Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

175 syf.
·
Puan vermedi
“Ne tuhaf yaradılışınız var, Makar Aleksiyeviç! En küçük şeylerden son derece etkileniyorsunuz. Bunun için yüzünüz hiçbir zaman gülmeyecek.” Varvara Dobroselova Merhabalar dostlarım, bugün Dostoyevski’nin ilk romanı olan “İnsancıklar” ile karşınızdayım. *Öncelikle bu yazıda bol miktarda spoiler bulunacağını bildirir, bu duruma aldırmayacak dostlarıma iyi okumalar dilerim. Ben kitabı Varlık Yayınevi’nden ve Nihal Yalaza Taluy’un çevirisinden okudum. Kitabı okurken sayfaların altında, Rus kültürü, Hristiyanlık vb. konulardaki bilmiyor olma ihtimalimize karşın verilen dipnot bilgilerini sevdim. Anlatımın etkisini aman aman etkilemeyecek olsa da bu detayları es geçmemiş olmaları özenlerini ortaya koyuyor. Bununla beraber birkaç yerde harf hatası gibi ufak tefek hatalar fark ettim, sanıyorum ki çok göze batacak şeyler değil. Ancak böyle şeylere çok değer veren okurlarımız var ise rahatsızlık verebilir. Kitabın kapağının tasarımını pek de iyi bulmadım ama hoşuma giden yönleri de yok değil. Örneğin kitabın erkek karakteri Makar Devuşkin’in mektup arkadaşı Varvara Dobroselova’yı düşünürken resmedilmesi, elindeki tüylü kalemin bile düşünülmesi, bu resmin bir miktar dikkatli bakılmadıkça karmaşık çizgiler ifade edecek tasarımı hoşuma gitti. Ama renkler ile çizgilerin kullanımını sevmedim. Kapağa dair sevdiğim şeylerin başında ise sadeliği geliyor. İlaveten, romanı çeviren kişinin isminin Dostoyevski’nin ve kitabın isminin hemen altına konumlandırılmasını da oldukça sevdim. Genelde kitap üzerinde büyük emek sahibi bu kimselerin isimlerini kitapların alt taraflarında, ücra kıyı köşelerinde görürüz biliyorsunuz. Bu detayı söylemeden geçmeyi istemedim. “İnsancıklar” kitabının kıymet-i harbiyesi, üstte belirttiğim gibi, Dostoyevski’nin ilk romanı olması ve bu kitabı okuyan zamanın ünlü eleştirmeni Bielinski’nin çok beğenmesinden geliyor diyebiliriz. Elbette tek önemi budur demek, romana haksızlık olacaktır. zira Bielinski ile aynı noktadayım, oldukça beğendiğim, neredeyse acemilik eseri diyemeyeceğim bir kitap. Bununla beraber kitabın arkasındaki yazıda okuduğum kadarıyla, uzun süre Rus edebiyatında dikkat çekmemiş. Bu makus talih eminim benim gibi sizleri de şaşırtmamıştır. “İnsancıklar” yaklaşık 119 sayfalık oldukça kısa ama sürükleyici bir kitap. Tabii her Rus romanında olduğu gibi rubleler, bilmem kaçıncı dereceden memurlar, Rusların illallah ettiren, kast sisteminden hallice memuriyet dereceleri ve bürokrasisi, yırtılmış esvaplar, ayakkabılar, devamlı yamaya götürülen kıyafetler, sefalet, açlık ve elbette olmazsa olmaz tefeciler romanın bitki örtüsünü oluşturuyor. Biliyorsunuz ki Rus romanları bu ögelerden biri olmadığı takdirde Rus edebiyatına ait bir eser olma yönünde rüştünü ispatlayamıyor. Şimdi benim bunları sevmediğim ve eleştirmek için yazdığım sanılabilir, belki de sanılmaz, ama sanılırsa diye açıklamam gerekir ki, eleştirmek için yazmadım. Bilakis ben Rus romanlarındaki bu acıklı, kasvetli, kötü bir şeylerin kepçeyle verilip iyi şeylerden bahsetme yönünde koklatma usulünün uygulanmasını delice seviyorum. Kaos seviyorum. Tüm bu çaresizliği okumaya bayılıyorum. Vallahi biz bu yola baş koyduk. Istırap, acı, keder dolu insanlar seviyorum. Öhöm! Bu hafif garip sevdamdan bahsettiğim (ne olacak benim bu Rus sevdam?) kısmı geçecek olursak spesifik olarak Dostoyevski’nin romanlarında sevdiğim bir diğer şey ise karakter tahlilleri. (biliyorsunuz, yalnızca ve yalnızca bana ait bir rafine zevktir bu) Dostoyevski bunu bazen açık açık, bazen ise konuşmaların içine yedirerek yapıyor ve roman bence karakterler bakımından ayaklarını yere çok sağlam basıyor. İlk romanında dahi bunu güçlü bir şekilde hissetmek ve hatta görmek beni bir parça şaşırttı. Zira yazarın başarılı ve güçlü olduğunu düşündüğüm bu konuda, elbet eserin içinde bu yönde bir ışık huzmesi görecektim ancak yine de romanını en vurucu yapan bu unsuru, böylesine temiz ve vurucu biçimde sunacağını ummamıştım. Bir diğer sevdiğim şey ise geçmişte ve şu anda olan ve belli ki kıyamete kadar var olacak duygu ve durumları anlatırken insanları Kapalıçarşı’daki esnafın İran halısını sermesi gibi önümüze sermesi. İnsani duygulardan keder, utanç, acıma ve başkaları tarafından acınacak durumda olmak; insana dair durumlardan sefillik, yanlış kararların alınışına doğru giden o yol, güçsüz bir karakterin girebileceği şekiller ve diyaloglar, belki sürüklenmeye çalışılan kepaze bir hayat, aşk, sevgi gibi kudretli bir duyguların peşinde insanların geldiği noktalar çok gerçekçi bir biçimde anlatılıyor. Sen bu işi biliyorsun Dosto’cuğum, canım! Biraz içeriğe girecek olursam, romanımız iki ana karakterin arasında geçen mektuplaşmalardan ibaret. Ara sıra yüz yüze buluşmalar gerçekleşse de ekseriyetle mektuplar üzerinden yürütülen bu ilişkide, ikili arasındaki dostluğa, çoğunlukla karşılıklı olan mektupların art arda sıralanmış halini okuyarak tanık oluyoruz. Bu konuşmaları okurken kart zampara Makar ile hüzünle, hastalıkla çepeçevre sarılı genç Varenka’nın arasındaki ilişkiye bir isim koymakta zorlanıyoruz. (Şimdi siz nesiniz?) Gerçi oldukça kompleks, duyguların girişik olduğu bir ilişki olduğunu söylemek sanıyorum yanlış olmaz, tıpkı normalde yaşadıklarımız gibi. Bununla beraber ne zaman “hah seni gidi Varenka, demek sen kart horoz Makar’ı yolmak için onunla sohbet ediyorsun ha, anladım sonunda!” diyorsam hemen akabinde aksini ispat eden birtakım hareketler gördüm kendisinden. Yahut ne vakit “Makar, seni toksik Şam şeytanı, gencecik kızdan faydalanmaya mı çalışıyorsun?” diye acımasızca yaftalasam Makar’ı, iyi birtakım davranışlarda bulundu Varenka’ya. Yani sevgili okuyucu, bu kitapta karakterler gerçek insanlara yaraşır biçimde tamamen iyi ya da kötü değil, yanlış kararlar verip acı çekebiliyor. Güçsüz bir karakter ise bugün olduğu gibi terk edilirse kendini öldüreceğinden bahisle karşısındakini tehdit ediyor; zayıf bir karakter ise zor durumdayken onunla alay eden kimseleri ve söylemlerini tümden yadsıyıp “yanlış düşünmüşüm” diyebiliyor. Her insanın düştüğü hatalara düşüyor ve ıstırabını çekiyor. Karakterlerin çektiği acıları, hissettiği duyguları onlarla beraber hissedebiliyor olmak, karakterlerle bu denli empati yapabiliyor olmak çok hoşuma gidiyor. Küçük bir parantez ile değinmek istediğim bir şey var: Dostoyevski, iki kahraman arasında Gogol ve Puşkin’e ait eserler hakkında diyaloglar geçirmiş. Okuyacak olursanız yahut okuduysanız, eminim mektuplaşmalar içerisindeki bu kısım hoşunuza gidecektir veya çoktan gitmiştir. Son olarak bir iki kelam edecek olursam, hikâyede birtakım boşluklar ve nihayetinde belirsizlik bulundursa da (gerçi bence belli ama) genel olarak beğendiğim, okumaktan keyif aldığım bir roman oldu. Alt üst ilişkisinin dişlileri arasında ezilen bir memurun yaşadığı hayat, gurur, onur, şeref konusunun işlenişi, erkek kişisinin yoksulluğundan duyduğu utanç, genç hanımefendinin durumu, yoksulluğu ve akabinde daha iyi bir hayat için yol aldığı bilinmezlik, kayıplar, hüzünler, büyük fedakarlıklar, mahvoluşlar, adeta Tanrı’nın hediyesi addedilebilecek güzel haberler. Beden, kıyafet, yoksulluk, hor görme üzerine yapılan o vurucu konuşma. Küçük insanların, sıradan insanların, insancıkların hikayesi bu. Tüm bunları topladığımızda konsantre bir Rus romanı diyebiliriz. Evet dostlarım, an itibariyle incelememi bitirmiş bulunmaktayım. Kitaptan keyfinizi azaltmayacak ölçüde bahsetmek istedim aslında. Kısa tutmak istemiştim ancak başaramadım. Sizleri boğmadığımı umuyorum. Ve yazımı Makar Alekseyeviç’e ait bir bölüm ile kapamak istiyorum: “Çevremdekiler düşmanlarım; suratımda bile kusur buluyor, küçümsüyorlardı beni. Sonunda ben de kendimi küçük görmeye başladım. Aptal olduğumu söylediler, aptallığıma inandım. Sizin gelişinizle karanlık hayatım, ruhum, kalbim aydınlığa kavuştu. Ruh huzuruna kavuşarak, başkalarından aşağı olmadığıma inandım. Göze çarpan bir halim, tavırlarımda kibarlık, kısacası cilam yoksa da, yine insanım; kalben, kafaca insanım. Oysa şimdi, kaderin, benim ezilmekten, hor görülmekten, kurtulmama olanak vermeyeceğini anlayınca, ben de onurumu ayaklar altına aldım. Kendimi başıma üşüşen belaların ağırlığına bırakarak metanetimi kaybettim. İşte şimdi sorunu iyice öğrendiğiniz için gözyaşları dökerek yalvarıyorum; bir daha bu konuya dönmeyin, çünkü içim parçalanıyor, dayanılmaz bir acı duyuyorum.” Yalnızca bu pasajı yazdığın için bile seni seviyorum Dostoyevski.
İnsancıklar
İnsancıklarFyodor Dostoyevski · Can Yayınları · 202361,9bin okunma
·
125 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.