Füsun’a mı yoksa Füsun’a olan aşkına mı aşıksın Kemal?…‘Orhan bey, siz Kemal misiniz?’ Sorusunu Orhan Pamuk’a ben de sormak isterdim… Kolayca ‘hayır, o sadece bir karakter.’ şeklinde bir cevap alsam, kesinlikle inanmazdım bu cevaba. Çünkü insan yaşamadan yazamaz bu duyguları. Masumiyet Müzesi’nin baş karakteri Kemal’in, aslında Orhan Pamuk’un tam da kendisi olduğunu kitap ilerledikçe anlamamak imkansız.
Müze ve aşk, aşk ve insan, insan ve duygular, duygular ve çıkmazlar, çıkmazlar ve zamansızlık… Ne kadar yoğun işlenebilirse, o kadar yoğun işlenmiş bu başlıklar kitapta. Orhan Pamuk’un dilini ve üslubunu çok beğendiğimi söyleyemem, bu okuduğum üçüncü kitabı oldu ve hâlâ dili bir edebiyatçı için bana çok basit geldi. Cümlelerin çoğu ‘Annem geldi, babam gitti, kardeşim şunu dedi, dedem bunu aldı’ kadar basit, herhangi bir edebî değeri olmayan cümleler yani. Çocuk kitaplarının dili gibi. Yani-tamamen şahsî görüşüm- bu aşk hikayesini Peyami Safa anlatsa, şu an bambaşka şeyler yazıyor olabilirdim.
Dilini ve üslubunu bir kenara bırakıyorum, içeriğe geçmek istiyorum. Kitaptaki aşk hikayesi, aslında kitabın ana konusu gibi gelmedi bana. Bence ana konu, zamansızlık… Zamansızlığın içine, siz kitabı okuduktan sonra ne anladıysanız onu koyun, onun zamansızlığı olsun. Ben aşkı, işte tam da zamansızlığın içine koyduğum için ana konu olarak göremedim onu. Zamansızlıktan kastım da, bir şeyin olmadık zamanda patlak vermesi anlamında değil, tamamen ‘zamanın kaybolması’. anlamında sanki. Nasıl ki bir müze gezerken içinde bulunduğumuz zamandan kopmadan o zamanın içine müzenin kendi zamanını ekleyebiliyoruz, günümüzden geçmişe bakabiliyoruz, işte kitaptaki baskın konu zamansızlık da, sizi alıyor götürüyor başka başka diyarlara… Hatta kitabın isminin de bu düşünceyle konmuş olması çok muhtemel. Zamansız olmak ölümsüz olmak gibi bir şey. Ve bu, o kadar güzel işlenmiş ki kitapta. Bu duygu yoğunluğunu kaybetmeden, hemen Beyoğlu’ndaki Masumiyet Müzesi’ni gezmek istiyorum. Füsun’u, Kemal’i, Sibel’i, Zaim’i herkesi hissetmek istiyorum o zamansız müzenin içinde… Kaybolayım, gideyim hatta orda ben de…
Genel olarak kitabı beğendim mi? Henüz tam olarak sindiremediğim için bu konuda bir yorum yapamıyorum şu an. Ama şunu söyleyebilirim, okuduğum üç kitabı arasından beni en çok cezbeden Masumiyet Müzesi oldu. Dilinin basitliği hariç tabi :)
Zaten müze gezmeyi vs aşırı seven bir insanım. Yürüyen müze olmak konusunda kitaptaki Kemal’le yarışabilirim neredeyse :)
Daha önce bu kitabı okuyanlara bir sorum olacak. Buraya kadar incelememi okuyup soruya cevap verdiğiniz için şimdiden teşekkürler. Soru şu: Kemal’in müzeyi kurarkenki düşüncesi ‘ölenle ölünmüyor’a karşı çıkarak ‘ölenle yaşama’nın nasıl olacağını göstermek mi yoksa basit bir koleksiyonculuk mu?