KÖTÜ BİR YÜREKKötülük, nefret, intikam. Bu kelimeleri ortalama bir buçuk saniyede okuduk. Peki ya bu
kelimeleri sayfalar dolusu bir romanda yaşarsak?
Brontë kardeşler yazmaya çok erken yaşlarda başlamışlardır. Fakat Viktorya Dönemi’nde
kadın yazarlara olan önyargıdan dolayı geri planda kalmışlardır. Bu yüzden gerçek
isimlerinin baş harflerini kullanarak hem erkek hem de kadın ismi olarak kullanılan mahlaslar
kullanmışlardır. Brontë kardeşlerin kitapları bugün İngiliz edebiyatının klasikleri arasında yer
alıyor. Brontë kardeşlerden Emily Brontë, 1847’de tek romanı olan Uğultulu Tepeler’i
yayımlamıştır. Kitabın ismi bile içimizi ürpertiyor. Bizi daha da ürpertecek olan, bu kitabı
konuşmamızı sağlayan Heathcliff karakteri üzerinden devam edelim.
Heathcliff karakteri bize sevginin en tehlikeli halini anlatıyor. Sevginin acımasız yüzünü,
sevgiden doğabilecek tüm kötülükleri, sevgi kadar masum bir duygunun bazen ne kadar kötü
bir insan yaratabileceğini gösteriyor. Bu kötülüğün doğuşu, altı yaşlarında çingene gibi esmer
bir erkek çocuğunun Uğultulu Tepeler adı verilen yere ev sahibi Earnshaw tarafından evlat
edinilip evin kızı Catherine ile aralarında oluşan tutkuya dayanıyor. Bu tutku onlar
büyüdükçe daha da büyüdü ve Heathcliff tarafından durdurulamaz derecede korkunç bir hal
aldı. Bazı sorular var ki: Kötülük bir seçim midir yoksa Heathcliff’i kötü bir insan yapmış
olabilirler mi? Özellikle Catherine, Heathcliff’in sevgisinin doruklarını görmek yerine onun
nefretini görmeyi kendisi tercih etmiş olabilir mi? Kötülüğün karşısında cevabımız kötülük
mü olmalı yoksa iyi kalabilmek midir mesele? Heathcliff’in kötülüğünün hatta kötülüklerinin
iyimser kılınacak hiçbir yanı yok elbette. Yine de bu kadar kötü bir portrenin nedenlerini
kitap boyunca sorguluyorsunuz. Heathcliff öyle kötü bir profil çiziyor ki kafamızda aksini
düşünmek, onu iyi bir eylemde bulunurken hayal etmek çok güç.
Bütün güzel duygularını içinden söküp atmış bir insan. Heathcliff’in kötülüğe olan açlığı hiç
dinmedi. İçinde öyle bir intikam açlığı vardı ki doyumsuzlaştı. Sevdiği kadının ölümü
karşısında bile canlanmayan duygularına şahit olduğumda tüm umutlarımı yitirmiştim. Bir
karakter düşünün ki işte, hiç umut yok. Her şey sevgisi yüzünden. Sevgi kadar güzel bir
duygu onu dünyalar kadar kötü bir insan yaptı. İntikam arzusu ondan kocaman bir kötülük
yarattı. Nefreti onu geri dönülmesi imkansız yollara soktu. Sevgi ne garip bir şeymiş değil
mi? Bize cenneti de cehennemi de yaşatabiliyor.
Bu hastalıklı duyguyu yazarımız Emily Brontë iliklerimize öyle güzel işlemiş ki üzerimizde
bıraktığı o kasvetli havayı atlatması bile güç. Karşımdaki kötü yüreğin sonunu görmek için
kitaba esir oldum ama ölürken bile mutlu oluşu beni oldukça sinirlendirdi. En azından bu
kadar kötülüğe karşı kötü bir son bekliyordum ama yine Heathcliff’e göre kendisi kazandı ve
mutlu çekip gitti. Heathcliff herkese kızgın, en çok sevdiği kadına biz ise ona kızgın
sonlandırıyoruz kitabı. Kötülüğe en güzel hareketle karşılık vermemiz gerektiğini
unutmayalım. "Utan , utan, Heathcliff! Kötüleri cezalandırmak Tanrı'nın işi; bizler
bağışlamayı öğrenmeliyiz."