Gönderi

Aşkın Ölümü
T gözlerini açtığında öğle saatleriydi. Yatak odasının gölgesine aydınlık vuruyordu. Neclasız yaşamın ilk gününe yatağın Necla’ya düşen tarafında uyanarak başlamıştı. Gözleri ne işe yaradığını bilmeyen bir cihaza, yabancısı olduğu dünyaya aitlermiş gibi odanın içinde kayıtsızca geziniyordu. Zihninde gelişen ilk anlamlı düşünce ‘Oda ne kadar da Neclasız görünüyor’ oldu. Duvarın tüm yüzeyini kaplayan gardırop, bugüne kadarki anlamını yitirmiş Neclasız bir gardıroptu, bundan sonra öyle de kalacaktı. Sürmeli kapağın üzerine atılmış bordürlere şu ana kadar vermediği bir anlam vermeye; imal edenlerin düşünmediği, kullanırken sahiplenerek kendiliğinden oluşmuş gizli anlamı bularak o gözle bakmaya uğraştı. Metal bordürlerde uzayarak yer alan karanfiller bir tarafı ölmüş eşyanın üzerinde süs anlamını da yitirmişti. Gardırop Neclasızlığını gizleyemiyordu. Yatağın her iki tarafında duran etajerler, abajurlarla takım olan Necla’nın tasarımı tepede asılı duran lamba, sahiplenilemeyecek kadar anlamsızlaşmıştı. Makyaj masasının üstü makyaj malzemeleriyle doluydu. Ne vakit koyulduklarını hatırlamadığı eski plak kutularını andıran büyük kutu ve Necla’nın far kalemlerini doldurduğu büyük porselen çiçek ilk bakışta masanın doğal parçasıymış gibi; parfüm şişelerinden, krem kutularından ve diğerlerinden kendini ayırarak belirginleşiyordu. T evdeki kontrast düzenlemelerini ancak fark ediyordu. Bu iki parça masanın üzerinden alınmış olsa, tam olarak çıkaramasa da bir eksiklik olduğunu hissedebilirdi. Şimdi doğal parçasıymış gibi duran bu parçalar üzerinde bulunmasına, bir makyaj masasında bulunması gereken özelliklerin tümünü taşıyor olmasına rağmen, masa tamamen eksik kalmıştı. Eksikliğini gizleyemiyordu; o artık Neclasız bir masaydı, aynası da Neclasız bir ayna… Tarafı kalmamış olmasına rağmen yatağın içinde dönerek kendi tarafına geçti. Gözlerini fil dişi duvarların, etajerlerin, gardırobun, makyaj masasının, tablonun, halının, perdelerin üzerinde gezdirdi. Kendini odadaki eşyalardan farksız bir eşya, nesne gibi hissetmişti. O da artık Neclasız bir adamdı. Alçak bazası yüzünden zemine yakın duran yatağın üzerinden uzun uzun tavana bakındı. Boş bakışlar gezindikçe bembeyaz duran tavan genişliyor daha da boşalıyordu. Zihnini de tıpkı tavan gibi boşaltmaya uğraştı, hiçbir şey düşünmeden yok olabilir miydi, acıyı da yok edebilir miydi insan? Anlamlı, anlamsız düşünceler acıyla şekillenerek varlığını anımsatıyordu. Tekrardan boşluğun içine bulunduğu konuma, yapayalnız anın içine bırakıyordu. Ne kadar uğraşsanız da ne yok olabiliyor ne de böylesine soğuk bir yalnızlığın içini doldurabiliyordunuz. Acı sanki her taraftaydı, başınızı ne yöne çevirirseniz o tarafta şekilleniyor, hangi eşyaya bakarsanız onun üzerinde biçimleniyordu. Masaya, kaleme, bardağa, örtüye, yatağa dönüşüyordu. Yataktan kalkarak masasının karşısına geçti. Fotoğrafları bulunan çerçeveyi tersine kapattı. Necla’nın ölümünü tekrardan yaratır gibi cansız bir fotoğraftan bakmasına dayanamamış, aynada görüntüsüne odaklanmıştı. Yüzüne dokundu, kaşını gözünü oynattı, anlamsız hareketler yaptı. Boş bakışlarla yerleştirdiği ifadesizliği sabitleme uğraşı içinde sol elini saç fırçasının tellerine kanatırcasına bastırdı. Hayır hiçbir şey değişmiyordu, aynı his olduğu gibi yerindeydi. Kesinlikle karşısındaki görüntü Neclasız bir adam gibi duruyordu. Bundan başka şey de ifade etmiyordu. Eşyalardan farklı olarak onların hissetmesine imkân olmayan acıyı kendisi hissediyordu. Sanki bütün eşyalardan toplanan acı kendi üstüne çöküyordu. Yok, yok,yok artık yoktu. Necla bir daha ona dokunamayacaktı, o da Necla’ya; konuşamayacaklardı, öpüşemeyeceklerdi, sevişemeyeceklerdi. Bir nesnenin sahibi olur gibi birbirlerinin sahibi olamayacaklardı. Yatakta Necla’nın “Bazen seni sahibi olduğum bir eşya gibi hissediyorum, mesela telefonum gibi…” dediği konuşmayı hatırladı. “Evet bazen ben de aynı şeyleri hissediyorum” demişti “Aradığım zaman seni bulabiliyorum. Yanımda taşıdığım, bana ait eşyalar kadar elimin altındasın. Bak mesela bunlar saçların, bunlar dudakların… bunlar göğüslerin…” Dağınık duran yatağın saten, işlemeli yastıklarına, ayakucuna toplanmış ince örtüye bakarken “İşte bu da sensin” diye fısıldadı. “Uçuşup duran ruhsal bir varlık olmak yerine bu dünyaya ait olmayı kabullenebiliyorsun. Seni en çok bu yüzden seviyorum. Bu dünyaya ait acıları kabullendiğin gibi zevklerini de kabullenebiliyorsun. Bazen yalnızca benim için var olduğunu düşünüyorum, her nedense sana ait bir eşya olmak da canımı hiç acıtmıyor. T Bey 2014-2015
··
73 görüntüleme
Varsız okurunun profil resmi
Lavaboda elini yüzünü yıkadı, uzun bir süreyi aynanın karşısında geçirdi. Ellerini burnunda, kulağında, yüzünde, gezdiriyor, görüntüsü üzerinde oyalanıyordu. Çevresindeki eşyaların hissizce, öylece duruşuna dayanamıyordu. Necla’nın ölümü aklına geldikçe duyguları, düşünceleri, dış dünya, her şey bu görüntüde kayboluyor, aynadaki adam yabancılaşıyordu. Evin bütün odalarını dolaştı. Eşyaları yeni alınmışçasına başlarında dikilerek tek tek inceledi. Alınışlarının ayrı ayrı hikâyeleri vardı. Farklı yaşanmışlıklara ait farklı anlamlarla yüklüydüler. Şimdi bu anlamsızca duran eve karşı ne yapılabilirdi ki? -------------------- güzel yazmış adam. iyi pazarlar.
Orhan Tezcan okurunun profil resmi
İlham verici👍
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.