Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Merhabalar. Ben Sıla. İkbâl olan. Şapkalı ile yazar ve okursak memnun olabilirim tabii ki de tanıştığımıza. Küçük yaşlarından itibaren "Maşallah, pek de olgun" tabirleriyle bastırılmış, "Ee, çok çalışkandır teyzesi" diyerek çalışmaya koşullanmış, "Her şeye meraklıdır, elinden gelir" diye diye her şeye burnunu sokmuş, "Pek de güzel ya, baksana hanım hanım" laflarıyla güzellik standartlarına uydurulmaya çalışılmış, en nihayetinde "Olsun yaa, hayırlısı" tepkilerine maruz bırakılmış, içine daha fazla dert sığamayacağından bunu defterine dökmeye, biraz nefes almaya çalışan, nafile uğraşların, dibe batışların, mahvetmelerin hatrı sayılır kimsesi haline gelmiş biriyim. Kendi hayatım için büyük hayallerim, umutlarım olmadı. Fakat bu kadar kötüsünü de kabullenecek biri değildim. Kendimi aferinler için idealler için büyütmüştüm. Yani öyle sanıyordum. Şimdi ise herkesin bir gaye peşinde koştuğu şu dünyada ne istediğimi, niye yaşadığımı, nereye varacağını, nereye vardıracağımı bilmeden yaşıyorum. Bir yoklama çekelim. Bildiklerimden kimisi başarılı olup bu tatmini elde edebilmek için yaşıyorlar. Duyduklarımdan kimisi toplum standartlarında yerini bulmuş "aile" kavramına anlam kazandırmak, sabah işte akşam evde kendilerince huzuru bulmak, emekliliklerinde müstakil bir evde torun torba sevmek için yaşıyorlar. Gördüklerimden kimisi ise yetmeye çalışıyorlar sadece. Tüm hayatları boyunca ailelerine, çocuklarına "Aa, ne derler?" diye sakınılan elalemlere, kötü günlerde rastlanmayan iyi gün akrabalarına, eşe, dosta, en bi çaresi de kendilerine yetmeye çalışıyorlar. Çok daha fazla sayabilirim bu yetmeleri, yetememeleri. Bu dünya çabasının en acınasısı olmasa da ilk üçe adını yazdırabilecek bir uğraştır. Yetemezler Efendim yetemezler. Bir yerden yetmek istedikçe yarım kalır, yetemeye yetemeye yitiklere karışırlar. Yine de bir uğraşları olması sevindirir beni. Yaşar, çabalar, iyiyi ister, umut tohumları ekerler güneşin doğuşuna. Hâlbuki ben ne gördüklerimden ne duyduklarımdan ne de bildiklerimden olabiliyorum. Yaşamak için elle tutulur tek dalım yok. Oldu birkaç tutunuşum. Fakat her kırılan dal biraz daha hızla aşağı sürükledi beni. Tuttum, "Hayır! " dediler "Sevemezsin!". Tuttum, "Yok." dediler "Olamazsın.". Tuttum, "Senin buna yetecek gayretin mi var?" dediler. Ben tutunmaya çalıştıkça her girişimimde ivme kazanarak düştüm. Hâlâ daha süratle düşüyor, tutunmak için bir dal arıyorum. Yere çakılmayı, dibi görmeyi istemek bile bir hayal, bir gayret göstergesi biliyor musun? Hayır, ben bunu da istemiyorum. Bir zorunluluk iyi gelirdi belki. Çalışma zorunluluğu, ileri tarihte gerçekleşecek herhangi bir olay, bekleyen bir şey, biri. Bilemiyorum, işe yaramaz ve bitik hissediyorum. Kendime bağıra bağıra savurmak istediğim sözcükler var. Kendimi kelimelerle dövmek, yüzümü gözümü kana bulamak, bu kelime darbeleri altında ezilmek, can çekişmek bu acıyla, kıvranmak ama zevk almak, silkelenmek istiyorum. Aptallığımı, her şeye inanan bir budala olduğumu, Kâf Dağını hayal eden küçük bir çocuk gibi umutlar beslediğimi, işe yaramazın teki olduğumu, sevilmeyi bile beceremeyen duygu yoksunu bir kişiliğim olduğunu, her şeye yeten aklımın aslında bir boka yetmediğini, olgunluk diye öve öve bitiremedikleri iğrenç özelliğimin aslında bir içe kapanıklık belirtisi olduğunu, hislerini dahi dile getiremeyen, ne istediğini bilmeyen, bi çare bir şey olduğumu ağır kelime darbeleriyle bedenimde hissetmek istiyorum. Şey kavramından daha öte olamadığım tokatıyla afallayayım. Kimse için en ufak anlam ifade etmiyorsun yumruğuyla serseme döneyim. Hayal dahi kuramayan idealsizin tekisin tekmesi midemde kramplara sebep olsun. Benim gerçeklerle ağzımı yüzümü kırsınlar, kan kusayım, bedenimin asla çözemediğim rengi morluklarla kırmızılarla dolsun, nefes almak bile canımı yaksın istiyorum. Ben doldurulmuş cümleleri, yalandan gülmeleri, canımları, cicimleri değil; gerçekleri istiyorum. En ağır şekilde onları karşılamak istiyorum. İstedikçe daha beterini arzuluyorum. Canım yansın, kabulleneyim, daha fazla düşünmeyeyim istiyorum. Pili bittiği için rafa kaldırılmış tozdan görünmeyen oyuncak bebek gibi bir köşede beklemeliyim ben. Neden hâlâ nefes alıyor, işleri yokuşa sürüyorsun bedenim? Sana gerekli özeni gösteremememin öcünü bu kadar adice alıyor olamazsın. Bir bünyede iki inat bizim neyimize? Her şey bir yorgunluk olup yerini buluyor bende, biliyor muydun? Yazmak, çizmek, istemek, uyumak, uyanmak, anlatmak, anlatamamak, akıp giden zamana ayak uydurmaya çalışmak, nefes almak, düşünmek, isteğim hatta yok yok iradem dışında gerçekleşen şeyler bile bir yorgunluk. Göz kapaklarıma söz geçiremiyorum bak. Ya kapan diyorum ya da açık kal. Ne hakkın var beni yormaya? Ciğerlerime iznim dışında dolan her hava molekülü için bir lanet okuyorum. Kalem tutan, beynimle anlaşmaya girmiş beni dinlemeden yazılar yazan şu elimden, tırnaklarımdaki bordo ojeden, elimdeki sızıdan, avuç içlerimdeki anılardan, durmadan aklımdan geçenleri yazıp beni ele vermesinden, bunu durduramamaktan nefret ediyorum. Alkol; kimi insanlarca kötü hatta dinimizce bizi cehenneme hazırlayan bir bilet, biliyorsun değil mi? Nedeni mi var canım, sende! Hani o senin kararlar vermeni sağladığı iddia edilen iraden var ya onu etkisiz kılıyor işte. Adını, sanını, ananı, babanı bile seçmeden geldiğin bu hayatta sözde seçimlerini yaptırıyor sana. Bu konuda ilk evremiz diş buğdayı gibi abuk sabuk bir olayda gerçekleşiyor. Önüne makası, kitabı, iğneyi, şunu, bunu yığıp koyuyorlar seni yere. En can alıcı renge emekliyorsun "Aa, şuna bak doktor olacakmış benim evladım." diye bir seçim yaptığını düşünerek seviniyorlar. Neyseki unutuluyor bu saçmalık. Bir sonraki evrede komşu çocuklarıyla, onunla bununla kıyaslanıp yoğuruluyor, seçimlerine itiliyorsun. Ardından "Oku yoksa seni sanayiye/kuaföre veririm." baskısı ile gerçekleşen pasif bir kaçış gerçekleşiyor. Sıralar zor geliyorsa iş hayatının koşuşmasına atılıyorsun, hevesin yoksa işe kalıyorsun zorunlu derslerden. Ve akabinde gerçekleşen türlü itişlerle işini seçtiğini, eşini seçtiğini, arkadaşlarını, çevreni, seni yöneteni hatta hatta hayatını dahi seçtiğini söylüyorlar. Kandırılıyorsunuz Efendim bal gibi oyunlara geliyorsunuz. Hangi şartlarda, hangi zorunluluklarla, hangi düşüncenizin esiri olarak o seçime zorlandığınızı bir düşünün. İradeniz, aslında iradesizliklerinizin bir bütünü. Siz bir şeyleri seçmiyor, karar vermiyorsunuz. Bu kadar özgür değilsiniz. Bu saçmalıkları kendi irademle yazdığımı söylemeyin sakın bana. Ne kadar üzerine düşünülmemiş bir itam. Tüm insanlığa teesüf ediyorum. Beni anlamadınız. Hangi düşüncelerin tutsağı, hangi zorunlulukların hapsinde, hangi duyguların gergefindeyim dönüp bir bakmadınız. En ufak teşebbüsünüz, gayretini bile olmadı. Zayıf düştüğüm anlarda dolan gözlerimeydi hep tepkiniz. Acıyarak bakışlarınız, ahlarınız, vahlarınız... İçime akan yaşları görmeye neden tenezzül dahi etmediniz? Ben size iki kelime edemiyorsam niye gelip "Neden?" diye hesap sormadınız? Ben varım, vardım. Niye benim duygularım, düşüncelerim, sorunum, bir takım görüşlerim, belki bir isteğim yahut herhangi işe yaramaz bir şeyim var mı diye düşünmediniz? Her şeye, hepinize sitemliyim. Nefret ediyor ve kızıyorum. Neyseki yorgunum, fazla sürmeyecektir. Her şeye olduğu gibi nefret kusmak, sizlere kızmak için bile bundan daha fazla gayretim yok. İrade konusunu bir yere bağlamak için açmıştım. Fakat aklımdaki masada taraflar birbirine girerek konuyu saptırdılar. Kalemi kırarak masayı dağıtmalıyım. Ben Sıla İkbâl; sizin aranızda fark edilmeden, anlaşılmaya çalışılmadan, iradem dışında yaşıyor gibi yapmaya devam edeceğim. Belki yine size kızacak, haberinizin olmayacağı sitemler savuracağım. Fakat yine de fark edilip anlaşılmaya çalışıldığınız gerçek bir hayatınızın olması dileğiyle. Mutlaka görüşeceğiz.
·
1 artı 1'leme
·
635 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.