Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

FÜSUN TEYZE VE ANKA KUŞU
SONSUZA KADAR EVET DERSİN, PEKİ SONSUZUN SENİN BAŞLANGICIN OLACAĞINI BİLİR MİSİN? Çok sıkıldığım zamanlarda gittiğim bir yer olurdu üstelik kahvesi de çift çekim mis gibi taze taze kokardı. Yine böyle bunalmış ve kendimi o bana huzur veren mekana gitmiş , elime de aldığım bir romanla birlikte, o mis kokan kahveden söylemiştim. Tam kahvemden bir yudum alıp dudaklarıma temas ettirecekken, elimdeki roman dikkatini çekmiş olmalı ki usulca yanıma yaklaşıp - Nasıl konusu güzel mi? Diye sordu. Aslında okuduğum kitap biraz fantastik olsa da, bu bir çift deniz mavi gözlere sahip olan dünyalar tatlısı teyzeyi geri çevirmekten utandım ve kendisine bir kahve ikram edeceğimden üstelik ellimdeki kitabı zevkle anlatacağımdan bahsettim. Kendisini de bu teklifi bekliyormuşçasına bir solukta oturuverdi yanıma. Meğer aslında romanın ta kendisi yanımda duruyormuş ta , elimdeki kitap bahanesi olmuş. Hayatı sil baştan yaşayan ve kendini anka kuşuna benzeten benim Canım Füsun Teyzem. Altmışlı yaşlarında, yüzü pamuk gibi aydınlık, ışıl ışıl parlayan gözlerinle beni öylesine pür dikkat dinledi ki, içten içe şaşırıp kalmıştım. - Ne de güzel anlattım güzel kızım dedi. Ister misin bende sana bir hikaye anlatayım? Diye sordu. Neden bilmiyorum? Bu kadında beni çeken bir şeyler vardı, hani derler ya o anın bir büyüsü müdür?, tılsımı mıdır? Sıkılmadan dinleyeceğim aşikardı. Nerden bilebilirdim içinde koskoca yatan hazine dolu hikayeyi... lafta kalmasın bu söz kayıtlara geçsin, o buhran dolu eylül akşamım, bir anda koskoca bir derya oldu ve hiç boğulmadan yüzdüm. Füsun Teyze bir diğer adıyla Erika Teyze, küçük bir köyde doğmuş. Doğduğu zaman köye bir bolluk bereket gelince kendisine Füsun adını koymuş annesi. Ay parçası gibi güzel, hangi haneye götürseler o alana efsun değmişçesine kötü giden ne varsa güzelleşirmiş. Kısacası isminin ta kendisiymiş. Keşke kaderi de güzel olsaydı diye geçirdim içimden. İlk okula başladığı zamandan, okumaya ne kadar hevesli bir öğrenci olduğundan, yerde gazete küpürü bulsa ezberleyene kadar okuduğundan bahsetmişti. Ne var ki daha çocuk yaşta annesini ve babasını kaybedince ortada kalmış. - ah kızım derdi sığıntılık insanın bu hayattaki en büyük fazlalığıdır. Yediğim lokmadan içtiğim suya, yetmedi aldığım nefese kadar bir ben mi fazlaydım bu dünyaya... Amcasıyla yengesinin yanında bir besleme muamelesi görerek ergin yaşına gelmiş. Maksat evde hizmetçilik olsun. Amcası onu iyi bir başlık parası uğruna, köyde kimsenin evlenmek istemediği bir ailenin oğluna zorla vermiş, çocuk yaşta gelin etmiş. Daha evlendiği gece şiddetin en kötü yönüyle karşılaşmış. Sırma saçları yoluk yoluk ellerinde kalmış Füsun Teyzenin. Ağzında kuş tutsa , ne kocasının dayağından kurtulabilmiş, ne de zulmünden. Üstüne birde hamile kalmaz mı? - kendim daha çocuktum, doğurduğum oğlumu kendime arkadaş bildim derken gerçekten de on altısın da ilk kez anne olduğunu dile getirmişti. Belki baba olmak sakinleştirir diye içinden dua ederken, kocasının bu seferde alkollü eve gelmeleri başlamış, bari bugün dayak yemesem diye dua eder hale gelmiş. İlk oğlu Sermet’i kucağına almanın üzerinden henüz iki sene geçmeden tekrardan hamile olduğunu öğrenmişti. Üstelik kocasına dayanacak gücü bir an bile bulamazken. Bir gece kendi kendine çözümler ararken, içi geçip uyuyakalmış ve rüyalar aleminde, ilk o zaman tanışmış Anka Kuşu ile. -’’Yak kurtul Füsun, küllerinden yeniden doğ ve korkma’’ dediğini anlatırken yüzündeki tılsımlı mutluluğu görmek, beni bile heyecanlandırmıştı. İnsan bazen düşünür böyle şeyler duyunca ya yok canım kesin dalga geçiyordur, bence muhabbet olsun diye uyduruyordur diye. Yok olamaz bu yeni tanıdığım ama sanki yıllardır ahbabımmış gibi hissettiğim kadında, ne denlidir bilmiyorum gram inancım sarsılmadan pür dikkat dinledim. Ne yapmış dersiniz bizim bir çocuklu ve bir de bebek bekleyen Füsunumuz? Kocasının alkol aleminde olduğu bir gece, kendisinin ve oğlunun kafa kağıtları ile birlikte yaşadıkları evin her yerine dökmüş eline geçen alkolü gazı, hazırlamış bir valiz saklamış ahırın kenarına koymuş, ölüm kalım kefen parası diye biriktirdiği iki bilezik, üç para altını da sarmış mendile koymuş göğsüne, oğlunu da sarmış sarmalamış sırtına, vermiş ateşi evin ucu bucağına, harlamış küllerini savurmuş köyün ucuna. Tıpkı bir anka kuşu gibi. O gece oracıkta gıyabında öldürmüş kendini. Başka türlü kurtulamayacağını, yaşasa deli kocasının ve akrabalarının peşinden geleceğini, sonunun hamile olsa bile ölüm olacağını kendi de bilirmiş. Genç yaşına rağmen Zekice planının ardından oğlu ve valiziyle karışmış kayıplara. Azığıyla idare edecek kadar atmış kendini büyükşehir e. Allahtan okuma yazması varmış, birde zeki kadınmış ta vesselam, kandıramamış hiç kimse. Büyük şehir kesmez, dünya küçüktür demiş, gözüne o dönem işçi almakla ünlü Almanya yı dikmiş. Ne kimlik var üzerin de, ne pasaport. Eh o dönemde de teknolojiyle kontrol edecek kimse yok. Bozdurmuş kefenlik iki bileziğini, güç bela girmiş kaçak yollarla gurbet dedikleri Alamanya ya. - ‘’yollar bitmedi kızım her an deli kocamın nefesi ensemdeydi. Sermet’im hastalandı ateşler içinde kaldı da gıkımı çıkaramadım oraya ayak basana kadar.’’ diye iç geçirdiğini hatırlarım. Hiç vakit kaybetmemiş Füsun Teyze kendine bir Almanca sözlük almış oranın dilini de izini de bilmeden sadece oğluyla yaşayabilmek için gittiği bu gurbet elde bulaşıkçılık garsonluk işini buluvermiş. Şansı yaver gitmiş te Lokantaya gelen bir adam onun belki de bütün hayatını değiştirecek teklifte bulunmuş. Eh Füsun teyzenin güzelliğinden etkilenmiş olması ve onun sayesinde her gün oraya gitmesi de cabası olmuş. Adamında kimi kimsesi yokmuş, eşiyle oğlunu kazada kaybettiğinden bu yana hayatının alt üst olduğundan bahsetmiş. Füsun teyzede başına gelenlerin bir kısmını anlatmış (yangın çıkardığımı söyleyemedim daha şimdiden korkmasın derken kahkahayı basmıştı). Füsun teyzeden hoşlandığından mıdır yoksa aşık olduğundan mı? Kaybettiği ailesi olmasını teklif etmiş , kendisinin iyi bir işi olduğunu, çocuklarına da kusursuz baba olacağına dair sözler vermiş. Füsun teyze her ne kadar yaşadıklarından dolayı güvensiz kalıp korksa da bu teklifi kabul etmiş. Füsun teyze; - ben ne olduğunu anlamadan her şey olup bitti ve belki de bu yaşıma kadar bana insan gibi hayat yaşatan Hariman ile evlendim o günden sonra yeni kimliğim Erika oldu. Bu ismi bana Hariman vermişti, hem yaşadıklarımdan dolayı prenses olacak kadınmışım hem de aşırı güzelmişim (bu anda yakaları pembeleşmişti ve çok mutlu olmuştu) Oğlum Sermet’e de Paul adını verdi. Kaybettiği oğlunun adıymış. Ve dört ay sonra bir oğlum daha oldu içimden her ne kadar Vedat desem de artık ben bir Alman vatandaşıydım ve oğullarımı korumak adına onlara da Alman isimleriyle hitap etmem gerektiğini biliyordum. Hariman; isminin anlamı gibi gerçekten bir koruyucu oldu bize. Verdiği sözleri harfiyyen tutarak, oğullarım Paul ile Lukas a gerçek bir baba oldu. Zamanla kendisini çok sevdim ve evliliğimiz gerçek bir evlilik haline dönüşünce, bizi artık daha derinden bağlayan birde kızımız oldu ,Melindamız. Artık beş kişilik çok güzel bir aileydik. Çocuklarımızı okuttuk iyi yerlerlere getirdik. Hepsi birer meslek sahibi oldular. Sermet (Paul) Diş Hekimi, Vedat (Lukas) Mühendis ve Melinda da Çocuk Doktoru oldu. Evlendiler mutlu bir şekilde kardeşlik bağlarını koparmadan yaşamlarını sürmekteler. Ben de Harimanı geçen sene,kalp krizinden kaybettikten sonra kendime İstanbul dan küçük bir ev aldım arada vatan toprağıma gelip gideyim diye. Hoş artık yaşlandım ama yine de bazen bazı şeyler vazgeçilmez olabiliyor. Benim Anka kuşuma sonsuz bir minnetim var. Küllerimden doğdum ve Hariman başıma gelen en güzel şans oldu. Gitmeseydim kaçmasaydım ve bu olaya cesaret etmeseydim ne olurdu bilmiyorum, Hariman ve çocuklarımla öyle dolu dolu, güzel bir hayat yaşadım ki, inan bunu düşünmeye vaktim dahi olmadı. Bu hayattaki en büyük destekçim Hariman oldu.Onun sayesinde eğitim aldım, ehliyet aldım , kurslara gittim. Kısacası o çocukluk hayatımda yediğim onca dayağa ve şiddete rağmen bunları hayal kur deseler kuramazdım. Hayalini kurmayı bırak, nefes almaktan bile korktuğum bu dünya da, kaderim ve canım Anka kuşum bana altın anahtarla açtı kapıları. Bir gün yazmak istersen, beni de yaz ki, insanlara şunu söylemiş olayım. Umut beklemekle olmuyor, biraz cesaret, biraz da icraat ile çözülemeyecek hiçbir sorun yoktur. Şans fırsatları tepmeyen insanların yanında olur. Öylesine sarıldım ki kendisine, bu kahve içme seansını tekrarlayalım diye sözleştim ve telefon numarasını aldım. Yine sıkıldığım günlerden bir gün arayıp kahve içmeye davet edecektim ki, telefona kırık Türkçeyle cevap veren biri çıktı. Sanırım oğluydu ve çünkü o acı iki kelimde döküldü dudaklarından. - Annemi iki gün önce kaybettik. O an ki hislerim öylesine tuhaftı ki, ömrümde bir kere gördüğüm bu kadın, vasiyet eder gibi bütün hayat hikayesini anlatmış ve ben arkasından deli gibi göz yaşı döküyordum. Unutulacak gibi değildi. O pamuk helvası gibi yumuş yumuş suratlı Füsun teyzem, kendisine prensesliği yaşatan Hariman amca ile el ele sonsuz yolculuğa çıkmışlardı. Aradan belki beş veya altı sene geçti. Hikaye sandalıma konu arıyordum ki; o gece Füsun Teyzemin sırtında Anka Kuşu kanadı gördüm. Mavi gözleriyle tebessüm ederek, ‘’Hani beni ve anka kuşunu yazacaktın güzel kızım?’’ dedi ve külleriyle bir anda yok oldu. Ve bende yazdım... Esra Özatalı
·
368 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.