Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Bir çikolata meselesi...
Gzt'nin "Marka Günahları" serisinde bu hafta Nestle ele alınmış. Videoda "Dark Side of Chocolate" isimli 45 dakikalık bir belgeselden de bahsediliyor, youtube'da bulabilirsiniz. Dili ingilizce ama cümleler çok da ileri düzeyde değil. Beni oldukça etkileyen bu belgesel üzerine birkaç cümle söylemek istiyorum. youtube.com/watch?v=jP9eskd... Boykot etme bilincinin giderek kaybolduğu ve gereksiz bulunduğu şu günlerde "marka günahları" gibi bir serinin başlaması beni inanılmaz mutlu etti. Çocukluğundan beri elinden geldiğince bazı markaları kullanmamaya özen göstermeye çalışan biri olarak, son zamanlarda bu konuda kendimi oldukça yalnız hissediyor, zaman zaman “acaba ben mi abartıyorum?” diye düşünmekten kendimi alamıyordum ancak bu belgeselle anladım ki din, dil, millet fark etmeden insan hayatına, çocuk hayatına kıymet veren birçok kişi aynı derdi paylaşıyormuş. Mesele gerek Filistin olsun, gerek Afrika'daki çocuk işçiler olsun, insan olan herkesin, en azından sokak köpeklerine gösterilen hassasiyet kadar, bu meseleye de duyarlı olması gerektiğine inanıyorum. Dark Side of Chocolate belgeseli Danimarkalı bir gazeteci tarafından 2010 yılında yapılan bir belgesel. Gazetecimiz büyük çikolata fabrikalarının, başta Nestle olmak üzere, kakao tarlalarında çocuk işçileri çalıştırdığını tüm dünyaya ispat etmek için yola çıkıyor. Belgesel, Almanya’da bir çikolata festivalinde muhabirin, farklı çikolata firmalarının müdürlerine çocuk işçi sorunundan haberdar olup olmadıklarını sormasıyla başlıyor. Tabi ki masum (!) çikolata üreticilerinin bu konuya dair ya fikirleri yok ya da böyle bir şey onlara göre söz konusu bile değil. Bakalım öyle mi?... Afrika’ya ulaşan ekip, daha önce aynı konuda araştırma yapan Fransız bir gazetecenin kaybolduğunu bildiği için araştırmalarını gizli kamera ile kaydederek ilerletiyor. Belgesel boyunca tanık olduklarımız ise kan dondurucu. Güya bölgenin kaçakçılık biriminin müdürü olacak şahıs, gazetecinin araştırmasından haberdar olunca ekibi ofisine davet ediyor. Başta işbirliği yapacak sanıyorsunuz. Ama karşılarında yalan söylemekten çekinmeyen, kendi halkının çocuklarını pazarlayan ve bunun üstünü kapatmak için uyduruktan hikayeler anlatan, ekibimizi aptal yerine koymaya çalışan biri duruyor. Onun iddialarına göre Eylül ve Ekim ayları dışında kakao işi olmuyor ve Ivory Coast (Fildişi sahili) denilen Afrika'nın kakako bölgesinde bulunan çocuklar, oraya tatil için gitmişler. Ekip yüzlerine gülümseyerek ve ayırdıkları vakit için teşekkür ederek oradan ayrılıyor. Sonrasında Saf Kakao denilen firmanın CEO'su ile bir görüşme yapıyorlar, bu firma Nestle gibi büyük şirketlere kakaoyu tedarik eden başlıca yerlerden biri. Buradaki yetkili de çok emin bir şekilde asla ama asla çocuk işçi gibi bir problemin olmadığının altını çiziyor. Ekibimiz yine inanmış gibi yaparak teşekkür ediyor ve oradan da ayrılıyor. Çocuklar çevre bölgelerden otobüslerle Fildişi Sahiline getiriliyor ve orada her bir çocuk ayrı ayrı motor-taksilere binerek kakao toplamak üzerek arka yollardan tarlalara taşınıyor. Civar köylerden birine giden ekibimiz yakın zamanda 130 çocuğun kaybolduğunu öğreniyor. Yine bir başka köyde çocukların kaçakçılık yapan insanlar tarafından ne kadar sıklıkla alındığı soruluyor ve aldıkları cevap şu oluyor: "Her gün... Sadece bazı günler diğerlerinden daha beter..." Ekibimiz otobüs duraklarına gidiyor ve çocukların otobüslere doldurularak motor-taksilere binecekleri yerlere transportlarına kendi gözleriyle şahit oluyorlar. Sonrasında gizli kamerayla kakao tarlalarına girerek çocuk işçi var mı diye araştırmaya başlıyorlar. Rastgele gezdikleri tarlalarda bile biraz dolaştıktan sonra kakao çuvallarını taşıyan çocuklarla karşılaşıyorlar... Gizli kamera ile yaptıkları bu çekimlerde tarlada karşılaştıkları yetişkin bir bireye "Eğer çocuk işçi arıyorsak ne yapmamız gerekir, kime başvurmalıyız?" diye soruyorlar. O bireyin abisi bakıyormuş o işlere... Bir çocuk işçi için ne kadar para istedikleri sorulduğunda şahıs “230 euro” diyor. Fiyata çocuğun istenilen bölgeye getirilmesi ve limitsiz çalıştırılabilmesi dahil... 10 yıl önce yapılan bu belgeselde bir çocuğun fiyatı 230 euro. İnsan olan herkesin yüreğini sızlatacak bir durum bu ancak, Müslüman olarak bizi biraz daha sarsmalı diye düşünüyorum çünkü o çocukların adı Meryem, Ali, Abdullah, Musa... İsimleri gibi kendilerinin de değeri paha biçilemez olan o çocuklar 230 euroya köle gibi pazarlanıyor. 60 yıldan uzun süredir orada fabrikası bulunan Nestle ise konudan bi' haber olduğunu, her şeyi ve herkesi kontrol edemeyeceklerini belirten yüzsüz bir ifade yayınlıyor kendi sitesinde, buyrun linki: nestle.com.tr/sss/insan-hakla... Belgeseli çeken ekip İsviçre'de Uluslararası Çalışma Örgütü'nde bir birime başvuruyor, gevuru gevura şikayet ediyor anlayacağınız... Sizce işe yarar mı? Sonrasında başta Nestle olmak üzere Fildişi Sahilinde fabrikası olan 5 firmaya görüşmek ve röportaj yapmak için teklif yolluyor. Sizce kabul etmişler midir? Elbette hayır. Ama ekibimiz durmuyor... “Siz misiniz duymazdan ve görmezden gelen” diyip İsviçre'de yer alan Nestle fabrikasının önüne devasa bir ekran kurarak polisler gelene kadar belgeseli son ses yayınlıyor. Tüm bunlar sadece birkaç insanın Afrika'daki, kilometrelerce ötedeki çocukları kendilerine dert etmesi sayesinde gerçekleşiyor. O kişinin motivasyonu ne bilmiyorum ama Müslüman olarak bizleri markette Nestle'ye ait bir ürüne uzanırken durduracak çok güçlü bir motivasyon biliyorum. “Sadece ben almasam n'olucak, herkes alıyor zaten” diye bir mazaretimizin neden asla olamayacağını biliyorum. Çünkü Bizim Kitabımız Allah katında sayıların hiçbir önemi olmadığını, sonuca varıp varmamanın hiçbir önemi olmadığını, Allah'ın sadece ama sadece sürecimize odaklandığını anlatıyor. Bizim için prestij sayılarla, takipçilerle belirlenmiyor. Çünkü bizim örnek aldığımız Hz. Nuh tam 950 yıl bu dünyada yaşadı ve bu kadarlık bir süre için inanın iman eden sayısı çok azdı. Ya da O Gün geldiğinde ismini bilmediğimiz nice Peygamberler Allah'a “ben anlattım ama onlar iman etmediler” diyecekti. Tüm bu Peygamberler bizim için en saygın insanlar çünkü O Gün geldiğinde sonuca ulaşmamış olsalar dahi denemeye devam eden insanlar onlar. Allah sorduğunda “Ben denedim” cevabını verebilecek olanlar onlar. Bilincimizin sadece namazda, camide, Ramazan ayında, Kurban Bayrmında, Gazze’ye bir saldırı olduğunda değil; yaşamın her köşesinde diri ve zinde olduğu, “Hesap Günü’nde “Ben denedim Ya Rabbi” diyenlerden olabileceğimiz ve sonuca değil sürece odaklandığımız bir ömür duasıyla… Selametle.
··
208 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.