Gönderi

Camus felsefesi ve Absurde'e bir bakış
ya intihar ya da iyileşme… "Dekorların yıkıldığı olur. Yataktan kalkma, tramvay, dört saat daire ya da fabrika, yemek, tramvay, dört saat çalışma, yemek, uyku ve aynı uyum içinde salı çarşamba perşembe cuma cumartesi, çoğu kez kolaylıkla izlenir bu yol. Yalnız bir gün “neden” yükselir ve her şey bu şaşkınlık kokan bıkkınlık içinde başlar. “Başlar”, işte bu önemli. Bıkkınlık; makinemsi bir yaşayışın eylemlerinin sonundadır, ama aynı zamanda bilincin devinimini başlatır. Onu uyandırır, gerisine yol açar. Gerisi, bilinçsiz olarak yeniden zincire dönüş ya da kesin uyanıştır. Uyanışın ardından sonuç gelir zamanla; intihar ya da iyileşme." Albert Camus / Sisifos Söyleni Sisifos’un Hikayesi Sisyphos tanrı-ırmak Asopos'a, kızı Aigina'nın Zeus tarafından kaçırılmış olduğunu söyler. Zeus'un bu sırrını vermesine karşılık olarak kalesi içinde bir pınarın akıtılmasını sağlar. Bu sırrının verilmesine çok öfkelenen Zeus, ölüm meleği Thanatos'u göndererek Sisyphos’u cehennemde zincire vurmasını ister. Sisyphos, büyük bir kurnazlıkla kendisini zincirlemeye gelen Thanatos'u zincire vurur ve Hades’i tehdit eder. Bu durum hiçbir insanın ölememesine yol açar ve kargaşa yaratır. Bunun üzerine, rakipleri ölmediği için yaptığı savaşlardan keyif alamayan ve canı sıkılan Ares ve Zeus; Thanatos’u zincirlerinden kurtarmak için müdahale eder. Sisyphos Ölüler Ülkesine götürülür ama kaderine katlanmak istemez. Karısından ölmeden önce kendisine cenaze töreni yapmamasını istemiştir. Törensizliği hoş karşılamayan Hades, dinsiz karısını cezalandırması için Sisyphos'un yeryüzüne dönme önerisini kabul eder... Sisyphos, kralı olduğu Korint’e varır ama artık geri dönmeyi reddeder. Sonunda Hermes tarafından Yeraltı Dünyası’na geri götürülür (vikipedia.org, mitoloji info). Berk Yüksel, “Mitolojide Sisyphus’un(Sisifos) Hikâyesi” başlıklı yazısında hikâyeyi aşağıdaki gibi anlatmıştır. Ölüler Ülkesi tanrıları hilekârlığının cezası olarak Sisifos’u büyük bir kayayı dik bir tepenin doruğuna yuvarlamaya mahkûm ederler. Sisifos tam tepenin doruğuna ulaştığında kaya her zaman elinden kaçmakta ve Sisifos her şeye yeniden başlamak zorunda kalmaktadır. Bu ceza Sisifos’a Nehir Tanrısı Asopus’a kızı Aegina’nın yerini söyleyerek Zeus’un sırrını ifşa ettiği için verilmiştir. Homeros bu durumu şöyle anlatır: "Sisyphus’u gördüm, korkunç işkenceler çekerken; yakalamış iki avucuyla kocaman bir kayayı ve de kollarıyla bacaklarıyla dayanmıştı kayaya, habire itiyordu onu bir tepeye doğru, işte kaya tepeye vardı varacak, işte tamam, ama tepeye varmasına bir parmak kala, bir güç itiyordu onu tepeden gerisin geri, aşağıya kadar yuvarlanıyordu yeniden baş belası kaya, o da yeniden itiyordu kayayı, kan ter içinde..." Bu cezanın anlamsız veya bitmek tükenmek bilmeyen işler veya bilginin peşinde boşa çaba harcayan bir insanı sembolize ettiği kabul edilir ve İngilizce Sisyphean olarak tanımlanır. Camus’nün deyişiyle Absurde, yani Uyumsuz nedir? Camus’nün uyumsuz kavramını Mersault karakteriyle açıklayabiliriz. Uyumsuz, insan doğasındaki saçmalığı anlatıyor. Bu kelimeyi ‘saçma’ olarak çevirenler de mevcut. Mersault’un davranışlarında, seçimlerinde, hayata bakış açısında bir kayıtsızlık sezilir. Onun hayatında sanki bir boşluk, hissizlik vardır. Aslında onun baştan sona bütün edimleri, içinde yaşadığı toplumun verili koşullarının ne kadar anlamsız ve boş olduğunun bilincinde olduğunun göstergesidir. Mersault uyumsuzluğun bir örneğidir. Anlamsızlığı kavramış insanın hissizliğidir, uyumsuz. Aklın, mantığın yasalarına göre bir anlamı vardır, deniyorsa bu bir yanılsamadır. Çünkü bu yasalar, aklın ya da mantığın yasaları veya doğanın zorunlu yasaları, bize yaşamın anlamına dair hiçbir şey vermez. Yarın öbür gün öleceğimizi, herkesin öleceğini, bunun insanın yazgısı olduğunu açıklayabilir ama bütün bu gerçekler bizi avutamaz. Madem yok olacaktık neden var olduk, madem birazdan bizim için her şeyin bitme ihtimali var, o halde nasıl bir anlamdan söz edebilirler? Açıktır ki dünya, yaşam ya da varoluşumuz ne mantıkla ne de usla açıklanabilir değildir. Hiçbir amaç, duygu, his veya düşünce yaşamın anlamı olacak bir kabiliyete sahip değildir. Yaşamın anlamı bulunabilecek bir şey değildir hatta. İşte bu apaçık gerçek öylece elimizde duruyor. Uyumsuz (absurde) olan tam olarak budur: Tüm berraklığıyla yaşamın saçma (uyumsuz) olduğunu bilmek. Peki, yaşamak saçma ise intihar bu saçmalığın neresine düşer? Uyumsuz insanın ya da genel anlamda absurde’ün intiharla ya da yaşamın anlamıyla ilişkisi nedir? İntihar uyumsuzluğu ortadan kaldırır mı? “Bir boyun eğiş içeren intihar, uyumsuzu kendince çözer. Oysaki Camus’ye göre ‘uyumsuzun çözüme varmaması gerekir.’ Zira uyumsuz, farkına varıldığı, ancak kendisine boyun eğilmediği ölçüde bir anlam taşır ve bir yaşama değerini veren ‘bu başkaldırıdır’” Camus’ye göre Uyumsuz’a karşı verilebilecek 2 tepki vardır: boyun eğmek ve başkaldırı. Boyun eğmek intihardır, der Camus. Bu nedenle Camus yaşamın tüm anlamsızlığına, boşluğuna ve uyumsuzluğuna rağmen intiharı reddeder. Bunun absurde’ye boyun eğiş olduğunu savunur. Bu tutarsızlıklara hayran kalmamak elde değil, çünkü ne de olsa ölmek var işin içinde. Albert Camus, Sisifos Söyleni, sayfa 32 Tüm bu her şeyiyle Camus hayatı Sisifos’un hikayesine benzetir. Sisifos’un hikayesini yoldan geçen birine sorsanız bunun ne kadar saçma bir hikaye olduğunu söyleyecektir. Sisifos her gün o kayayı o dağın en tepesine kadar taşır. Her seferinde asla tamamen uca koyamayacağını bilerek taşır. Ve taş da her seferinde düşer. Bu uyumsuzdur işte. Ama Sisifos bunu kabullenmiştir ve mutludur. Sisifos aynı Camus’nün bizden istediği gibi uyumsuza başkaldırmıştır. Pes etmemiştir. Bunu hayata benzetir Camus. hayatın uyumsuzuna başkaldırmaya benzetir. Yabancı kitabının başkarakteri Mersault’a bir bakış “Bugün anne öldü. Belki de dün, bilmiyorum. Bakımevinden bir telgraf aldım:”Anneniz vefat etti. Cenaze yarın. Saygılar.” Bundan bir şey anlaşılmıyor. Belki de dün ölmüştür.” Yabancı kitabı giriş paragrafı Camus Mersault karakteriyle dış dünyadan kopuşu bize çok net bir şekilde anlatıyor. Mersault’nun hiçbir duygu hissedemeyişi ve dış dünya ile arasında bir duvarla yaşaması hayatın uyumsuzluğunu kavradığını gösteriyor bize. Mersault’nun silik ve soyut olması ise onun bir anlam arayışında olmadığını açıklıyor. “Ne kadar da dediklerinden güvenli görünüyordu değil mi? Oysa onun güvendiği şeylerden hiçbiri bir kadın saçının bir tek teline bile değmezdi. Yaşadığından bile emin değildi, bir ölü gibi yaşıyordu çünkü. Bense ellerim bomboş bir adam olarak görünüyordum, ama kendimden emindim, her şeyden emindim, hem ondan daha çok emindim. Yaşadığımdan emindim ve gelmekte olan ölümden emindim. Evet, bundan başka bir şeyim yoktu benim. Ama hiç değilse bu gerçeğe, onun bana sahip olduğu kadar sahiptim” Mersault, papaz kendisini ziyarete gelirken, onunla olan konuşmasının bir yerinde içini kaplayan sevinç ve öfke duygularıyla karışık bir taşkınlıkla dile getirir bu paragrafı. Uyumsuzu kabul etmiş insan budur işte. Bu farkındalığın bir anda yaşanacağını söyler Camus, Aynı Sartre’nin Bulantı farkındalığını bir sahilde yürürken yaşaması gibi. Mersault hayata, bu toplum düzenine, insanların samimiyetsiz duygularına ve hayatın anlamı olduğu düşünülen her şeye tamamen yabancılaşmıştı. Hayatın bir anlamının olmadığını da kabullenmişti. Ancak burada farklı bir düşünce yapısı oluşuyor. Eğer hayatın bir anlamı yoksa ve bu dünyaya bir amaç uğruna gelmediysek; neden intihar etmemeliyiz? Madem hayat yaşamaya değmiyor, neden yaşıyoruz? Eğer hayatın bir anlamı yoksa ve bu dünyaya bir amaç uğruna gelmediysek; neden intihar etmemeliyiz? Madem hayat yaşamaya değmiyor, neden yaşıyoruz? Uyumsuz (absurde) olan tam olarak budur: Tüm berraklığıyla yaşamın saçma olduğunu bilmek. Peki, yaşamak saçma ise intihar bu saçmalığın neresine düşer? Uyumsuz insanın ya da genel anlamda absurde’ün intiharla ya da yaşamın anlamıyla ilişkisi nedir? İntihar uyumsuzluğu ortadan kaldırır mı? “Bir boyun eğiş içeren intihar, uyumsuzu kendince çözer. Oysaki Camus’ye göre ‘uyumsuzun çözüme varmaması gerekir.’ Uyumsuz çözülebilecek bir olgu değildir çünkü. uyumsuz yaşamdır. Yaşam ile insan uyumsuzluğu oluşturur. Zira uyumsuz, farkına varıldığı, ancak kendisine boyun eğilmediği ölçüde bir anlam taşır ve bir yaşama değerini veren ‘bu başkaldırıdır’. Bu düşüncenin, bu gerçekliğin bilincine varmış insanın tavrı nedir? Sisifos Söyleni’nden: “Bir şeyin gerçek olduğu yargısına varmışsam onu korumam gerekir. Bir soruna çözüm bulmak istiyorsam, hiç değilse bu çözüm aracılığıyla sorunun terimlerinden birini atmamam gerekir. Benim için tek veri uyumsuz. İş buradan nasıl çıkılacağını, bir de intiharın bu uyumsuzdan çıkarılması gereken bir sonuç olup olmadığını bilmek” Bir uyumsuzluk içinde çırpınıp durduğunun bilincine varan insan ne yapmalı? Öncelikle bu gerçeği elinde tutmalı, bir kenara atmamalı ve bu temel gerçek üzerinden hareket etmeli, diyor Camus. Ayrıca, bu temel gerçek bizi intihar sorununa ve yaşama dair bir yargıda bulunup bulunulamayacağı sonucuna götürür. Yani, sorumuz, intiharın temelinde uyumsuz düşüncesi ya da hissinin yatıp yatmadığı şeklinde yeni ifadesini bulur. Uyumsuz, yaşamsa; intihar ile bu uyumsuzluğa son verebilriz. Ancak uyumsuz’u bir kere kavramış insan onu yok etmek istemez, istememelidir diyor Camus. Camus uyumsuzluğun bilincinde olmamızı ister, onu tamamen benimsememizi değil. Eğer uyumsuzu tamamen benimsersek, Mersault’a dönüşürüz. Yani, Korkularından, endişesinden, sıkıntısından, iç bulantısından, yabancılaşmasından ve onu hayat karşısında çaresiz ve güçsüz bırakan duygulardan; aynı zamanda onu yanılsamalara sevk eden hayallerden, yaratılardan, masallardan, sevinçlerden de kurtulması demektir. Böylece, tıpkı Mersault’nün konumuna gelmiş oluruz. Mersault, için sevmek ya da sevmemek aynı şey. Her ikisinin özel bir anlamı yok onun için. İçerde ya da dışarıda, öyle ya da böyle yaşıyorsun, nefes alıyorsun, tek önemli olan bu sanırım. Öyle ya da böyle yaşamak veyahut tam aksine ne öyle ne de böyle yaşamaya evet demek. Her ikisini aynı kefeye koymak. Her ikisini aynı düzeye çekmek. İnsan sever ya da sevmez, ağlar ya da ağlamaz, evlenir ya da evlenmez, inanır ya da inanmaz; hepsi birdir, Mersault için. Bu, tam da uyumsuz insanın sıkıntısıdır, yaşama karşı kayıtsızlığıdır. Peki bu hayatı tamamen boşluğa bırakmamız gerektiği anlamına mı geliyor? Tamamen yok mu saymalıyız hayatı? Her şeyi sonsuz bir boşlukta mı yaşamalıyız? Bu tıpkı Descartes’ın her şeyden şüpheyle işe başlayıp kendi felsefesi açısından sağlam bir dayanak bulmak istemesi gibidir. Öyle ki Camus de her şeyin anlamsız olduğu düşüncesinden hareket edip, kendi çağının geçerli uslamlamalarını sorgulayıp, yaşayabilmenin olanağını, yaşamı seçmenin olanağını bulmaya çalışmıştır. Bilinçli başkaldırıyı yok etmek sorunu ortadan kaldırmaktır. Sürekli devrim izleği böylece bireysel deneyim alanına geçer. Yaşamak uyumsuzu yaşamaktır” (Camus). Bilinçli başkaldırı uyumsuz olana varmaktır, yani absurde olanın bilincinde olmaktır. Böyle olunca da insan uyumsuz olarak yaşamaya devam eder. Böylelikle uyumsuz olan düşünce/eylem/insan, intihardan uzaklaşarak kendini var eder. Başka bir deyişle, yaşamın anlamsız olduğu yargısına varan insan, intiharı seçerek aslında bu anlamsızlığı kabul etmiş olur. Zaten yaşamın, evrenin absurde olduğunun bilincine varan uyumsuz insan bir başkaldırı olarak yaşamayı seçer, tüm berraklığıyla, açık seçikliğiyle yaşadığının bilincindedir. Uyumsuzluğu, anlamsızlığı kavramıştır, uyumsuz insan. Ve yaşamak ister, intihar bu uyumsuzluğun galibiyeti olacaktır. “Yaşamı anlamlı kılmak amacıyla, Camus de Descartes gibi, dünyayı bir bakıma yeniden kurar ama Descartes’dan farklı olarak, Camus için bu işin ilk adımı ‘ben’i keşfetmek değil, uyumsuzu keşfetmektir. Uyumsuzla yüzleşmek, anlam keşfinin de başlangıcıdır. Örneğin Yabancı’da, Meursault başlangıçta hayatın anlamının olup olmadığını düşünmez bile. Ne zaman ki uyumsuzun ayırdına varır, o zaman anlamın da olabileceğini fark eder” Uyumsuz olan ne insanın kendisidir ne de yaşamın ve evrenin kendisi. Uyumsuz olan, insanla evren ve yaşam arasındaki ilişkidir. Bunun bilincine varan insan, bu açıklığa, dayanağa varan intiharı seçmez. Onun tavrı biraz da şöyledir: “Tüm devinimlerimle dünyaya, tüm acımam ve tüm minnetimle insanlara bağlıyım. Dünyanın bu tersiyle yüzü arasında bir seçim yapmak istemiyorum” (Camus) Tüm bu nedenlerle Camus sonuç olarak hayat anlamsızdır der. Nedensiz, amaçsızdır ancak yaşam, sırf da bu nedenle yaşamaya değerdir der. İntiharın uyumsuzluğu benimseyiş olduğunu savunur. Ancak uyumsuzluğun varlığını kabul eden insanın tam tersine yaşamaya devam etmesi gerektiğini söyler. İnsanın bu uyumsuzluğa başkaldırması, intihar etmemesi, tüm bu dünyanın yabancılaşmasına ve anlamsızlığına rağmen uyumsuza karşı yapılabilecek en iyi şeydir, der.
·
238 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.