ye gönderdiği bir edebiyat metni kudretindeki mektubunda şöyle diyor Luxemburg: "Bana öyle geliyor ki, hayat bulunduğum yerde değil, uzaklarda, bir başka yerde sanki" (Orhan Suda çevirisi). Şu yalın, gösterişsiz söyleyişte birden edebiyatın bir nedenini daha keşfediyor insan; varoluşa ilişkin bir yetinmezliği edebiyat gücüyle aşmaya çalışan; edebiyatın anlattığı hayatlara, dünyalara; geçmişe, geleceğe, ötelere, uzaklara sığınanların edebiyata olan gereksinimini bir kez daha kavrıyor. Kaçıp gitmeler, uzaklaşmalar, yolculuklar; ne yaparsa yapsın insanın "hayatın bulunduğu yerde olmadığı" duygusundan bir türlü yakasını kurtaramama haline edebiyatın oturduğu yerden verdiği karşılıklar; sunduğu hayatlar, hayaller... Hele insan açık ya da kapalı hapishanelerin birindeyken... Rosa Luxemburg'la koğuş arkadaşı olmamak mümkün mü? Murathan Mungan
Sayfa 65 - Metis yayınlarıKitabı okudu
·
19 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.