Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

·
Puan vermedi
Schopenhauer’un felsefesi ‘Dünya benim tasarımımdır’sözüyle başlar. Çünkü ona göre zaman ve mekan bakımından kavranan dünyanın öznenin bir algılaması, tasarımı sonucu zihinde oluştuğunu söyler. Bununla ilişkili olarak evrenin kendi başına var olamayacağını ancak algılandığında var olabildiğini söyler. Bu fenomen dünyasının bir kaynağı ve dayandığı bir töz olması gerekir. Yani algılanabilir olan dünyanın bir başlangıcı, kökeni, dayandığı bir nokta olması gerekir. Schopenhauer bütün düşünce ve kavramlarımızın kaynağının duyumlarımız olduğunu söyler. Schopenhauer yeter neden ilkesinden bahseder fakat ben öncelikle bu kavramı Leipliz’e göre açıklamak istiyorum. Leipliz’e göre bu ilke ile bir şeyin neden başka şekilde değil de o şekilde meydana geldiğini açıklamaya çalışır. Matematiksel hakikatlerin analitik önermelerin yanı sıra varoluşsal hakikatler karşısında çelişmezlik ilkesi yeterli değildir. Bir olay meydana geldiğinde onun olması gibi olmaması da doğrudur, en azından mantıken yanlış denemez. Peki o olay neden o şekilde meydana gelmiştir. Bu soru neden sebep ilkesi ile açıklanır. Leiplez’e göre fizik bize nasılları söyler ama nedenleri ancak metafizik söyler. Bir olay nasıl meydana geldi, ona sebep olan faktör neydi…Leipliz bunu açıklayabilmek için fiziksel zorunluluktan(analitik mantık) metafiziksel zorunluluğa geçiş yapmamız gerektiğini söyler. Leipliz felsefesinde bu metafiziksel zorunluluk tanrıdır ve evrenin varlığı için Tanrı zorunluluktur. Özne yüklem ilişkisinde sonsuz sayıda doğru önermeden bahsedebiliriz ancak bir şeyin neden o şekilde değil de bu şekilde olduğunu açıklayabileceğimiz tek şey metafiziksel zorunluluk yani Tanrı’dır. Schopenhauer’a göre ise yeter neden ilkesi; Bir şeyin olması için onun öncesi ve sonrasında olan bir şeylerin olması gerekir ve bunlar birbiriyle ilişkilidir. Kısaca her şeyin bir sebebi, öncesi ve sonrası vardır. İrade meselesi ile ilgili olarak Schopenhauer, öznenin işlevinin yalnızca tasarımlamakta ve bilmek değil aynı zamanda öznenin bir pratik bir yanı olduğunu yani bilinçli olarak bir şeyleri isteyen eylemde bulunan ve iradesini kullanan türden bir olgu olduğunu söyler. Böylece öznenin yalnızca bir görünüş olmayıp aynı zamanda temeli ve tözü olan bir şey olduğunu söyler. Schopenhauer’in sanat kuramı idealar öğretisine dayanır. Bir resim ya da heykel doğada var olan bir şeyin taklidi değildir. Yani sanattaki biliş adım adım ilerleyen mantıksal bir düşüncenin değil sezginin sağladığı biliştir/bilgidir. İnsan iradesi yaşama ve var olma iradesidir. Bilinçli isteğin amacı bireyin istek ve dürtülerini doyuma ulaştırmaktır. Bilinçli irade tam olarak bencildir. İsteğin doyuma ulaşmasının sonucu mutluluktur. Ama ona göre mutluluğa ulaşılamaz. Mutluluğa ulaşılırsa irade ortadan kalkar. Mutluluk ulaşılması imkansız bir amaçtır ama insan onun peşinden koşturur durur. Aşkın Metafiziği Öncelikle belirtmek isterim ki aşağıdaki düşünceler Schopenhauer’a aittir. Aşk, cinsel roller ve cinsellik ile ilgili düşünceleri sizler tarafında ütopik veya saçma gelebilir. Zaten Schopenhauer aşkın metafiziksel boyuntundan bahsediyor. Schopenhauer insanın içgüdüsünü doğa ile özdeşleştirmiştir. Yazarın yaşamış olduğu dönemin pozitivist etkisi ve doğaya taparcasına onu ilah olarak gören ve anlamlandırmaya çalışılması bakımından yaklaşırsak insan içgüdülerinin kaynağı olarak doğayı görmesi şeklinde açıklayabiliriz. Bu sebepten ötürü doğa olarak yapılan benzetmede aslında insanın içgüdüsel olarak tutum ve davranışları kastedilir. Schopenhauer aşk meselesi ile ilgili en fazla uğraşan kişinin Platon olduğunu söylüyor ve Rousseau, Kant ve Spinoza’nın aşk ile ilgili görüşlerini yetersiz ve komik(Spinoza:’’Aşk, dış bir nedenin eşliğinde ortaya çıkan bir iç ürpertisidir.’’) bulduğu için düşüncelerinden yaralanabileceği ve ya da eleştirebileceği kimsenin olmadığını söyler. Schopenhauer insanın doğası gereği gelecek nesilleri oluşturma adına cinselliği bir araç olarak değerlendirir. İçsel bu dürtüyü doğa olarak betimler ve aşk, sevgi dediğimiz şeyleri doğanın insanların üremesine teşvik etme maksatlı bir oyunu olarak görür. Doğa kendi öz amacına ulaşmak için(yani insanın çoğalması) böyle bir hile kullanmak zorundadır. Karşı kişiye duyulan aşk ya da hayranlık ne kadar yüce bir olgu olarak görünürse görünsün asıl amaç çoğalmaktır ve esas olanın karşılıklı sevgiden ziyade sevilen kişiye sahip olmanın yani fiziki bir zevk duymanın ön planda yer alışından, aşkın doğanın çoğalmak adına bir oyunu olduğu düşünür. Schopenhauer’a göre sevdiğine sahip olmak sevildiğini bilmekten daha değerlidir. Kısaca kadın erkek bilmese de aşk dediğimiz şeyin amacı çocuk yapmaktır… Schopenhauer aşık olan erkek ve kadının tek bir varlık halinde birleşmek ve kaynaşmak istediğini bunu da çocuk yapmak olarak çözüme kavuşturmak istediklerini söyler. Aralarında soğukluk bulunan erkek ve kadının birlikteliğinden doğacak çocuğunda biçimsiz ve mutsuz ve çirkin bir varlık olarak ortaya çıkabileceğini söyler. Yani çocuğunuzun güzel olmasını istiyorsanız sevdiğiniz adamla veya kadınla çocuk yapın der. Schopenhauer’e göre erkek ve kadını birbirine yakınlaştıran şeyin yaşama iradesi olduğunu söyler. Çocuk iradesini ya da karakterini babasından, zekasını anasından, beden yapısını her ikisinden birden alır. Ama çoğu zaman, biçim bakımından babaya daha çok benzeyecek ve boy pos bakımından da anneye çekecektir der. Bir erkek ve bir kadın arasında çok sıkı dostluk ve içerisinde cinselliğin olmadığı bir ilişki bulunabilir. Bunun sebebi ise erkek ve kadının bir çocuk dünyaya getirmek için uygun iki aday olmamasından kaynaklanır. Yani karakter yoksunu bir erkek ve zeki olmayan bir kadın sıkı dost olabilirler fakat cinsel açıdan birleşmeye uygun iki aday değillerdir. Öte yandan eğilim ve düşünce bakımından düşman olduğunuz bir kişiyle dahi çocuk yapma hususunda tamamlayıcı iseniz aranızda aşk meydana gelebilir. Bunun sonucu bir evlilik meydana gelirse her iki taraf içinde ‘’Cehenneme Hoşgeldiniz!’’ diyebiliriz. Bir çocuğun dünyaya getirilmesi süreci anne ve babanın istek dolu bakışlarının karşılaşmasında, uzun uzun birbirlerine baktıkları anda başlar. Yani yeni varlığın ilk tohumları o anda atılmaya başlanır. Bu durum yalnızca insanlar için değil hayvanlar alemi içinde aynıdır. İnsanın davranışlarını belirleyen en önemli faktör onun menfaatine uyup uymamasıdır. Yani insan bencil bir varlıktır. Eşine karşı yapmış olduğu fedakarlıklar dahi aslında onu çok düşündüğünden değil türüne hizmet etmek adına çoğalma istencindendir. Burada ki bencillik aslında doğanın(içgüdünün) insana yapmış olduğu bir oyundur. Kişi kendi manevi ya da fiziki tatminini sağladığını sanırken aslında türünün devamı için hizmet etmek adına doğa tarafından yönlendirilir. İçgüdünün dışsal yansımasını en iyi biçimde hayvanlarda görürüz. Fakat insanlarda iç güdüleriyle hareket eder. Yalnızca yeni doğmuş bebeğin annesinin memesine uzanması ve emmesi değil hayat boyu davranışlarımızı içgüdülerimiz şekillendirir. İnsanların karmakarışık içgüdüleri vardır. Bu içgüdüsel davranışa bir örnek olarak cinsel içtepiyi gidermek adına yapmış olduğumuz partner seçimiyle dile gelir. Erkek ya da kadın yalnızca aşık olduğu kişiyle birlikte olmak istemez. Bu cinsel içtepiyi gideriş; kendinde ele alındığı zaman, yani bireyin duyduğu gereksinime dayanan duyusal bir haz alma gibi görüldüğü zaman, öteki bireyin çirkinliğinin de güzelliğinin de bu işle hiçbir ilintisi olmadığı söylenebilir. Yani burada karşımızdaki kişiyi özgür irade ile bizim seçtiğimizi düşünsekte aslında bütün mesele ortaya çıkarılacak yeni bir varlıkla yani çocukla ilgilidir. Kişi kendisinde olmayan şeyleri diğer insanda güzellik olarak algılamaya meyillidir. Bu sebepten zayıf ve sıska erkekler daha dolgun kadınları, sarışınlarda esmerleri daha güzel olarak görür. Peki karşımızdaki kişinin güzelliği bizim için neden önemlidir? Bu sorunun yanıtı ise şudur ki: Türün tipinin korunması ve devam ettirilmesi… Kişi yaşadığı hazzı arttırmak adına güzel olanı tercih ettiğini sanır ama burada yine doğanın bize oynadığı bir oyun devreye girer… Bu kısımda Yalanın İcadı isimli bir filmde geçen sahneden bahsetmek istiyorum. Dünyada yalan diye bir şeyin olmadığı ve herkesin herkese ne düşünüyorsa direkt olarak onu söylediği bir dünyada güzel bir kadın çirkin bir erkekle birlikte olmak istemez ve bunun sebebi sorulduğunda ise çocuklarının çirkin olmasını istemediğini söyler. İnsan her zaman içgüdülerinin peşinden gitmez ve bu durum bizi hayvandan ayıran en önemli özelliğimizdir. Çünkü insan irade sahibi bir varlıktır. Yani insan daha güzel birini bulduğu zaman kendini onun kollarına atmaz çünkü bu bir aldanıştır. İnsan bu aldanışın farkına varabilir. Schopenhauer hayvanların içgüdüsünün insanlarınkinden daha gelişmiş seviyede olduğunu söyler. Bunun sebebi de insanın zihnen daha gelişmiş olmasıdır der. Schopenhauer burada ego ve süperegonun, id üzerindeki kontrol mekanizması olması açısından olaya yaklaşmıştır. Bunun yanında kadında erkeğe göre daha fazla içgüdüye sahiptir fakat bu karşılaştırmalı durum içerisinde herhangi gelişmişlikle ilgili bir değerlendirme ya da gönderme yapılmamıştır. Kadındaki gangliyon (sinir hücresi grupları olarak) sisteminin erkektekine nazaran daha gelişkin olması hususu ile bu durum açıklanmıştır. Cinsel duygunun giderilmesi adına kişinin içgüdüsel olarak homoseksüelliğe yönelmesi hususunu bir hata olarak değerlendirir. Et sineği yumurtalarını çürümüş ete bırakması gerekirken tıpkı çürümüş et gibi kokan bir bitkinin çiçeğine bırakması nasıl hataysa kişinin cinsellik zevki tatminini gidermesi adına hemcinsine yönelmesi hususuda Schopenhauer’a göre hatadır. Burada Schopenhauer’un pozitivizmin maddeci yanından etkilendiğini ve piv dışındaki cinsel birliktelikleri(trans bireyler hariç olarak) kusur olarak görmesi pozitivizmin insanın ve doğanın anlamlandırılması, yorumlanması hususundaki eksikliği olarak görülebilir. Schopenhauer aşkta erkeğin yapısının vefasızlığa kadının yapısının ise vefalı bir davranışa eğilimli olduğunu söyler. Çünkü erkek cinsel tatmini sağladıktan sonra kadına karşı tutkusu azalırken kadın için bu durum tam tersidir. Bunun sebebi ise erkek bir yılda birçok kadını hamile bırakıp türün devamını sağlayabilirken, kadın bir yılda ancak bir kez doğum yapabilir. Bu sebepten kadın daha çok elindekine sahip çıkma ve yuvayı oluşturmaya eğilimliyken erkek ise cinsel birliktelik hususunda çeşitliliğe yatkındır. Burada günümüz şartlarında ve toplumsal açıdan ahlaki olarak değerlendiremeyeceğimiz bu hususa yönelik kılıfı yine pozitivizmde bulmuş ve bu hususu kültür, değer ve kişinin anlam dünyasından kopararak kanun gibi ele almıştır. Bu durum pozitivizm çerçevesinde eleştirilmeyi hak eden bir yaklaşımdır. Zaten Schopenhauer’un düşünceleri genel olarak pozitivizm temelli kanun niteliğinde ve insanın anlam dünyasını göz ardı eden bu sebepten dolayı yetersiz kalmış fikirlerdir. Onun bu düşüncelerini baz alarak şunları söyleyebiliriz ki; evlilik hayatında erkeğin sadakati yapaydır. Kadının kocasını aldatması hususu ise doğaya aykırıdır. Bu yüzden kadının erkeği aldatması, erkeğin kadını aldatması hususundan daha güç bağışlanan bir suçtur. Schopenhauer bir erkeğin kadında aradığı 3 temel şeyin olduğunu söyler. Bunlar yaş, sağlık ve beden yapısıdır. Bunların dışında tenin dolgunluğu, dişler vb. hususlarda oldukça etkilidir. Hepsinin sebebini tek tek açıklamayacağım fakat hepsinin tek bir amacı vardır sağlıklı nesiller dünyaya getirmek. İyi vücut yapısı düzgün bir iskelet yapısına, yaş doğurganlığı olduğu yaş hususuna, dişler beslenmeye, göğüslerin dolgunluğu bebeği beslemeye vs. gönderme yaptığı için insan farkında olmadan bunlar çerçevesinde bir kişiden etkilenir yani içgüdüleriyle sezer. Kadın ise erkeğin dış güzelliğinden çok onun gücünden ve cesaretinden etkilenir. Çünkü kadının amacı çocuğunun korunmasıdır. Kadının erkekte aradığı nitelikler çocuğuna veremeyeceği niteliklerdir. Bu sebepten dolayı kadınlar çirkin adamlara aşık olabilirler fakat maskülen davranışlar sergilemeyen bir erkekle hiçbir kadın birlikte olmak istemeyecektir. Kadınları büyüleyen şey özellikle irade, kuvvet, kararlılık ve cesarettir. Erkek ise kadının entelektüel yatkınlığından etkilenir. Schopenhauer bu noktaya kadar hep genel yargılarda bulunmuştur. Mutlak olan bu düşüncelerin yanında birde kişilere göre değişen göreli düşüncelerde önemlidir. İncelemenin kalan kısmında daha çok bu göreli düşünceler ve aşkın oluşumundan bahsedeceğim. Öncelikle kişiler kendilerinde olmayan ve talep ettikleri özellikleri ya da kendilerinde var olan kusurların olmadığı kişilere eğilim gösterirler. Bu sebepten dolayı iriyarı erkekler zayıf kadınları daha çok beğenirler. Bunun tam terside doğrudur. Burada doğanın amacı iki iri yarı insanın beraberliği sonucunda olacak çocukların aşırı iriyarı olması ve bu soyun devamı hususunda sorun çıkması dolayısıyla doğa bu durumu istemez. Schopenhauer’un zevkle okuduğum düşünceleri artık bu nokta ile abartıya kaçmaya başlıyor bence. Zina meselesi ile ilgili olarakta; eğer iki insan kendilerini birbirlerine ait hissediyorlarsa, önelerinde koca anne-baba gibi her ne engel olursa olsun onlar birbirlerine aittirler. Bu aidiyeti sağlayan ise doğadır. Schopenhauer aşk evlenmelerini içgüdüsel bir aldanış(kuruntu) olarak değerlendirir. Çünkü aşk dediğimiz şey neslin devamı yani cinsellik için doğanın insana oynamış olduğu bir oyundur. Cinsel açıdan tatmine ulaşılınca aşkın alevi azalır ve çiftler artık birbirlerinin kusurlarını görmeye başlarlar. Bu yüzden aşk evliliklerinin çoğu hüsran ve ayrılıkla sonuçlanır. Diğer açıdan mantık evlilikleri daha gerçekçidir. Kişi rahat bir hayat sürmek adına ne istediğini bilir ve buna yönelik tercihini yapar. Bu noktada aşk evlilikleri neslin devamı için bir fedakarlıkken, mantık evlilikleri daha bireycidir. Hayatın acıları ile ilgili olarak Schopenhauer’un düşüncelerine değinmek istiyorum. Dünya da acı olmasaydı varlığımızın hiçbir nedene dayanmadığını söyleyebilirdik. Çekilen her acının en büyük tesellisi ise daha fazla acı çeken insanları görmemiz ve o halde olmadığımıza içten bir sevinmemizdir. Alt tabaka insanların acısı sefalettir, seçkinlerin acısı ise can sıkıntısıdır. ‘’Şu dünyayı Tanrı yarattıysa, onun yerinde olmak istemem doğrusu. Çünkü, dünyanın sefaleti yüreğimi parçalar.’’ Cemal Süreya ise bu durumu şu sözlerle dile getiriyor. ‘’Tanrım siz şu uzun Anadolu’yu çocukluk günlerinizde mi yarattınız?’’(Keşke Yalnız Bunun İçin Sevseydim Seni şiirinden) Yaşamak istemektir, istemek ise acı çekmektir. O halde hayatın tümü özü bakımından acı çekmektir diyor Schopenhauer. Devamlılık bireylerin değil insanlığın bir özelliğidir. İnsanlar, hayvanlar her şey ölür. Bu ölüm türün özelliklerinden bir şey kaybetmesi anlamına gelmez. Bir köpek ölür ve dışarıya çıktığımızda başka bir köpek görürüz. Köpeğe atfettiğimiz anlam bir köpeğin ölümüyle yok olmaz. Ölümün yok ettiği şey bilincimizin güçsüzlüğünün, ancak zaman içinde algılayabildiği biçimi ve gölgesidir. Schopenhauer Ahlak felsefesi ile ilgili olarak bu hususta yazılanların ahlaklı nesiller oluşturma adına yapılan bir faaliyet olmadığını söyler. İnsan davranışlarının 3 temel kaynağı vardır. Bunlar bencillik, kötü ruhluluk ve acımadır. Bencillik kendi iyiliğinden başka bir şey düşünmez ve sınırsızdır. Öylesine tiksindiricidir ki onu saklamak için nezaket dediğimiz şeyi icat etmişizdir. Yeni biriyle tanıştığımızda ilk önce o kişiden bir menfaatimiz olup olmayacağına bakarız der. Ayrıca bencillik sınırsızdır. İnsanın tek mutlak isteği vardır. Acıdan kaçmak ve hazza ulaşmak… Acıma vicdanın ve insanlığın bir özelliğidir. Acıma duygusu olmayan kişiye insan bile denmez diyor Schopenhauer.
Aşkın Metafiziği
Aşkın Metafiziği
Aşkın Metafiziği
Aşkın MetafiziğiArthur Schopenhauer · Yapı Kredi Yayınları · 201913,2bin okunma
·
293 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.