Gönderi

Rüyalarını ah. hep dilsiz cellâtlar ikiye bölmüştü, nazlarını, mahmur uykularını. Kimi zaman kendisini kan ve ter içinde kâbuslarından atarken, kandilleri yakmak ya da söndürmek için orada bulunan Habeşî bir çocuğun kederli ve sevecen gözlerini fark ederdi. O gözlerde kan ve kine eğilmişi koruyan, gözeten bir bakış olurdu. O bakışı anlatacaktı hattata ve bana o bakışın bir eşini ver, diyecekti. Sonra kâbuslardan rüya iklimlerine dönüşen sanrılarını sıralayacaktı. Terkedilmiş bir hamamın gölgeli sularında yıkanan kumral ve uzun saçlı bir peri kızının güzelliğini, onu ilk kez gördüğü o gün, gözlerine bir türlü inanamamış olduğunu sadece uzaktan görebildiğini ama garip bir biçimde berrak kahkahalarını duyduğunu ve onun benzerine gerçek hayatta asla rastlamadığını. Ve gerçek hayatın içinden bir kadına o duygunun bir eşini asla duymadığını. Sonra yıldızlarına sıra gelecekti. Yıldızlarına, onların lacivert sema üzerinde doğudan batıya doğru baş döndürücü bir süratle akışlarını anlatmaya. Onların birbirine göre durumlarını, bunların kendisine neler söylediğini anlayabilmek için ne kadar çok çalıştığını hattata söyleyecekti. Sonra bir gün bu yıldızların kendisini, kaza ölümüne karşı dikkatli olması için nasıl uyardıklarını ve bunun üzerine yıldız bilgisinin yanı sıra bir de tıp ilmine merak sardığını.
·
7 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.