Gönderi

Parlayan yıldızlara bakıp ebedilik düşleri kuran insan, kısacık ömrünü bir an olsun uzatacak ince dallara uzanıyor yardan düşerken. Birkaç saniye daha fazla yaşayabilmek için zamanı gizlediğini düşündüğü bütün kapıları çalıyor. Ancak tehirli de olsa trenler istasyonları terk edip ışıksız tünellere dalıyorlar. Kayan her yıldız faniliğin sinyallerini yakıp söndürüyor karanlıkta. Doğan her güneş ebediliğin altın zarfli mektubunu kapıların altından itiyor. Ölülerden arta kalan ilaçların son kullanma tarihleri doluyor, elbiselerin modası geçiyor ya da eskiyor, saatlerin pilleri bitiyor ya da kayışları çürüyor, ayakka bıların ökçesi kopuyor ya da su çekiyor. Zengin ölüler geriye ev, araba ve iş yeri bırakıyorlar. Bıraktıkları şeylerin üstünde mühürleri de olsa, zaman bu soğuk damgaları siliyor. İsimlerini olsun ebedileştirmek isteğiydi belki sanatçıları uykusuz bırakan ateş. Ressamın fırçası bir ağacı, bir taşı, bir iskemleyi, bir meyveyi, bir denizi boyarken değil, tablonun kenarına imza atarken titriyordu. Şair şiirinin sonuna tarih atıyordu zamanını ölümsüzleştirmek için. Bestekâr adının söylenmesini istiyordu her şarkının önünde, Romancı, yaşadıklarını ve yaşayamadıklarını kahramanlarına bölüştürüyor, her kitabında ömrünü biraz daha uzatmaya çabalıyordu. Devlet adamları adlarını veriyorlardı caddelere, okullara, stadyumlara... Krallar taçlarını ve tahtlarını bağışlıyorlardı müzelere. Firavunlar piramitlerinin gizi kolay çözülmesin istiyorlardı daha fazla anılmak için. Kısacası kimin yolu dünyaya düşmüşse, giderken unutulmak istemiyordu.
·
24 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.