Kırk yaşındaydınız, çelişkili pişmanlıklar ve azaplar içinde bocalıyordunuz, ne geride bırakabildiğiniz, ne de elinizde kalan hiçbir şey olmadığı fikr-i sabitiyle çileden çıkıyordunuz. Size göre yaşamınız anlamsızdı ve bu saatten sonra da artık ona bir anlam yükleyebilmek mümkün değildi. Küçük bir otel odasında oturmuş gözyaşı döküyordunuz. Ve mektup yazıyordunuz.