Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Adolf Hitler destekçisi Kudüs Müftüsü Hüseyni
Norman J.W. Goda ve Richard Breitman adlı iki Amerikalı üniversite profesörünün yazdığı rapor bu konuda yayınlanan 2004'teki bir rapora ek. Önemi de Kudüs müftüsünün Hitlerle yaptığı işbirliğini ispatlaması. Belgelere göre Naziler Ortadoğu'yu ele geçirip orada yaşayan 250,000 yahudiyi öldürdükten sonra müftüyü Arapların lideri yapmaya taahhüt etmişler. 1940'larda bir Alman subayının aylık maaşının 25,000 mark olduğu zamanlarda Naziler Hüseyniye aylık 50,000 mark maaş bağlamışlar ve özel masrafları için aylık 80,000 mark daha vermişler. Müftünün faaliyetleri arasında 1943 'te Alman müttefiği olan Hırvatistan'da SS Boşnak - Müslüman 13 üncü dağcı birliğini kurmak. Kudüs Müftüsü olarak anılan Muhammed Emin el Hüseyni (1895 -1974) Kahire’de El-Ezher üniversitesinde bir yıl kadar İslam Hukuku okumuş; 1913’te 18 yaşlarında Mekke’ye gidip hacı olmuş, İstanbul’da öğrenimini sürdürürken I. Dünya Savaşı patlak verince topçu subayı olarak İzmir’de görev yapmıştı. Kasım 1916’da, savaş sürerken “hastalık” bahanesiyle Osmanlı ordusundaki görevini bırakıp Kudüs’e yerleşen Hüseyni, birden bire “iyileşerek”, İngiliz uydusu Şerif Hüseyin’in Osmanlı’ya karşı ilan ettiği Cihad’a katılarak İngiliz ordusuna hizmet etmeye başlamış, İngiliz işbirlikçisi Emir Faysal’ın ordusuna asker toplamış ve İngilizlerin safında Osmanlı’ya karşı savaşmıştı. 1917’de Filistin’i ellerine geçirip orada bir Manda yönetimi kuran İngilizler, Hacı Emin El-Hüseyni’yi İngiliz işgal ordusunda görevlendirmişlerdi. 1921’de Kudüs’te İngiliz yönetimi altında yapılan müftülük seçimlerine aday olarak katılan Hüseyni en az oyu almasına karşın, İngiliz yönetimi bu seçimi geçersiz sayıp kendi adamları olan Hüseyni’yi Kudüs Müftüsü olarak atamışlardı. 1931’de Kudüs’te İngilizlerin güdümünde bir “İslam Kongresi” toplayan Hüseyni, yazışmalarda “Yüksek İslam Konseyi Başkanı” ve İngiliz yönetimin kendisine verdiği “Kutsal Toprakların Müftüsü” ünvanlarını kullanıyordu. Hüseyni 1931’de topladığı İngiliz güdümlü İslam Kongresi’ne o sırada Fransa’da sürgünde yaşayan son Halife Abdülmecid Efendi’yi de çağırmış, Atatürk Türkiyesi buna şiddetle karşı çıkarak Hüseyni’nin Hilafeti diriltmesine izin verilmeyeceğini açıklamıştı. II. Dünya Savaşı patladığında Hüseyni, Yahudi karşıtı bir çizgi izleyen Almanya’yla bağlantı kurmuştu. Mayıs 1941’de Müslüman Arapları eski efendileri İngiltere’ye karşı Almanya’nın safında savaşa çağırarak Cihad ilan eden Hüseyni, dört gün sonra İngiliz ordusu Irak’ı işgal edince, önce İran ve Türkiye üzerinden İtalya’ya gidecek, Hitler’in faşist yoldaşı Mussolini ile görüşmeler yapacak ve oradan Almanya’ya geçecekti. Müslümanlar arasında Hitler yandaşlığı uyandırmak üzere yayınlara başlayan Hüseyni, her gün Alman radyosunda konuşarak Balkanlarda yaşayan Müslümanları Hitler’in komutası altında İslam Cihadı’na çağırıyordu. Çağırılarını Kudüs Müftüsü olarak yapan Hüseyni’nin yayınları Balkanlardaki Müslümanlar üzerinde oldukça etkili olmuş, genç Müslümanlar silah altına girerek Müslüman Nazi Bölükleri oluşturmuşlardı. Hüseyni, Cihad çağırısına koşan bu Müslüman gençlere ilk iş olarak Alman propaganda bakanlığınca basılan “İslam ve Yahudilik” adlı kitabı okutarak onları Yahudi düşmanlığıyla dolduruyordu. Hüseyni tarafından Yahudi düşmanlığıyla doldurulan Müslüman gençler, doğrudan Hüseyni’nin denetiminde yürütülen silahlı eğitimlerden geçerek Almanya safında cepheye sürülüyordu. Hitler ordusunda “Hancar” (Hançer) adıyla anılan Bosnalı Müslüman askerlerden oluşan birliklerin Hüseyni tarafından çizilen bir de bayrağı vardı. Bu bayrakta bir Gamalı Haç ve kılıç sallayan bir el yer alıyordu.20 Kasım 1941 günü Nazi partisinden Ribbentrop ile görüşen Hüseyni, 28 Kasım 1941’de Hitler’le de görüşecek ve yalnızca Balkanlardaki Müslümanları Alman askerine dönüştürmekle yetinmeyip, Ortadoğu’daki bütün Arapları da Almanya’nın safında savaşa sokabileceğini söyleyecekti. Bu görüşmede Hitler, Hüseyni’yi “Araplarla ilgili konularda karar verecek kişi ve Arapların önderi” olarak tanıdığını bildirmiş, gelgelelim Arap devletlerinin bağımsızlığı için kendisine herhangi bir söz vermemiş; “Alman ordusu güney Kafkasya’ya (yani Bakü petrollerine) ulaşana dek, Arapların bağımsızlığı sözünü açıkça söyleyemeyiz” demişti. Bunun anlamı açıktı: Hitler’in Rusya’ya karşı açtığı savaş, kendi topraklarında hiç petrol bulunmayan Almanya’nın Kafkas/Hazar petrollerine ulaşmasını amaçlıyordu. Naziler 18 Aralık 1942’de Berlin’de bir “İslami Merkez Enstitüsü” kurmuş, başına Hüseyni’yi getirmişler; enstitünün açılışında Nazi Propaganda Bakanı Goebbels de hazır bulunmuş ve Hüseyni, yaptığı açış konuşmasında: “Yalnızca Nazi’lerle Araplar ortak düşmana sahip değil, aynı zamanda Nazizm ile İslam da, idealler, disiplin, toplum düzeni, itaat ve yönetim ruhunda ortak zemine sahiptir,” demişti. Hüseyni, öyle ya da böyle, tıpkı Enver Paşa gibi Almanya’nın başarısına bel bağlamış ve yine tıpkı Enver Paşa gibi Almanya’nın güdümünde “Cihad” ilan ederek Müslümanları Almanya’nın safında savaşa çağırmıştı. II. Wilhelm’in gözünde Enver Paşa neyse, Hitler’in gözünde Kudüs Müftüsü Hacı Emin el-Hüseyni oydu. Almanlar Müslümanları kendi ordularına asker yazmak için Hüseyni’ye büyük değer verdiklerini duvarlara büyük yaftalar basıp çoğaltarak gösteriyorlardı. Hüseyni’nin Hancar (Hançer) ve Waffen olarak anılan Müslüman Nazi birliklerini denetlerken çekilmiş görüntüleri Alman propaganda bakanlığı tarafından yayımlanan dergilerde, gazetelerde yer alıyordu. Bu fotoğraflarda ilgimizi çeken en anlamlı yön, Hüseyni’nin denetlediği Müslüman Nazi birliklerinin önünden “Nazi Selamı” vererek geçmesiydi. “Selâm-ı Aleyküm” ya da “Aleyküm Selâm”ın yerini de Almanca “Heil (Yaşasın) Hitler” almıştı. Hüseyni, Nazi ordusunda görev yapan Müslüman subayları topluyor, onları “İslam İlkeleriyle Nazi ilkelerinin birbirlerine çok benzediği, bir Müslüman’ın Hitler tarafından belirlenen Nazi ilkelerine uymakla Allah’ın buyruğunu da yerine getirmiş olacağı” yalanıyla aldatarak savaşa sürüyordu. Bosna’ya da giden Hüseyni, oradaki Müslüman Nazi (Hancar-Waffen) birliklerini yerinde denetlemiş ve Hitler’in ordusunda savaşmanın bir Müslüman için “Mukaddes Cihad” olduğunu söylevlerle beyinlerine kazımıştı. Almanya’da Hitler için çalışan tek Müslüman din adamı Hüseyni değildi kuşkusuz. Irak’lı Seyyid Abdülvahab el-Geylani’nin oğlu Seyyid Raşid el-Geylani de Hitler’in hizmetine koşanlar arasındaydı. 1933-1941 arası üç kez Irak Başbakanlığı koltuğuna oturmuş olan Seyyid Raşid el-Geylani; Hüseyni’nin 1930’ların sonunda Irak’ta kurduğu İngiliz karşıtı darbeci gizli örgütün üyelerindendi. Hüseyni Mayıs 1941’de Irak’ta İngilizler’e karşı cihad ilan ettikten sonra İngilizler Irak’ı işgal etmiş, önce Hüseyni ve ardından iki hafta sonra da Seyyid Raşid el-Geylani Berlin’e gelmişti. Hitler ve Ribbentrop Geylani’yi Almanya’da iyi karşılamış, iyi ağırlamış; o da tıpkı Hüseyni gibi Arap Müslümanları Hitler ordusunda savaşa çağırma göreviyle radyo yayınları yapmaya koyulmuştu.İslam dünyasında daha önce Alman İmparatoru II. Wilhelm tarafından oynanan oyun 1930’ların ortalarından başlayarak, yine Almanya tarafından bu kez Hitler eliyle sahneye konulmuştu. Katolikleri Papa XII. Pius, Evangelikleri Frank Buchman, Arap Müslümanları Kudüs Müftüsü Hacı Emin El-Hüseyni ve Türk Müslümanları Cevat Rıfat Atilhan aracılığıyla denetimleri altına almayı amaçlıyordu Naziler. I. Dünya Savaşı yıllarında Filistin cephesinde görev yapmış bir Osmanlı subayı olan Cevat Rıfat Atilhan, Hitler’in buyruğunda çalışan Arap Irkçısı İslamcı Hacı Emin el-Hüseyni gibi, Hitler’in koruyucu kanatları altında bir Dünya İslam Birliği kurulmasına çalışıyordu. Hitler’in yükselişi onu tıpkı I. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi yeniden Almanlarla çalışmaya yöneltmiş, 1935 yılında Berlin’de yapılan bir Uluslararası Nazi Kongresine delege olarak katılmıştı. Hitler yönetimiyle yakın ilişkiler kuran Atilhan, Ribbentrop’la ailecek tanışıyor ve görüşüyordu. “Dünya İhtilalcileri: İsrail” adlı kitabında bu yakınlığı şu sözlerle açıklamıştı Atilhan:“Nüremberg’de idam edilen von Ribbentrop’un karısı, 1962’de neşretmiş olduğu 540 sahifelik “Verschwörung Gegen den Frieden” isimli kitabını bana hediye etmiştir; içinde öyle korkunç ifşaatlar vardır ki, insanın tüyleri ürpermeden okuması mümkün değildir.” Cevat Rıfat Atilhan, Hitler’in finansörü Henry Ford’u da Hitler denli övüyor; onu “servetinden daha büyük bir ruha sahip olan Amerikalı milyarder Henry Ford” diye anıyor ve “Büyük ve mümtaz insan Hery Ford’un ‘Beynelmilel Yahudi’ isimli meşhur eseri”nden söz ediyordu sık sık kitaplarında. Ancak ortada ilginç bir durum vardı. Atilhan, I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’ya karşı İngilizler’le birlik olup kurşun sıkan Yahudiler’e kızıyor; fakat tıpkı bu Yahudiler gibi İngilizler’le birlik olup Osmanlı’ya kurşun sıkan Müslüman Araplar’a hiç kızmıyordu. Dahası, İngiliz buyruğuna girip Osmanlı’ya kurşun sıkanların elebaşılarından olan Arap Irkçı Hacı Emin el-Hüseyni ile birlikte, yanyana, omuz omuza çalışıyordu Hitler’in buyruğunda... Avukatının açıkladığı üzere, Siyonizm’e karşı olduğu için Hitlerin yanında yer alan Atilhan Almanya'ya davet edilmiş, büyük bir itibar gösterilmiş, Hitler ile tanıştırılmış ve emrine açık ve istediği kadar para çekebileceği çek verildiği halde bunların hiç birisini kabul etmemişti. Nazi’ler bir yandan Kafkaslara, diğer yandan Ortadoğu’ya egemen olma düşlerinin bir parçası olarak, yine bol bol Alman altınlarıyla, Müslüman Türkleri ve Müslüman Arapları Alman yayılmacılığının paralı askerleri olarak kullanmayı başarıyordu. Kudüs Müftüsü Hacı Emin El Hüseyni ‘Hitler savaşı kazanırsa Yahudileri Filistinden çıkartır’ düşüncesiyle destekliyordu Almanya’yı... Tıpkı I. Dünya Savaşı’nda Almanya ile işbirliği yapan Osmanlı, Alman İmparatoru II. Willhelm’i müslüman dünyaya “Gizli Müslüman Hacı Willhelm” diye tanıttığı gibi; II. Dünya Savaşı’nda bu kez de Hitler’in gizli Müslüman olduğu yayılmaya başlamıştı İslam dünyasında. Nasıl 1920’lerde hatasını anlayan Mehmet Akif 1910’lu yıllarda dünya Müslümanlarını Alman İmparatoru’nun buyruğuna sokmak için çabalamışsa, 1930’lu,1940’lı yıllarda da Kudüs Müftüsü Hacı Emin El Hüseyni de Hitler başarılı olursa Filistin’de Yahudi sorunu kalmaz düşüncesiyle Hitler’le buluşmuş, görüşmüş, düşünce birliğine varmış, desteklemiş; Nazi propaganda takımına katılmış, Alman radyolarından Müslümanlara seslenerek tüm Arap dünyasına Hitler’in komutasında savaşa katılmaları çağırısında bulunmuştu. Hacı Emin El-Hüseyni’nin propaganda çalışmaları sonucu ilk adımda Bosna, Kosova, Makedonya, Bulgaristan, Romanya, Batı Trakya, vb. gibi Avrupa topraklarında yaşayan Müslümanlardan yaklaşık yüzbin kişi Hitler’i İslam’ın kurtarıcısı sayarak Nazi birliklerine katılmıştı. Hüseyni’nin Ortadoğu Araplarına yönelik propaganda çalışması, “Hitler gelecek, Araplar İngiliz ve Yahudi boyunduruğundan kurtulacak” savına dayanmış, Hitler’in Müslüman dostu ve kurtarıcısı olduğu yargısı beyinlere kazınmıştı. Bunlara göre, “Mussolini aslında gerçek adı Musa Nili olan bir Müslüman’dı. Hitler de Haydar adıyla gizlice Müslümanlığı seçmişti. Müslüman belledikleri Hitler’i “Haydar” diye adlandıranlar olduğu gibi, ona “Ebu Ali” adını verenler de vardı. Daha beteri, Hitler’in Mısır’lı yandaşları Tanta’da bir evi, Hitler’in annesinin doğduğu ev olarak gösterip, o evi Kabe gibi tavaf etmeye başlamışlardı. Hitler’in Müslüman Arap yandaşları, onu peygamber kertesinde ululayan marşlar söylüyorlardı: “Ne Monşer, ne Mister! Gökte Allah, Yerde Hitler' Sovyetler Birliği’nde yaşayan Müslüman Türklere yönelik çalışma ise; “Rusların dinsiz oldukları, komünizmin dinsizlik olduğu, Müslüman Türkleri dinsiz Rusların boyunduruğundan kurtaracak biricik gücün, Haydar adıyla gizli Müslüman olan Hitler olduğu” propagandasıydı. Sovyetler’de yaşayan Müslüman Türkler, bu çalışmalar sonucu Hitler’i ve Almanya’yı tıpkı Birinci Dünya Savaşı yıllarında Wilhelm Almanyası’nı olduğu gibi İslam’ın dünya üzerindeki biricik koruyucusu olarak görmüş ve Alman ordusundaki özel Müslüman birliklerinde yüzbin üzerinde Müslüman Türk de yer almıştı. Nazi Almanyasını, hem Arapları İngiliz boyunduruğundan hem Türkleri Sovyet boyunduruğundan kurtaracak tek güç ve Müslümanlığın dünya üzerindeki koruyucusu olarak gösteren yayınlar Kafkaslarda Sovyet yönetiminde yaşayan çok sayıda Müslüman’ın Nazi ordusuna katılmasını ve Sovyet sosyalizmine karşı bayrak açan General Vlasov komutasında cepheye sürülmesini kolaylaştırmıştı. I. Dünya Savaşı’nda Almanların Türk Müslümanları, İngilizlerin ise Arap Müslümanları kendi dünya egemenliği amaçları doğrultusunda cepheye sürüp savaştırma yöntemi, 20 yıl sonra Adolf Hitler tarafından kullanılırken, II. Wilhelm’le Adolf Hitler arasındaki tek ayırım, Hitler’in Hazar ve Sibirya petrollerini birincil önemde, Ortadoğu petrollerini ikincil önemde görerek, tüm gücüyle Sovyetlere saldırıp, öncelikle Hazar ve Sibirya petrollerini ele geçirmeye yönelmesiydi. Bu durum, Ortadoğu petrollerine bulaşmaması koşuluyla, Rusya’ya yönelik işgal girişiminin Amerika, İngiltere ve Fransa tarafından desteklendiği anlamına geliyordu. Hitler’in Ortadoğu’da Müslüman Araplardan önce Balkanlar ve Kafkasya’da Müslüman Türkleri kendi yanına çekme çabasının özü buydu. Tıpkı 1914’te Osmanlı’yı Almanya’nın yanında savaşa sokmak için 5 milyon altın verildiği gibi, 5 Aralık 1942’de Alman Dışişleri Bakanlığı’ndan Türkiye Büyükelçisi Von Papen’e Türkiye’deki Alman dostlarına dağıtılmak üzere 5 milyon altın Alman markı gönderilmiş ve bu para Türkiye’de Alman yandaşlığını örgütlemekte kullanılmıştı. Türk ordusunda, bürokrasisinde, aydın ve yazarları arasında Alman altınlarıyla beslenen bir Alman yandaşlığı akımı yayılmıştı. Türkçülük, Turancılık, İslamcılık, o yıllarda Alman yandaşlığını savunmuş; öyle ki, Cumhuriyet gazetesi başyazarı Yunus Nadi bile, Türkiye’nin Hitler’le anlaşıp Rusya’ya karşı savaşa katılması gerektiğini savunan başyazılar yazmıştı. Ama, hiç biri işe yaramayacak; Hitler’in Amerika tarafından kendisine şırınga edilen İslamcılar dahil bütün dinlerin önderlerini tavlayarak dünyaya egemen olma düşleri çökecekti. Hitler, kendisini kışkırtıp para ve teknoloji sağlayarak Rusya’ya saldırtan Amerika tarafından ortadan kaldırılacak; Almanya, savaş sonunda bir Amerikan yarı-sömürgesi olacak; İngiltere ve Fransa, Almanya’ya kaptırmaktan korktukları sömürgelerini, kurtarıcı olarak gördükleri Amerika’ya kaptıracaklardı. Hitler’i besleyip, palazlandırıp, Rusya’ya karşı savaşa süren Amerika’nın daha sonra onu diktatör ilan ederek Almanya’ya saldırması ve işgal etmesi, günümüz insanı için anlaşılmaz bir durum değil; bunun örneklerini içerisinde yaşadığımız dönemde de gördük. Humeyni devrimiyle İran’dan kovulan Amerika, her türlü silahla donattığı Saddam’ı tam sekiz yıl boyunca İran’a saldırttı, sonra da onu diktatör ilan ederek Irak’ı işgal etti. Rusya’ya karşı Usame Bin Ladin’i yıllarca destekleyen Amerika, sonra onu en büyük terörist ilan ederek yok etmeye yöneldi. Hitler’in yenilmesinden sonra Gehlen gibi pek çok Nazi istihbarat görevlisiyle Amerikan hizmetine alınan Hacı El-Hüseyni 1946 yılında Amerika’nın Rusya’ya karşı kullandığı ”İslam kartı”nın önde gelen örgütleyicilerinden biri olarak görevinin başında. Hitler’in başına gelen neyse, Saddam’ın ve Usame Bin Ladin’in başına gelen de oydu. Tarih, dış güçlerin kışkırtmasıyla dünyanın ya da herhangi bir bölgenin egemenliğine soyunacaklar için derslerle dolu. Hitler’in Dünya İmparatorluğu düşlerini önce kışkırtıp sonra öldüren Amerika, hemen ardından Osmanlı İmparatorluğu’nu diriltme düşleri kurduracaktı Türkiye’ye... Hitler’in Müftüsü Hacı Emin El Hüseyni, Hitler yok edildikten sonra, Rusya’ya karşı Amerikan hizmetine girip, “Müslüman Kardeşler” örgütünün temellerini atacak ve “İslam Birliği Konferansları” örgütlemekle meşgul olacaktı. Dünya imparatorluğu düşleriyle savaş alanlarına sürdüğü Hitler’i yok eden Amerika; II. Dünya Savaşı sonrasında kendisi dünyanın tek egemeni olmaya soyunacaktı.... Ve tabii tıpkı Napolyon, II. Wilhelm, Hitler, vs. gibi yine dinleri kullanarak...
·
353 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.