Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

296 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
6 günde okudu
DUNE MESİHİ VE DUNE ARASINDAKİ FARKLAR: OLUMLU VE OLUMSUZ YANLARI
Dune Mesihi, aynı adlı Dune serisinin kitabının devamı. Dune kitabının sonunda, Paul Muad’Dib İmparator olmuştu. Bunun üzerinden tam 12 yıl geçmiş, Dune Mesihi kitabı da böyle başlıyor. Kitap daha kişisel, daha az aksiyona sahip bir geçiş kitabı gibi. Sanki ilk kitapla 3. kitap arasındaki boşluğu dolduruyormuş gibi hissettirdi. Arka kapağında Spider Robinson’ın ve Galaxy Magazine’in “Dune kadar etkileyici” ya da “Dune’da ki her şeye sahip, belki daha fazlasına” gibi ihtişamlı övgüleri beklenti yaratabilir, yaratmasın. Bu incelemenin devamında kitabın negatif yanlarından bahsederken aynı zamanda pozitif yanlarına da sıçrayabilirim, yani biraz daha akışgan bir inceleme olacak. İlk kitapla da sürekli karşılaştırma yapacağım, Dune Mesihi kitabındaki karakterlerden ve olaylardan da okumayan kişiler için sürpriz detaylar olabilir. Bu bir uyarıdır: İncelemenin devamında sürpriz kaçıran detaylar olabilir. Birincisi, Dune kitabı yan karakterleriyle çok fazla öne çıkan bir kitaptı. Özellikle Paul Muad’Dib olana kadar ki süreçte düşmanları Harkonenler ve İmparator’un Atredies hanedanlığına kurmuş oldukları komployu çok iyi anlatmıştı Frank Herbert. Yan karakterler belki çok derin karakterler değildi ancak yine de hepsinin önemli bir yeri vardı. Mesela Thufir Hawat; kitabın ilk kısmında Harkonenlerin mentatların doğası nedeniyle Thufir’in, Jessica’nın hain olacağını düşüneceklerini, İmparatorluk Koşullandırması almış bir doktorun (Yueh) ihanet edemeyeceğini düşüneceğinden dolayı Thufir’in de kafası karışacağından Yueh daha rahat bir şekilde ihanetini gerçekleştirebilecekti. Thufir'in ihanet gerçekleştikten sonra bile bir mentat olarak Lady Jessica'nın hain olduğunu düşünmesi, Baron Vladimir Harkonnen'in onu daha rahat manipüle etmesini sağlamış ve nefret ettiği düşmanının mentatı olmuştu. Başka örnekler vermem gerekirse Gurney Halleck ve Duncan Idaho. Gurney Halleck, Denis Villeneuve’un filmindeki gibi sadece Paul’un öğretmeni rolünde değil, aynı zamanda Atrediesler açısından da çok önemli, derin bir savaşçıydı. Kitabın içinde bulunan sağlam derslerin çoğunu onun balisetiyle çaldığı şarkılardan veya alıntılarından çıkarıyorduk. Duncan Idaho ise Paul’un Muad’dib olmadan önce Bene Gesseritlerin yüzlerce yıl boyunca yaydığı batıl inanç (Missionaria Protectiva) kadar etkisi olacak kadar Fremenler ile bağ kurmuş, Liet Kynes’ı ikna edebilmiş, Liet Kynes’ın yardımları sayesinde Paul, Fremenler ile bağ kurmuştur. Peki, Dune Mesihinde yan karakter yok mu? Hiç mi etkileyici karakterler yok? Hayır, var. Arka kapağında yazıldığı gibi Dune Mesihi, daha çok şey barındırmıyor olsa bile -ki ilk kitap kadar iyi işlenmemiş olsa da- ilk kitaptaki gibi bir komploya sahip. Bu komploda ise Bene Gesseritlerin Rahibe Anası, bir zamanlar İmparator Shaddam IV’un GerçeğiSöyleteni ve Paul Muad’Dib Caladan’dayken ona “Gomcebbar” testi yaptıran Gaius Helen Mohiam’ın önderliğinde, komploya katılıp katılmama konusunda kendisine pek güveni olmayan Prenses Irulan var. Ancak bunlar asıl ilgi çekici karakterler değil. Asıl ilgi çekici olan karakterler ilk kitapta da Mentatlardan bahsedilirken Bene Tleixlılar’ın sözü geçmişti. Bene Tleilax’lı bir Yüz Dansçısı olan Syctale, kesinlikle kitabın en ilgi çekici yan karakteri. Kitapta komplodaki amacının yanında gizli bir amacı olduğunu bildiğimiz tek karakter. Bir de Lonca Büklümgemicisi Edric var. Bu kişi, bir yaratık. İlk kitapta Paul babasına neden Arrakis’e gittiklerini sorduğunda, o konuşma sırasında Lonca Seyrüseferciler’in artık insan olmadığından dolayı mı yüzlerini saklıyorlar tarzı bir soru sormuştu babasına. Bu kitapta Edric’in tasviri ise garip. Bir insan olmadığı çok net. Edric, bir Lonca seyrüsefercisi olduğundan gelecekte yol alabiliyor ve bu sayede de Paul’un onları gelecek zaman dilimlerinde görmesini engelleyebiliyor. Komplodaki rolü, ilgi çekici. Ancak, Syctale kadar kitabın geri kalan kısmında iz bırakabilecek bir etkisi olmuyor. Birazcık Syctale’a ve onun Dune evrenine getirdiği yeniliklere bi bakalım: Syctale’in amacı, Paul Muad’Dib’i kendi ırklarının kontrolü altına alabilmek. İlk kitabın övdüğümüz yan karakterlerinden birisi olan Duncan Idaho, bir tankta bekletilerek, mentat ve zensünni felsefesine göre koşullandırılarak Hayt adını verdikleri bir gulama dönüşüyor. Bu gulam’ı da Edric, güya satın alıyorlarmış gibi bir komplo ile Paul Muad’Dib’e hediye ediyor. Syctale ve Bene Tleilax’lıların ilginç bir onur anlayışı var: Kurbanlarına kaçacak bir alan bırakıyorlar. Gulam, hem Paul Muad’Dib’i yıkıma götürecek olan araç, hem de aynı zamanda onun kaçış yolu. Yüz dansçılarının, cinsiyet özellikleri olmadığı, aynı anda iki cinsiyet özelliğini de barındırdığı belirtiliyor. Kitabın 1969 yılında basıldığını düşünürsek Frank Herbert aslında baya büyük bir risk alıyor, fakat bu iki cinsiyetli varlıkların kitabın görünürde kötü tarafında bulunuyor olmaları da onu bir nebze kurtaran detay olmuş olabilir. Yüz dansçılarının sadece öldürdüğü kişilerin yüzünü değil, aynı zamanda onun düşüncelerini, hareketlerini de öğreniyor ve buna Frank Herbert “empatiko” ismini koymuş. Aynı zamanda tabii ki de Yüz Dansçılarının, ele geçirdiği kişiyi iyi taklit etmeleri gerekiyor. Tanıdık geldi mi arkadaşlar? Taht Oyunları dizisini izlediyseniz veya kitaplarını okuduysanız Arya Stark’ın karakterini oluşturan Valar Morgulis hikayesini bilirsiniz. Frank Herbert’ın 1969’da yazdığı bu kitaptaki Yüz Dansçıları, kesinlikle George R.R Martin’e çok büyük bir ilham kaynağı oluşturmuş olacak ki birebir almış. George R.R Martin’in Dune’dan bahsettiğini çok görmedim, bir sürü kitaptan ilham aldığını söyleyerek yazdığı Ateş ve Buzun şarkısı serisindeki önemli karakterlerinden birisinin direkt Syctale gibi oluşunu okumamız ve izlememiz yeterince ilham verdiğini kanıtlıyor. “O bir bukalemun insandı, Yüz Dansçısıydı ve şimdiki görünüşü, diğerlerini onu hafife almaya itecek türdendi.” (syf.18) Dune Mesihi’nin, ilk kitaptan en büyük eksiklerinden ikincisi ise kadın karakterler. Evet, kadın karakter çok sığ bir şekilde ele alınmış bu kitapta. Varlıkları çocuk doğurmak. Chani, Irulan’a nazaran biraz daha iyi işlenmiş olsa da bir Bene Gesserit olan Irulan, çok sığ kalmış. Irulan’ın komplodaki rolü şu iki düzlem arasında gidip geliyor: Hamile kalırsa eğer komplocuların eline fırsat geçer, dolayısıyla İmparator Paul Muad’Dib, Irulan’ın istediği herkesle sevişebileceğini söylese de çocuk doğurmasını yasaklıyor, eğer emirlerine uymazsa da boğduracağını söylüyor. Chani ise bir yandan Irulan’ın hamile kalması gerektiğini, aksine; komplocuların eline koz geçmesini bırak onları Irulan hakkında şüpheye düşüreceğini söylüyor. Evet, karakter bundan ibaret. Kitabın senaryosu içerisinde tutarlı, ama yetersiz. Irulan’ın kendi planlarını da anlayamıyoruz. Zaten kitabın ilk kısmında bulunsa da Rahibe Anayla görüştükten hemen sonra kayboluyor. Irulan’ın hikayedeki yeri yeterliyse neden karakter olarak eksik olduğunu düşünüyorsun diye sorabilirsiniz, bunun sebebi ise Dune kitabında Lady Jessica gibi bir karakter okumuş olmam. İkisi de Bene Gesserit. Irulan’ın eli kolu biraz daha bağlı evet ama kitaptaki tek rolü doğurup doğurmaması olmamalıydı. Ha, Chani’nin sarayda çocuk doğurmasını, doğrusu hamile kalmasını engelleyen zehri de Irulan veriyor, ama bence hala sığ. Farkettiniz mi? Kurduğu komploda da başka bir kadının hamile kalmasını engellemesinden bahsediyorum. Yani, bence daha fazla amaç verilebilirdi kitaptaki kadın karakterlere. Dune Mesihi’nin 3. büyük eksikliği epik anların az olması. Evet, Dune çok büyük bir kitap. Sonunda da muhteşem bir aksiyon ile bitiyor. Çok epik anlar da var. Dune Mesihi ise daha kişisel; İmparator Paul Muad’Dib’in kendi içsel savaşını ele aldığından daha karakter merkezli. Bu, kitaba birazcık zarar veriyor çünkü denge korunamamış gibi hissettim. Paul’un içsel mücadelesini, kendisiyle savaşını, bu savaş sırasında sürekli bırakıp gitmek istediğini ama bıraksa da bırakmasa da isminin artık cihadın sembolü olacağını bildiğinden İmparatorluğu da kontrol altında tutmaya çalışan, gücün getirdiği yıkımın sembolü haline gelmiş bir adamın hikayesini okuyoruz. Bu yönden baktığınızda bir sıkıntı yok. Ama dediğim gibi önceki kitapla karşılaştırma yapacağımı söylemiştim. Kitabın tek merkezciliği, yan karakter eksiğini ortaya çıkardığı gibi ilk kitaptaki epikliği de alıp götürüyor. Dune kitabını okurken hissettiğiniz o susuzluk hissi, bu kitapta yok. Dune kitabını okurken resmen karşınızdaymış gibi görmüş olduğunuz o çöl tasviri, bu kitapta yok. Bu kitapta Leto’nun, Yueh’in ona taktığı sahte dişi kırıp az kalsın ezeli düşmanını da kendisi gibi öldüreceği ama kıl payı kaçan o epik sahneler yok. Solucan yok kitapta. Dune’u Dune yapan şeyler, biraz daha geri planda. Önde olan Paul. Bu da epik anları azaltıyor. Kitabın sonunda Paul’un birden kehanet gücünü kaybettikten sonra doğan oğlunun gözleriyle, geometrik olarak aklımı hayalimi durduran bir şekilde, beşikte, bebek bir çocuğun gözüyle görerek, kendi vücudu başka bir yerdeyken, bebeğin gözleriyle gördüğü açıyla mentat olmasının getirdiği bir avantajla çok hızlı bir hesaplama yaparak, kendisi o sahnede kör olmasına ve kehanet gücünü kaybetmesine rağmen oğlunun gözleriyle görerek Syctale’i öldürmesi… İşte, Dune Mesihi'nde, ilk kitabın epik anlarına yakın bir sahne bu. Dune Mesihi'ni okurken, maalesef bu epik anların eksikliğini hissediyorsunuz. Dune Mesihi, tüm bu eleştirilerime rağmen okuduğum en iyi politik-eleştiri kitaplarından birisi. Belki de en iyisi. Bir lidere komple güvenmemeliyiz. Bu liderin, kontrol edilemez güçlerinin bağnaz takipçileri tarafından, yaratabileceği kaos, Paul’u Dune kitabından beri korkutmakta, onun korkunç gayesi olarak karşımıza çıkmaktaydı. Dune Mesihi’nde Paul hala bu korkunç gayeyi kontrol altında tutmaya çalışırken, kendi özel güçleri ile mücadele ediyor. Geleceği görmesine rağmen, korkunç gayesi kontrolden çıkmasın diye kendi ölümüne doğru geleceği hiç bozmadan aynı çizgiden devam ediyor, kör oluyor ve günün sonunda da komployu kuranların hepsi kaybetse de sonuçta İmparator Paul Muad’Dib, Fremen Kanunları gerekçesiyle suyunu Şeyh Hulud’a veriyor. Başından sonuna kadar Paul’un kendisiyle olan mücadelesini okumak çok zevkliydi. Kitabın, istese de istemese de asıl kötü karakteri Paul Muad’Dib oluyor. Frank Herbert’in, din ve kanunlar üzerinden bir Mesih’in gücüne ve o gücün getireceği yıkıma karşı yaptığı bu sert eleştiri, hala güncelliğini koruyor. Allah aşkına, zaten şu alıntıları görüp türlü türlü ders çıkarabileceğimiz kaç tane kitap var? Doğrusu edebiyatı bu kadar iyi olan kaç tane bilim-kurgu kitabı var? Fazlaca vardır elbette, ancak bu kadar iyisi kaç tanedir? Kitabın olumlu yanlarından bahsederken, atomiklerin ne kadar önemli olduğu bu kitapta Taş Yakıcı cihazı sayesinde yeniden vurgulandı. Kitapta, ilk kitapta olmayan distrans kavramından da bahsediliyor. Yüz Dansçıları zaten başlı başına, artık bilim-kurgunun klişeleşmiş durumlarından birisi. James Cameron'ın Terminator filmlerinde bile etkisi var. Kitapta Gulam'ın koşullandırmasını aktifleştiren cüce Bijaz da komployu biraz daha ilginç hale getiren bir karakter. Bunlardan çok detaylı bir şekilde bahsetmedim ama yukarıda söylediklerimden başka neler söyleyebilirim ki zaten? Dune Mesihi kitabından, söylediklerimi destekleyecek nitelikte birkaç alıntı örneği vermek istedim: “Tanrılar ile insanları birbirinden ayıran hiçbir şey yoktur: Biri, diğerinin içine usulca karışabilir” (syf.16) “Buraya getirildin, çünkü Paul Atreides’in Muad’Dib’e dönüşürken insanlığının özünden bir parça yitirdiğini söylemeye cüret ettin” (syf:8) “Muad’Dib’in Vüzera misyonerleri dinsel savaşlarını, en şiddetli dönemi yalnızca on iki standart yıl süren bir cihat biçiminde uzayın dört bir yanına taşıdılar; ama bu süre içinde dinsel sömürgecilik, insanların yaşadığı evrenin ufak bir bölümü dışında tamamını tek bir hükümranlıkta toplamayı başardı.” (syf:14) “Bırak git, bırak git, bırak git, diye düşündü. Yanına sadece Chani’yi alıp kaçsa, oraya sığınsa ne olurdu? Ama şöhreti sürerdi. Cihat, çevresinde hareket edeceği yeni ve çok daha korkunç merkezler bulurdu. Üstelik bunun için de onu suçlarlardı. Birden korkuya kapıldı; yeni bir şeye uzanırken en değerli şeyleri elinden düşürmekten, çıkaracağı en hafif sesin bile evreni yıkıp parçalamasından, bu parçaların onun ulaşamayacağı kadar uzaklara dağılmasından korktu. (syf 75)” “Bütünleştirici bir sembol olmazsa, insanlar kendilerini yalnız hissediyorlar. Kendini yalnız hisseden insanlar için İmparator somut bir şey. Ona bakıp ‘Bakın, işte İmparator orada. O bizi birleştiriyor’ diyebiliyorlar. Belki din de aynı işlevi görüyordur lordum. (119)” “İstatistiklere göre: Yaklaşık altmış bir milyar insan öldürdüm, doksan gezegeni yakıp yıktım, beş yüz gezegenin halkını da tamamen sindirdim. Kırk kadim dine inananların hepsini öldürdüm… (syf 123)” Kitabın arka kapağında yazdığı gibi; Dune Mesihi, güneşten merhamet dilemeyen bir tanrının, insanlaşma mücadelesi.
Dune Mesihi
Dune MesihiFrank Herbert · İthaki Yayınları · 20216,2bin okunma
·
101 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.