Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

96 syf.
9/10 puan verdi
daha uzunu gelene kadar en uzunu:
Talebesi Platon tarafından idamından sonra kaleme alınmış. Benim okuduğum baskı Say Yayınlarına ait ve içerisinde Ahmet Cevizci tarafından hazırlanmış 2 bölüm daha var Savunma’dan başka. Bu bölümlerden birinde Platon’un hayatı ve eserleri ayrıntılı bir şekilde ele alınmış, diğerinde ise Savunma’nın kendisi öncesi ve sonrasıyla, hatta Antik Yunan’daki hukuk sistemiyle beraber ayrıntılı ve açıklayıcı bir biçimde incelenmiş. Öncelikle bu 2 bölüm hakkında konuşacak daha sonra Savunma’nın kendisine geçeceğim inşallah. Önce kitapta da olduğu gibi Platon’u ele alalım: Platon Sokrates’in öğrencisi ve felsefede yazılı geleneği başlatan düşünürdür. Felsefe tarihinde ilklerin temsilcisidir. En eski yazılı eser olarak onun eserlerine ulaşırız. Önceki doğa filozoflarının eserleri günümüze tam ulaşamamış ancak Peri Phusis denen doğa üzerine olan denemelerinin bazı fragmanları kalabilmiştir. Platon’un yazılı geleneği başlatan filozof olmasına karşın hocası Sokrates zihni tembelleştirdiğine inandığı için düşüncelerini kaleme almamıştır ve kendisi hakkında bildiğimiz neredeyse her şey Platon ve diyalogları vasıtasıyla elimize ulaşmıştır. Platon’un ayrıca felsefeyi, felsefi araştırmayı, felsefe eğitimini kurumsallaştıran ilk düşünür olduğunu da söyleyebiliriz. Kendisi Akademi’yi (Academia) kurmuştur. İlk büyük sistem kurucu kabul edilir, alt disiplinleri de kapsayan dev bir sistem inşa etmiştir. Hocası Sokrates ve kendisiyle beraber felsefede yeni bir dönem başlamıştır. Felsefe tarihi Sokrates öncesi ve sonrası olarak ikiye ayrılır. Presokratik (Sokrates öncesi) dönemdeki doğa filozofları “doğa” yı keşfederken onlar “psukhe” yi keşfetmiş, sosyal felsefe ile ilgilenmişlerdir. Konuları, dertleri insandır. Etik, siyaset vb. alt dallara eğilmişlerdir. Kelime olarak geçmişken “psukhe” teriminin de anlamını verelim: Psukhe Yunan felsefesinde ruh, zihin, soluk, nefes, tin ve yaşam anlamlarına gelen bir terimdir. Platon, Sokrates’in idamından sonra Atina’dan uzaklaşmak ister ve güneye doğru seyahat etmeye başlar. Mısır’a ve İtalya’ya gider bu sırada. Ve bu gezisi ileriki dönemlerdeki felsefesini etkiler. Özellikle Pythagorasçılardan epey etkilendiğini söyleyebiliriz. Ayrıca Platon hocasıyla tanışmadan önce bazı şiirler, tragedyalar kaleme almış fakat Sokrates’le tanıştıktan sonra bunları gereksiz görerek yakmış. Biraz alakasız olacak ama benzer bir şeyi geçtiğimiz asırda yaşamış ve Mısır’da “İhvan-ı Müslimîn”i kurmuş olan Hasan el-Benna’da da görüyoruz. O da kendini adayacağı ciddi fikirlerle haşır neşir olmadan önce bazı şiirler ve edebi metinler kaleme almış fakat yıllar geçtikçe bunları gereksiz ve malayani görerek yazdıklarını yakmış. Hasan el-Benna’nın hayatında okuduğumda ilginç gelen bir meseleydi. Platon’un hayatında da böyle bir şeyle karşılaşınca epey şaşırdım açıkçası. Tekrar Platon’a dönelim. Peki Platon demokrasi hakkında ne düşünüyordu? “Platon’a göre demokrasi, Atina’da sadece câhilin hatalı yönetme hakkı anlamına geliyordu.” Yani Platon, demokrasiyi eşit kadar eşitsize de bir türlü eşitlik veren bir yönetim olarak görmektedir. Platon Atina dışında gezdiği dönemde bir şekilde esir düşüyor ve köle hayatı yaşıyor. Dostları onun özgürlük bedeli olan fidyeyi ödedikten sonra özgürlüğüne kavuşabiliyor. Zaman sonra fidyesini ödeyen dostuna borcunu ödemek istediğinde dostu bu teklifi kabul etmiyor ve Platon nihâyetinde bu parayla Akademi’yi kuruyor. Akademi’de felsefe, geometri ve matematik üzerinden ilerliyor ve hatta Platon Akademi’nin kapısına “Geometri bilmeyen giremez.” yazdırıyor. Son olarak eserlerinden bahsedip Platon defterini şimdilik kapatalım: Eserleri diyalog tarzında yazılmıştır. Sebebi Akademi’de olmayanlar için dili basitleştirmektir. Ve bir sebebi daha varsa bu da Sokrates’ten kalan öğretme tekniği, “Sokratik ironi”dir. Peki “Sokratik ironi” nedir? Sokratik ironi, Sokratik öğretim yönteminde kullanılan bir tekniktir. Birisi sözcükleriyle çelişen bir mesaj içeren bir şey söylediğinde ironi kullanılır. Sokratik ironi durumunda, Sokrates öğrencilerinin bilge olduğunu düşünebiliyormuş gibi davranabilir ya da cevabı bilmediğini iddia ederek kendi zekasını yadsıyabilir. Görüyoruz ki bu teknikte Sokrates kendi düşünce geliştirme sürecine karşısındaki muhatabını da dahil eder ve karşısındakini de konuşturarak canlı bir diyalog oluşturur. Platon’un yaptığı ise bu tekniğin yazılı metinde kullanılmasından başka bir şey değildir. Kocaman bir Ortaçağ dönemi boyunca Platon’un diyalogları Batı’da ortadan kayboldular ve bu dönemde diyaloglar İslâm dünyasına geçti. Müslüman âlimler bu diyalogları hem tercüme ettiler hem de orijinal Grekçesini korudular. Böylece Ortaçağ sonrasında Batı’da tekrar kullanılabildiler. Ve Rönesans’la birlikte diyaloglar Batı’da tekrar ortaya çıktı. Felsefeciler Platon’un diyaloglarını 3 temel döneme ayırmışlar: Gençlik, Olgunlaşma ve Yaşlılık. Bu üç dönem arasına da 2 geçiş dönemi yerleştirmişler. Gençlik Dönemi: Bu dönemin eserleri Sokratik diyaloglar olarak geçer. Esas olarak ahlâki problemleri ele alır. Özde erdemler ve erdem tanımları üzerinde yoğunlaşır. Bu diyaloglar çözümsüzlükle sonuçlanan aporetik diyaloglardır. Peki “aporetik diyalog” nedir? Platon’un sokratik diyaloglar da denen ilk diyaloglarının yapısal özelliğine vurgu yapılarak farklı bir şekilde adlandırılmalarıdır. Aporetik, aporia’dan gelir. Sokratik diyalogların genel bir özellik olarak olumsuz bir sonuçla bittiği görülür: Yanlış ve yetersiz tanımlar çürütülünce diyalog da sona erer. Burada araştırmada bir çıkmazla yani “aporia” ile karşılaşılmış, böylece de ele alınan sorunun doğru yanıtı bulunamamıştır. Bu yüzden platonun ilk dönem diyaloglarına aporetik diyaloglar da denir, yani çözümsüz diyaloglar. Bu dönemin eserleri içerisinde Sokrates’in biyografi üçlemesi olarak tasnif edilen 3 diyalog vardır: Euthyphron, Savunma ve Kriton. Euthypron mahkeme öncesi Sokrates’i anlatır; Savunma Sokrates’in mahkeme anındaki savunmasını, çıkan kararı ve vasiyeti diyebileceğimiz sözlerini içerir; Kriton ise mahkeme sonrası idamı bekleyen Sokretes porteresini çizer bizler için. 1. Geçiş Dönemi: Platon artık Sokrates’in görüşlerini aktarmakla yetinmeyip kendi görüşlerini oluşturma yoluna girmiş olmasını gözler önüne serer. Pythagorasçı felsefeden etkilendiği belli olan görüşleri ortaya çıkmaya başlar. Olgunlaşma Dönemi: Bu dönemin diyaloglarının en temel özelliği artık tam olarak şekillenmiş Platon’a ait bir sistemin bulunmasıdır. Bu sistemin merkezinde ise “İdealar Kuramı” yer alır. Burada ilk dönem eserlerinde olduğu gibi yine Sokrates baş konuşmacıdır. Ve bu eserleri yazdığı sıralarda ilgisinin teknik anlamda daha soyut ve felsefi konulara kaydığı görülür. İdealar Kuramı, dedik. Peki İdelar Kuramı nedir? Platon’a göre varlıklar iki formda vardırlar; duyularla algılanabilen form ve duyularla algılanan bu formun esas özü olan duyularla algılanamayıp duyu dünyasının ötesinde ve bundan bağımsız bir şekilde düşünsel yolla bulunan idea formudur. İşte bu form herhangi bir varlığın gerçekte olan şeklidir. Örneğin; kalem dediğimizde aklımıza gelen pek çok çeşit kalem vardır. Kurşun, dolma, tükenmez vb. Fakat temelde düşünsel olarak beliren bir kalem fikri mevcuttur aklımızda ve tüm kalem çeşitlerinin bu fikre uyması gerekmektedir, işte bu fikir kalemin ideasıdır. Böylece zamana ve mekana bağlı kalmaksızın bir idealar dünyasından bahsedebiliriz. İdeler ayrıca mükemmel varlıklardır. Güzel herkeste ve her şeyde bir parça bulunmakla beraber güzelin kendisi tüm bunların üstündedir ve mükemmeldir. Bu sebeple Platon Timaios adlı diyalogunda şöyle der: “Oysa her şeyden daha üstün olacak olan şeyin, aynı zamanda en güzel şey olmaması ihtimali yoktu. 2. Geçiş Dönemi: İdealar Kuramına eleştirel bir gözle bakmaya başlar. Yaşlılık Dönemi: Bu diyaloglarda ana Platonik öğreti, geçiş dönemi eleştirilerinin ardından nihâi şekliyle sunulur. Siyaset teorisi bu dönemde biraz daha ortaya çıkar. Sokrates’in rolü azalır; sadece iki diyalogda baş konuşmacıdır, Yasalar diyalogunda ise hiç konuşmaz. Yine son dönem diyaloglarında sonradan zoraki bir biçimde diyaloga dönüştürülmüş olduğu sanılan uzun sunum ya da serimlerin belirleyici olmaya başladığı deneme formu ağır basar. Biraz da Savunma incelemesinde edindiğimiz bilgileri konuşalım: Anytos önderliğinde Meletos tarafından hazırlanan iddianâmede suçlamalar, esas itibariyle dini temele dayandırılmıştır. Ayrıca bu savunma sadece suçlamalara yönelik bir müdafaa değil koca bir hayatın savunması niteliği taşır. Antik Yunan’da jüri en az 200 kişiden oluşur, 2500 kişiye vardığı da olurdu. Jürinin beşte birinden azı mahkûmiyet yönünde oy verirse suçlayıcılar ceza ödemek durumunda kalırdı. Avukat yoktu fakat davalıya yardım imkanı sağlanır, savunma metni hazırlamasına yardımcı olacak birileri tahsis edilirdi. Mahkemeler 1 günde biter, 1 günden uzun mahkeme sürmezdi. Yunan hukuku bazen suçlayan kişinin talep ettiği ceza ile suçlunun kendisi için önerdiği ceza arasında seçim yapardı. Savunma’nın ayrıca Ksenophanes tarafından yazılmış başka bir versiyonu daha vardır fakat Platon’unkinin daha güvenilir olduğu söylenir. Platon mahkemede fiilen bulunmuştur. Sokrates’e yöneltilen 3 temel suçlama vardır: 1- kentin tanrılarına inanmamak, 2- yeni tanrılar icad etmek ve 3- gençleri yoldan çıkarmak. Bu suçlamalar Peygamberlere ve yeni bir düzenin müjdecisi olan/olmaya çabalayan insanlara yöneltilen en temel suçlamalardır. Cemil Meriç şöyle der: “Yeni bir hakikatin, yeni bir düzenin müjdecisi olmak isteyen, bir kelimeyle söyleyecek sözü olan herkes suç işlemek zorundadır.” Ve bu çeşit bir suç işleyen toplumun nefretini kazanır. Sokrates de böylesi bir suç işlemiştir ve farkındadır, kendisini savunurken şunları söyler: “Eğer bir şeyler beni öldürecekse, bu Meletos ve Anytos değil, çoğu insanın bana duyduğu nefret ve kıskançlık duyguları olacaktır. Bu duygular çok sayıda masum insanı öldürdü, bundan sonra da öldürmeye devam edecek. Benimle birlikte kötülükler sona ermeyecek.” Savunma’da ayrıca 3 temel savunu bulunur: 1- insanların nefretiyle oluşan genel suçlamalara karşı, 2- az önce saydığımız 3 temel suçlamaya karşı ve 3- Sokrates’in bütün bir hayatının savunması. Artık esas metni ele almaya başlayalım: Sokrates süslü cümlelerden ziyâde hakikatli sözlerle kendisini savunacağını açıklamakla başlıyor işe ve kendisinin aslında abartıldığı gibi gökyüzündekilerden haberdar olmadığını söylüyor. Bizde bir laf var: Şeyh uçmaz mürid uçurur. Sokrates’i seven gençler de Sokrates’i benzer bir duruma sokmuş anlaşılan. Ve Sokrates “insanlar gibi yiyip içen, çarşıda/pazarda dolaşan” bir adam olduğunu belirtmek durumunda kalmış. Ardından genel suçlamaları cevaplamaya girişmiş. “savunmamı yaparken, söylediklerime yanıt verecek birisi olmadığından gölgelere karşı, görünmez düşmanlara karşı kendimi savunacağım.” “Eğer birisi benim kendisini eğittiğimi ve bunun için para istediğimi söylüyorsa, bunun yalan olduğunu bilin.” Bu cümle pek çok ayette Peygamberler tarafından söylenen bir cümleyi hatırlatıyor: “Ben sizden hiçbir ücret istemiyorum.” Öyleyse anladık ki hakikatin söylevini verenler paraya tamah etmezlermiş. Savunma’da görüyoruz ki Sokrates bilgiyle olan muhataplık durumlarını 3 gruba ayırıyor: 1-bilmediğini dahi bilmeyenlerin muhataplığı, 2- bilmeyen ve bilmediğinin idrakinde olanların muhataplığı ve 3- gerçekten hakiki manasıyla bilen, bilginin özünü kavrayanların muhataplığı. Birincisini cahillik, ikincisini beşeri bilgelik üçüncüsünü ise ilahi bilgelik olarak niteliyor. İlk ikisinin insanda vücut bulup mevcud olabileceğini söylerken üçüncüsünün insanüstü bir bilgelik olduğunu belirtiyor. Kendisinde böyle bir bilgeliğin olmadığını, olduğunu söyleyen kişininse yalancı ve iftiracıdan başkası olamayacağını da defaatle vurguluyor. Kendisindeki bilgeliğe bir delil olarak Delphoi kahininin kendisi hakkındaki kehanetini öne sürüyor. Bir Atinalı bir gün Delphoi tapınağına gidip en bilge insanın kim olduğunu soruyor, Delphoi kahini ona en bilge insanın Sokrates olduğunu söylüyor. Sokrates bunu ilk duyduğunda bunun bir yalan hiç olmazsa bir yanlışlık olması gerektiğini düşünüyor ve böyle olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Bir yandanda kendisine şöyle telkinde bulunuyor: “Tanrı yalan söylemez, böyle bir şey tanrı için doğru olamaz.” Fakat kendisinin en bilge kişi olduğuna da inanmamaktadır. Öyleyse bunu kanıtlamalıdır. Bu sebeple bilgeliğiyle ün kazanmış birinin yanına gider ve onu bir süre inceler. Onun hakkında kuracağı cümleler şunlar olacaktır: “Benim bu adamdan daha bilge olduğum kesin. Çünkü ikimizin de kendimizle övünebileceğimiz bir bilgimiz yok. Ancak o bilmediği şeyleri bildiğini sanırken, ben bilmediğimin farkındayım. Bu nedenle ben bilmediğimi bilmek noktasında biraz daha fazla bilge görünüyorum.” İşte tam da bu nokta Sokrates’in kendisine görev edindiği idealin başlangıcıdır, felsefesinin başladığı yer. Delphoi tanrısının kehanetinden çıkardığı sonuç ona yaşama sebebini sunar. Elindeki bu hayatla ne yapacağını o an fark eder ve der ki: Tanrı beni insanlara bilmediklerini göstermem için gönderdi. İnsanlar gerçek anlamda bilemezler, çünkü “sadece tanrı gerçek anlamda bilgedir.” Ve Atina’da bilge olduğunu iddia eden her kim varsa yanına gider, onu incelemeye, yanına gidip sorular sormaya başlar. Bu iş onun tüm zamanını kapsar, devlet işleriyle ya da özel işleriyle ilgilenemez olur. Yaptıklarıyla haliyle zengin ve iktidar sahipleri başta olmak üzere Atinalıların nefretini üzerine çeker. Gençlerinse bu durum hoşuna gider ve Sokrates’in etrafında toplanmaya başlarlar. Hal böyle olunca da Sokrates özellikle bu gençlerin aileleri tarafından nefret oklarının hedefi olur. İşte tüm bu suçlamaların temel nedeni budur. Kulaklarımızı Sokrates’e çevirelim şimdi ve bize şairlerden ve zanaatkarlardan bahsetsin biraz: “Şairlere şiirlerini yazdıran şey, kendi bilgileri değil, sadece kutsal mesajların ne anlama geldiğini bilmeyen kahin ve aktarıcılarda gördüğümüz türden bir içgüdü ya da ilahi esindir.” “Ayrıca şairler birçok konuda her şeyi çok iyi bildiklerini sandıklarından dolayı, daha da derin bir cahillik içindeler.” Kur’ân’da da şairlere benzer suçlamalar, eleştiriler yöneltilir şuarâ sûresinde. “En son, ustalara gittim; çünkü kendim bir şey bilmediğimin farkında olduğum gibi, onların da hem çok, hem de iyi şeyler bildiklerinden emindim. Bu kez aldanmamışım; onlar benim bilmediğim birçok şeyleri gerçekten biliyorlardı ve bunda hiç kuşkusuz benden daha bilgindiler. Ama Atinalılar, gördüm ki iyi ustalarda da ozanlardaki özür var; kendi işlerinin eri oldukları için en yüksek şeylerden de anladıklarını sanıyorlar, böyle sandıkları için de asıl bilgileri gölgede kalıyor; o kadar ki Tanrının sözüne geldim, onlar gibi bilgin, onlar gibi de bilgisiz olmaktansa, bilgilerini de, bilgisizliklerini de edinmeyip “Olduğum gibi kalmak daha iyi değil mi?” diye düşündüm; gerek kendime, gerek Tanrı sözüne yanıt vererek, benim için olduğum gibi kalmak daha iyi dedim.” Bu sırada mahkemenin 1 gün sürecek olmasından muzdarip olduğunu görürüz: “kafanızda çok uzun zamandan beri oluşan kötü düşünceleri bu kadar kısa zamanda atmayı başarırsam buna çok şaşırırım.” Ve resmi 3 suçlamayı cevaplamak adına Meletos’a döner, ona bazı sorular sorar, nihayetinde Meletos’u suçlar: “Çünkü daha önceden hiç düşünmediği konularda, sözde dert ve üzüntülerini paylaşıp insanları mahkemelere getirdiği ve çok ciddi şeyleri küçümseyerek insanlarla eğlendiği içi suçlu Meletos’tur.” “Anytos ile sen, ne derseniz deyin, gençleri yalnızca bir kişinin yanlış yola sürüklediği, ondan başka herkesin daha iyi kıldığı doğru olsaydı, bu onlar için gerçekten eşsiz bir mutluluk olurdu. Ama hayır, Meletos, gençler üzerinde hiç kafa yormadığını yeterince gösterdin; senin kayıtsızlığın, başıma açtığın işleri hiç umursamamış olmandan da açıkça anlaşılıyor.” “– Peki, gençleri doğru yoldan çıkarıyor, kötülüğe götürüyor diye beni suçluyorsun; sence ben bu suçu bilerek mi, bilmeyerek mi işliyorum? – Bilerek, diyorum. Demek ki, Meletos, iyilerin, yanlarındakilere iyilik, kötülerin ise kötülük ettikleri, şu genç yaşında senin yüksek zekânca bilinen bir gerçek olduğu halde, ben bu yaşımda, birlikte yaşamak zorunda olduğum bir kimseyi doğru yoldan ayırırsam, ondan bana zarar geleceğini bilmeyecek kadar karanlık ve bilgisizlik içindeyim; hem de bunu, savına göre, bile bile yapıyorum. Meletos, buna ne beni inandırabilirsin, ne de başkalarını. Öyleyse ya ben onları doğru yoldan çıkarmıyorum yahut da çıkarıyorsam, bunu bilmeyerek yapıyorum; her iki halde de yalan söylüyorsun. Bundan başka, işlediğim suç bilmeyerek işlenmişse, yasa onu suç saymaz; beni bir yana çekerek ayrıca anımsatman ve öğüt vermen gerekirdi; çünkü öğütle, bilmeyerek işlediğim suçu herhalde işlemekten vazgeçerdim: oysa sen benimle konuşmaktan, bana öğretmekten kaçındın; bunu istemedin; beni mahkemeye, yasanın, aydınlatılması gerekenleri değil, cezalandırılması gerekenleri gönderdiği mahkemeye sürükledin.” Tanrılara inanmadığı suçlamasını da yine Meletos’a sorular sorarak çürütür ve sonunda Meletos için şöyle der: “Sanki şöyle diyor gibi: Sokrates hem tanrılara inandığı hem de inanmadığı için suçludur.” “Sence insanların yaptıklarına inanıp insanların kendisine inanmayan birisi var mıdır?” “Eğer ilahi güçlerin varlığına inanıyorsam zaten tanrılara da inanmam gerekir.” @filminanatomisi isimli bir hesap var instagramda, onun gönderisinde yaptığı 12 Kızgın Adam incelemesini buraya kopyala yapıştır yapıp bu bölümü noktalayacağım. “12 Kızgın Adam filminde odanın sıcaklığı jüri üyelerinin üzerindeki baskıyı simgeleyen bir unsurdur. Oylama ne zaman 6-6 olur ve aynı zamanda yağmur başlar, odadaki fan ilk kez açılır. Özellikle sıkıntılı havalarda yağan yağmurun havadaki basıncı rahatlattığı bilinen bir gerçektir. Fanı açan 7.Jüri fanı açtıktan sonra “Things are looking up- İşler iyiye gidiyor,” der. Hemen sonrasında oyunu suçsuza çevirir ve oylama 7-5 olur. Özet olarak bu olay öncesindeki sıcaklıktan gelen bunaltı, 8. Jürinin diğer üyelere olan baskısını simgeler ve oylamanın “suçsuz”‘a doğru ilerlemesi ile birlikte yerini rahatlamaya bırakır. Özellikle fanın açılması ise odadaki değişim rüzgarını sembolize eder.” Filmde ilk suçsuz diyen jüriyi Sokrates, son suçsuz diyen jüriyi ise Meletos gibi gördüm. Kitabı okuduktan ertesi gün izlemiştim. Benim için çok bağlamında bir kitap-film okuması oldu. Şimdilik Sokrates’in Savunması hakkında söyleyebileceklerim bu kadar. :)
Sokrates'in Savunması
Sokrates'in SavunmasıPlaton (Eflatun) · Say Yayınları · 201752,6bin okunma
·
238 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.