Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Roman
Türk edebiyatına gelince, divan edebiyatındaki Leyla ile Mecnun, Husrev ile Şirin, Yusuf ile Züleyha gibi mesneviler, halk edebiyatındaki Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Arzu ile Kanber hikayeleri ile meddah hikayeleri, dini-tarihi hikayeler bir kenara bırakılacak olursa, Avrupa edebiyatındaki anlamıyla roman Türkiye'ye Tanzimat'tan sonra girmiştir. Romanın Türk edebiyatındaki yeri buradaki konumuz değil. Ama burada hatırlat mak istediğim bir şey var; o da türün Türk edebiyatına girmesiyle "roman" teriminin kullanıma hemen girmemiş olmasıdır. Tanzimat sonrasının yazarları "hikaye" terimini roman karşılığında kullanmışlardır. O dönemin çevirilerinden Victor Hugo'nun Sefiller'i Hikaye-i Mağdürin, Daniel De Foe'nun Robin son Crusoe'su da Hikaye-i Robinson adıyla yayımlanmıştı. Halit Ziya (Uşaklıgil) 189l'de bile, roman üstüne yazdığı kitaba Hikaye adını vermişti. Yazar edebiyatın bu türünü, yani romanı "( ... ) ecnebi bir kelime altında zikretmekten ise, Osmanlıli şanına hürmeten 'hikaye' namı" ile inceleyeceğini söylüyordu orada. Hikaye on dokuzuncu yüzyıl edebiyatında uzun zaman roman yerine kullanıldı. Fakat zamanla asıl hikayeyi2 asıl romandan ayırmak ihtiyacı duyulunca, Recaizade Ekrem romana "büyük hikaye", hikayeye de "küçük hikaye" demeyi tercih etti. Roman terimi sonradan yaygınlaştı. Hikaye çok köklü bir kelime Türkçede. Belki bin yıldır kul lanıyoruz. Arapça kökenli olduğu halde, yabancılığını hisset meyiz; dile tamamıyla mal olmuş. Üstelik, yan anlamlarla, me cazlarla da zenginleşmiş. Bu bakımdan, Halit Ziya'nın bu terime gösterdiği "hürmet" çok değerli. Onun "hikaye"ye verdiği değeri biz Cumhuriyet döneminde veremedik. Herkesin bildiği "hikaye"ye "öykü" karşılığını yakıştırdık. Öykü "taklit"in Türkçesi.
·
65 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.