Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Rasyonellitenin Ontolojik Temelleri
Rasyonalitenin Ontolojik Temelleri Yunan felsefi metinleri Arapçaya çevrilmeden çok önce Müslümanlar, Kur'an ve hadiste ana hatları çizilen akıl kavramıyla karşılaşmışlardı. Cahiliye döneminin aksine İslam, aynı anda hem inanç hem de bilgi, akıl, adalet ve özgürlük çağını temsil ediyordu. İslam'ı kabul etmek cehalet, çok tanrıcılık, adaletsizlik ve erdemsizlik çağına ait zihinsel ve sosyal alışkanlıkları terk etmek anlamına geliyordu. Bunun mânâsı, akıl, adalet, eşitlik ve erdeme dayalı yeni bir sosyo-politik düzen kurmaktı. Ayrıca çok tanrıcı mantık ve ahlakî rölativizmi aşmak için yeni bir akıl ontolojisi gerekiyordu. Bu, ancak yeni bir Weltanschauung ve yeni bir düşünce biçimi ile mümkün olabilirdi. Dolayısıyla akıl ve rasyonalitenin Kur'an raki İslam düşünce geleneği içindeki yerini anlamak için, aklın ve Kur'an'ın, kıssalar, dualar, çıkarımlar, kıyaslar, emirler, uyarılar, övgüler ve ödül-ceza vaatleriyle anlattığı düşünce biçiminin bu yeni ontolojik zeminini anlamamız gerekiyor. Kur'an ve hadiste bulduğumuz mantıksal çıkarım ve ahlaki nasihatlerden oluşan zengin repertuvar, duyusal ve rasyonel fakültelerimizi varoluş durumumuza uygun bir şekilde kullanmaya başlayabilmemiz için vicdanımızı uyandırma gayesi güder. Kur'an şöyle der: "Andolsun ki biz bu Kur'an'da insanlar için öğüt alsınlar diye her türlü misalden söz ettik." (Zümer, 39:27). Burada misal, insan zihnine erişmesi başka türlü mümkün olmayan temel bir mesajın kendisiyle iletildiği mecaz ve kıssaları ifade eder. Ancak hiçbir kıssa bilişsel içerikten yoksun olmadığı için bu, asıl önemli olan şeyi "hatırla- mamız" için akıl ve hayal gücüne yapılan bir çağrıdır. Kur'an'da karşımıza çıkan düşünce çizgisi, ne çeşitli olgu ve olayların toplamından ne de emir ve yasakların dökümünden ibarettir. Aksine bu, entelek tüel, ahlakî ve ruhi bir yolculuğa çıkmak için bize yapılan bir davettir. Bu yolculuk, tüm varlığımızı kapsar ve duyusal-rasyonel, maddi-manevî, bireysel-evrensel, doğal-kültürel gibi ikilikleri ortadan kaldırır. Kur'an'ın kendine özgü bir tarzda somutlaştır- dığı bütüncül düşünce biçimi, gerçekliğin birbirine bağlı ve çok katmanlı doğasını yansıtır. Bizi, varlığın birbirine nasıl bağlı olduğunu ve büyük varlık dairesinde bir şeyin bir başka şeye nasıl bağlandığını görmeye çağırır. Dolayısıyla Kur'an esasen ve yalnızca tasviri (descriptive) değil, aynı zamanda kural koyucudur (prescriptive). Kur'an, eşya ve hadiseleri olgu ya da ma- lumat olarak tanımlamaz; telkin edici kıssaları, çarpıcı benzetmeleri ve Tanrı'nın nasıl yarattığı ve tarihe nasıl müdahale ettiğiyle ilgili canlı tasvirleri, varlığı ve dün- yadaki yerimizi görme biçimimizi değiştirmeyi amaçlar. Beşeri vicdanlarımızı, gerekçelendirilmiş bir iman ve er- deme dayalı bir hayat sürebilecek şekilde dönüştürme- ye çalışır.16 Vicdan uyanıp varlığın hakikatini dikkate almaya başladığında, her şey yerli yerine oturur ve ak- lımız, düşüncemiz, duyu organlarımız, görme, duyma, algılamamız ve ahlakî yargılarımız birbiriyle uyumlu hâle gelmeye başlar. Akıl ve rasyonellik bütünsel düşün- ce ve ahlaki anlayışın bu geniş bağlamında ortaya çıkar. Akıl, kendi başına, hakikatin bir ilkesi ve zemini olmak- tan ziyade, dünyadaki varlığımızın ve gerçekliğe verdi- ğimiz beşerî cevabın geniş bağlamı içinde işlev görür. Varlığını beşerî olandan daha büyük bir şeye borç- lu olan akıl, Tanrı'yı "kuşatma" anlamında bilemez, zi- ra sınırlı bir varlık olarak sonsuzu ihata edemez. Tan- rı, deneysel olarak bilinemez, zira deneysel bilgi sınır, konum, ilişki, görelilik gibi Tanrı'ya uygulanamayan kavramlara bağlıdır. Tanrı, mutlak ve sonsuzun sezile -bileceği, idrak edilebileceği ve formel önerme, kavram ve metaforlarla temsil edilebileceği ölçüde, çıkarımsal ve sezgisel akılla bilinir. Aklın bundan daha fazlasını yapmasını beklemek kendi sınırlarını ihlal etmesini talep etmek demektir. Eğer akıl, gerçekliğin diğer bi- leşenleri gibi, varlık düzeninin tamamı değil de sade- ce bir parçasıysa, gerçekliğin bütününü asla tam ola- rak kuşatamaz. Ancak bu, onun önemini hiçbir şekilde azaltmaz. Her şeyi ihata eden mutlak gerçeklik yalnız- ca Tanrı'nın kendisidir. O, her şeyi kapsayan el-Mu- hit'tir. Dolayısıyla Kur'an şöyle demektedir: "Gözler O'nu idrak edemez ama O, [tüm] gözleri idrak eder. Latif [kullarına yumuşaklık, ihsan ve lütufla muame- le eden] ve Habir [her şeyden hakkıyla haberdar] olan O'dur." (En'âm, 6:103). Hakikatte mutlak ve sonsuz olan sadece Cenab-ı Haktır. O'nun dışındaki her şey ise sonlu ve geçicidir.
Sayfa 43 - 44,45,46Kitabı okudu
·
32 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.