Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Gerçek gündeme dönersek... ÖYLE ANLAŞILIYOR Kİ, HADİS VE SÜNNETİN ARASININ AYRILMASI KAÇINILMAZ Hadis ilmi açısından yani tarif bakımından hadis ile sünnet aynı kabul edilmiş, farklı bir tarif yapılmamıştır. Bu durum, ilmin yöneldiği amaç bakımından tutarlıdır. Zira hadis ilmine göre mesele Peygambere isnat edilen rivayetlerin ona ait olup olmadığını tespit etmektir, bu kadar. Buna göre bir tarif yapıldığında hadis veya sünnet Hz. Peygamber'in söz fiil ve takrirleri anlamına gelir. Mesele böyle kalsa aslında pek de sorun yoktur. Ancak özellikle halkın algısında hadislerle ilgili kurulan cümleler çok yanlış anlaşılmaya müsait bir zemin ortaya çıkarmaktadır. İşte esasen beni bu yazıyı yazmaya sevk eden de budur. Önce halktaki bu algıyı ortaya koyalım, sonra değerlendirmesini yapalım. Özellikle günümüzde ve WhatsApp gruplarında yapılan tartışmalarda gözlemlediğim kadarıyla hadisler hakkında şu tür inançlar söz konusudur: 1. Hadisler imanın konusudur. 2. Hadisler korunmuştur. 3. Hadisler vahiydir. 4. Hadisler Kur'an'a aykırı olamaz. Burada ifade edilen hususlarda doğruluk payı olmakla birlikte maalesef genelleştirildiği için doğru ile yanlış birbirine karışmaktadır. Bir kere; 1. Hadislerin hepsi imanın konusu değildir. 2. Hadislerin hepsi korunmuş değildir. 3. Hadislerin hepsi vahiy değildir. 4. Hadisler içinde Kur'an'a aykırı olanlar da bulunabilir. Çünkü; Hadisler bir haberdir, bir rivayettir. Rivayete dahil olan arızalar hadisler için de geçerlidir. Hadisler içerisinde sahih olanlar, hasen olanlar, zayıf, çok zayıf ve uydurma olanlar bulunabilir. Hadislerde illet, kusur, hata olabilir. Hadisler içerisinde bir kişinin naklettiği haber de 30 kişinin naklettiği haber de bulunmaktadır. Bu durum mezkur haberlere farklı bakmayı gerektirmektedir. Yine hadisler içerisinde Kur'an'a aykırı olanlar da vardır. Hadisler içerisinde tamamen dini bir durumu ifade eden hususlar da; dinle hiç alakası olmayan bir takım bilgiler de bulunmaktadır. Bu durumları dikkate aldığımızda, genelleştirerek "hadisler korunmuştur" veya "hadisler vahiy ürünüdür" "hadislerde Kur'an'a aykırı bir şey olamaz" demek mümkün müdür? Elbette değildir. Peki bu dediklerimiz hadisler hakkında olumsuz bir yargı doğurmaz mı? Mealcilere bir koz verilmiş olmaz mı? Mesele koz verip koz almak meselesi değildir; ciddi ve ilmi bir meseledir. O zaman cevap maksadı üzüm yemek isteyenler için asla, hayır, olacaktır. Hadislerin bizim için ne ifade ettiğini en sonunda yazmayı düşünüyorum. Şimdi şu soruya cevap arayalım: Peki hadislerin durumu böyle ise o zaman korunan nedir, bizim için din ifade eden nedir? Kısa cevap: Sünnettir. Buradaki sünnet fıkıhçıların farz ve vacip karşılığında kullandığı sünnet, yani tavsiye edilen davranışlar değildir. Buradaki sünnet Peygamber efendimizin bize öğrettiği farzı ile, vacibiyle, mendubuyla, müstehabıyla Nebevi yoldur. Kur'an'ın ete kemiğe bürünmüş halidir. Ameldir, fiildir, uygulamadır. Sözün cisimleşmiş şeklidir. Üsve-i hasene, bu sünnettir. Hadisler bize bu sünneti taşıyabilir. Hadislerden bu sünnetler çıkarılabilir. Ama hadisler sadece sünneti taşıyan rivayetler değildir. Burada bir durup şöyle düşünmemiz faydalı olur kanaatindeyim: Mesela sünnet deyince aklımıza uydurma veya zayıf sünnet diye bir düşünce geliyor mu? Böyle bir algımız var mı? Sünnet Kur'an'a aykırı olabilir şeklinde bir telakkimiz bulunuyor mu? İlletli, hatalı, kusurlu sünnet dediğimiz olmuş mudur? Hayır, çünkü böyle bir şey olamaz. Dikkat edersek sünnet deyince hiçbir olumsuzluk buna dahil olamıyor. Aynı şeyi hadisler için söyleyebilir miyiz? Cevap: Hayır! Geldik, yukarıda sorduğumuz soruya... Peki hadislerin bizim için ne anlamı var? Cevap: Hadislerin bizim için delil değeri vardır. Altını hem de kalın çizgi ile çiziyorum: Hadisler delildir. Bunlar araştırılır, sahih ve makbul olanlarıyla amel edilir. Hadislere delil gözüyle bakmamak vebal gerektirir. Bunu nereden çıkarıyorum? Elbette Kur'an'dan. Bunun delilleri çok. Ben burada Resullaha itaat, ittiba ve benzeri ayetleri yazmayacağım. İki ayeti özellikle zikretmek istiyorum: 1. "Ey iman edenler! Bilmeden birilerine zarar verip de sonra yaptığınıza pişman olmamanız için, fasık biri size bir haber getirdiğinde doğruluğunu araştırın." (Hucurat, 6) Görüldüğü gibi fasık birinin haberi araştırılmak durumundadır. Fasığı geçtik, peki adil biri haber verdiğinde ne yapılacaktır? Onunla fasık aynı muameleye tabi olmayacağından elbette adil birinin verdiği haberle amel edilecektir. Adil birinin verdiği haber, beni ilgilendirmez, ben sadece Kur'an'a bakarım, Peygamberden bir nakilde bulunuyor, benim umurumda olmaz, diyebilir miyiz? Diyebilen varsa buyursun desin!! Peygambere isnat edilen bir haberin delil niteliği vardır. Muhakkak bu delil araştırılmalıdır. Araştırılır, ravileri adil ve metni de daha kuvvetli bir delile muarız değilse muhakkak onunla amel edilir. Ben amel etmem, sadece Kur'an'a bakarım diyen inadi davranıyor demektir ya da bu ilim nasıl yapılıyor bilmiyor demektir. En önemlisi de Kur'an'a aykırı hareket ediyor demektir. Kur'an fasığın haberinin araştırılmasını isteyecek, ama adil birinin haberine önem verilmemesini dileyecek, öyle mi? 2. "Ey iman edenler! Mü’min kadınlar hicret ederek size geldiklerinde, onları imtihan edin. Allah, onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz onların inanmış kadınlar olduklarını bilirseniz, onları kâfirlere geri göndermeyin." (Mümtehine, 10) Bu ayet bize zanni olsa da delille amel etmemiz gerektiğini söylemektedir. Burada zan şüphe anlamında değil, zann-ı galip anlamındadır, yani delile dayalı kanaat oluşturan zan. Şimdi burada ayetin hadislerin delil olarak değerlendirilmesine delil oluşunu kısaca açıklamak istiyorum: Ayete dikkatle bakalım. Mümin olduklarını söyleyen kadınlar var. Peygambere geliyorlar. Ve Mümin olduklarını haber veriyorlar. "Biz müminiz" diyorlar. Peki bu kişilerin "biz müminiz" deyişlerini umursamamak, dikkate almamak, bununla ilgilenmemek mümkün mü? Değil. Aslında Allah onların mümin olup olmadığını biliyor. Bir vahiy indirerek kim olduklarını bildirebilirdi. Ama hikmeti gereği böyle yapmayıp Müslümanların bunu araştırıp bilmesini irade etmiştir. Müslümanlar bu kişilerin verdiği haberi araştırmak zorundadır. Mümin olduklarını söyleyen kadınların sözlerine, hal ve tavırlarına bakacaklar, onları imtihan edecekler ve elde ettikleri kanaate göre amel edeceklerdir. Bu kanaat kesin bilgi olmayacaktır. Sonuçta bu kanaat zan ifade edecek, zann-i galip olacaktır. Delile göre yapılan araştırmada oluşan zan ile de amel edilecektir. Artık bu zan tereddütlü bilgi anlamında şüphe değildir. Bu ayetteki örnekte müslümanlar ne kadar imtihan ederse etsin bu kadınların kesin mümin olduklarını bilemeyeceklerdir. Kesin bilemeseler dahi kendilerinde oluşan kanaatle amel edeceklerdir. Neden? Çünkü Allah öyle istiyor da ondan. Aynı şekilde peygamberden bize nakledilen bir haber söz konusu olduğunda bu habere kayıtsız kalamayız. Bu haberi araştırırız ve delile dayalı bir tercihle bizde zann-i galip oluştuğunda onunla amel ederiz. Neden? Çünkü Allah, Resulüne itaat etmemizi, ittiba etmemizi ve onu örnek almamızı istiyor da ondan. Sonuç olarak denilebilir ki, bir karışıklık ortaya çıkmasın diye hadis ile sünnetin arasını ayırmak mümkündür. Bu sünneti delil kabul etmek, hadisi delil kabul etmemek anlamında değildir. Dinde korunanı tespit etmek için bunu yapmak gerekir. Buna göre sünnet fiildir, ameldir, uygulamadır; hadis ise haberdir, rivayettir. Habere, rivayete birtakım arızalar, hatalar musallat olabilir. Ancak sünnete bu arıza ve hataların dahil olması mümkün değildir. Prof.Dr.Yavuz Köktaş
·
118 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.