Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Stefan Zweig'in intiharı beni etkiledi gerçekten.
“Bir nefretin çift taraflı ağırlığıyla yere serilmiş durumdayım, savaşa neden olan Almanya’ya duyduğum nefret ve savaşın galibi olan Avusturya’daki Yahudilere duyduğum nefret benim gibi insanları yok edecek, yaşamak için birazcık hava bile bırakmayacaklar. Peki, nereye kaçmalı? Dünya bize kapılarını kapatacak, bense yabancı ve düşman olarak hor görüleceğim bir devletin tutsaklığında yaşamayı istemiyorum.” “Hayat beni acınası, güçsüz ve de hor görülen bir varlık haline getirdi, ben susan kadınım, böyle mi diyorlar benim için? Bahtsız günlerin hepsini yaşadım. Burukluğu, yalnızlığı ve gözden düşmeyi tattım. Hiç sevilmedim. Karanlığın ortasında onunla yol alacağım. Ormanların derinliklerinde her şey buz gibi olsa da, beni eritip bitiren ateş ikimiz için yanacak. Duygularımın sınırsız yakıcılığı onun ruhunu ısıtacak. Gözyaşlarım ıstırabını ve sızısını dindirecek. Bu fani dünyada onun yüreği ulaşılmaz, ama benim sevgim sonsuzluktan daha büyük, sevgim yüreğine erişecek, sevgim o kadar güçlü olacak ki onun cansız bedenini taşıyacak.” Zweig hazırladığı şişelerden birini maden suyuna karıştırıp üç yudumla içer ve Lotte’ye istediği zaman yanına gelebileceğini söyler. .Lotte son kez sorar ona “Beni seviyor musun?” diye. ” Evet” der Zweig ve Lotte şişenin tamamını içip, çiçekli elbisesiyle yazarın yanına uzanır. Öldüklerinde takvim 23 Şubat 1942’yi gösterir. Zweig, “ En gönüllü ölüm, ölümlerin en güzelidir.” diyen Montaigne’de kendini bulmuştur. Avrupa’nın İkinci Dünya Savaşı sonrasında geri dönülemeyecek şekilde sonlanışıyla, yaşamanın insanın kendi iradesine bağlı olmaktan çıktığını fark eden son büyük Avrupalıdır.
·
7 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.