Gönderi

Murder On The Orient Express
Hercule Poirot, Tokatlıyan'da banyolu bir oda istedi. Sonra da kendisine mektup gelip gelmediğini sordu. Onu üç mektup ve bir telgraf bekliyordu. Telgrafı görünce kaşlarını hafifçe kaldırdı. Beklenmedik bir şeydi bu. Telgrafı her zamanki o sakin tavırlarıyla, dikkatle açtı. "Kassner olayında önceden tahmin ettikleriniz beklenmedik bir anda oldu. Lütfen hemen dönün." Poirot öfkeyle, "İşte iç sıkıcı bir durum," diye homurdandı. Sonra başını kaldırarak duvardaki saate baktı. Resepsiyondaki memura, "Bu gece yoluma devam etmek zorundayım," dedi. "Doğu Ekspresi kaçta kalkıyor?" "Saat dokuzda, mösyö." "Bana bir yataklı bulabilir misiniz?" "Tabii, mösyö. Yılın bu mevsiminde güçlük çıkmaz. Trenler hemen hemen boştur. Birinci mevki mi istiyorsunuz? Yoksa ikinci mi?" "Birinci." "Peki, efendim. Nereye kadar gideceksiniz?" "Londra'ya." "Peki, efendim. Size İstanbul-Calais vagonunda bir yataklı ayırtacağım." Poirot tekrar saate baktı. Sekize on vardı. "Yemek yiyecek vaktim var mı?" "Tabii var, efendim." Ufak tefek Belçikalı başını salladı. Holden geçerek yemek salonuna girdi. Garsona istediği yemekleri söylerken biri omzuna dokundu. Arkasından bir ses, "Ah, dostum," dedi. "İşte beklenmedik bir zevk bu." Konuşan saçları fırça gibi dimdik, kısa boylu, şişman, yaşlıca bir adamdı. Memnun bir tavırla gülümsüyordu. Poirot ayağa fırladı. "Mösyö Bouc!" "Mösyö Poirot!" Mösyö Bouc da Belçikalıydı; Uluslararası Yataklı Vagonlar Şirketinin müdürlerindendi. Belçika polisinin eski asıyla da yıllardan beri dosttu. Mösyö Bouc, "Evinizden çok uzaktasınız, dostum," dedi. "Suriye'de ufak bir sorunla ilgilendim." "Ah... Ve şimdi de evinize dönüyorsunuz. Ne zaman gidiyorsunuz?" "Bu gece." "Harika! Ben de öyle. Daha doğrusu ben Lozan'a kadar gideceğim. Orada işim var. Herhalde Doğu Ekspresine bineceksiniz?" "Evet. Bana bir yataklı bulmalarını istedim. Burada birkaç gün kalmak niyetindeydim. Ama bir telgraf aldım. Önemli bir iş için İngiltere'ye dönmek zorundayım." Mösyö Bouc, "Ah," diye içini çekti. "İşler.. İşler.. Tabii siz de artık doruğa eriştiniz, dostum." "Belki biraz başarım oldu." Poirot alçak gönüllü biriymiş gibi bir tavır takınmaya çalıştıysa da hiç başaramadı. Mösyö Bouc güldü. "Daha sonra buluşuruz." (...)kapı açılarak resepsiyon memuru içeri girdi. Onlara doğru gelirken yüzünde endişeli ve hüzünlü bir ifade vardı. Poirot'ya, "Olmayacak bir şey, mösyö," dedi. "Trende bir tek birinci mevki yataklı yok." Mösyö Bouc, "Ne?" diye bağırdı. "Bu mevsimde? Ah, herhalde bir gazeteci grubu var! Ya da bir diplomat grubu!" Resepsiyon memuru ona döndü. "Bilmiyorum, efendim. Ama durum böyle." "Ya..." Mösyö Bouc, Poirot'ya baktı. "Hiç endişelenmeyin, dostum. Bir çaresini buluruz. Doğu Ekspresinde her zaman boş bir kompartıman bulunur. 16 numaralı kompartıman. Bunu kondüktör sağlar." Gülümsedi, sonra da başını kaldırıp saate baktı. "Haydi yola çıkma zamanı geldi." İstasyonda Mösyö Bouc'u kahverengi üniformalı yataklı vagon kondüktörü saygıyla karşıladı. "Hoşgeldiniz, efendim. Siz bir numaralı kompartımandasınız." Hamalları çağırdı. Hamallar eşyaları üzerinde "İSTANBUL TRIESTE - CALAIS" yazılı vagona doğru taşıdılar. "Duyduğuma göre bu gece her yer doluymuş." "İnanılmayacak bir şey bu, mösyö. Bütün dünya bu gece yolculuğa çıkmaya karar vermiş." "Ne olursa olsun bu beye bir yer bulmalısın. Benim dostumdur. 16 numarada kalabilir." "Orası verildi, mösyö." "Ne 16 numara mı?" İki adam birbirine anlayışla baktılar. Sonra kondüktör güldü. Orta yaşlı, uzun boylu, sarı yüzlüydü. "Evet, mösyö. Söyledim ya... Her yer dolu." Mösyö Bouc öfkeyle sordu. "Ama ne oluyor? Bir yerde toplantı mı var? Yolculuğa çıkan bir grup mu?" "Hayır, efendim. Sadece bir rastlantı. Birçok insan bu gece yola çıkmaya karar vermiş." Mösyö Bouc sıkıntıyla homurdandı. "Belgrad'da Atina'dan gelen vagonu bağlayacaklar. Sonra Bükreş - Paris vagonu da var. Ama Belgrad'a ancak yarın akşam varacağız. Ama bu gece ne olacak? Boş ikinci mevki kompartımanı yok mu?" "İkinci mevki bir yataklı var, efendim..." "E, iyi ya..." "Ama orası kadınlara ayrılmış. Kompartımanda bir Alman kadın var şimdi. Bir de hizmetçisi." Mösyö Bouc, "Vay vay vay," dedi. "Sıkıcı bir durum bu." Poirot, "Üzülmeyin, dostum," diyerek gülümsedi. "Yataklıda gitmeyiveririm." "Olmaz, olmaz." Bouc tekrar döndü. "Bütün yolcular geldi mi?" Kondüktör, "Bir yolcu eksik," diye tereddütle cevap verdi. "Evet?" "Yedi numara. İkinci mevkide. Yolcu hâlâ gelmedi. Oysa dokuza dört var." "Yolcu kim?" "Bir İngiliz." Kondüktör elindeki listeye baktı. "Bay Harris adında biri." Poirot, "Bu ad iyi bir belirti," dedi. "Ben Dickens'i okudum. Bay Harris gelmeyecek." Bouc, "Mösyönün bavullarını yedi numaraya koyun," diye emretti. "Eğer bu Bay Harris gelirse kendisine çok geç kalmış olduğunu söyleriz. Yatakların bu kadar uzun zaman tutulamayacağını anlatırız. Şu ya da bu şekilde bu sorunu hallederiz. Bay Harris'ten bana ne?" "Siz bilirsiniz, efendim." Kondüktör Poirot'nun hamalıyla konuştu. Ona nereye gideceğini söyledi. Sonra da Belçikalının trene binmesi için basamakların önünden çekildi. "Sondan ikinci kompartıman, efendim." Poirot uzun koridordan ilerleyerek söylenen kompartımanı buldu, içeride, Tokatlıyan Otelinde gördüğü uzun boylu, genç Amerikalı vardı. Raftaki bir bavula doğru uzanıyordu. Poirot içeri girince kaşlarını çattı. "Affedersiniz, bir yanlışlık yaptım? sanırım." Sonra ağır ağır bu sözlerini Fransızca tekrarladı. Poirot İngilizce cevap verdi. "Siz Bay Harris misiniz?" "Hayır. Benim adım MacQueen. Ben..." Ama aynı anda kondüktör Poirot'nun omzunun üzerinden soluk soluğa konuşmaya başladı. "Trende başka yataklı yok, mösyö. Bu beye burayı vermek zorunda kaldık." Konuşurken pencereyi açmıştı. Poirot'nun bavullarını içeriye almaya başladı. Poirot kondüktörün özür diler gibi konuşmasını biraz alayla dinlemişti. Herhalde Amerikalı ona kompartımana başkasını sokmazsa bol bahşiş vereceğini söylemişti. Ama Yataklı Vagonlar Şirketinin müdürlerinden biri karşısında kondüktör bir şey yapamazdı. Belçikalının bavullarını raflara yerleştiren kondüktör kompartımandan çıktı. "İşte, mösyö. Her şey yerli yerinde. Siz üst yataktasınız. Yedi numarada. Tren bir dakika sonra hareket edecek." Telaşla koridorda ilerleyerek uzaklaştı. Poirot tekrar kompartımana girdi. Neşeyle, "Pek ender görülen bir olay bu," diyerek güldü. "Bir yataklı vagon kondüktörü bir yolcunun eşyasını kendi eliyle yerleştiriyor. Duyulmamış bir şey." Genç Amerikalı gülümsedi. Öfkesinin geçmiş olduğu, durumu anlayışla karşılaması gerektiğini düşündüğü anlaşılıyordu. "Tren inanılmayacak kadar dolu," dedi. Bir düdük çaldı. Lokomotifin feryadı duyuldu. İkisi de koridora çıktılar. MacQueen, "Kalktık," diye mırıldandı. Ama kalkmamışlardı daha. Düdük tekrar çaldı. Genç adam birdenbire, "Aklıma gelmişken, efendim," dedi. "Belki alt yatağı tercih edersiniz. Bence hepsi bir." Evet, sevimli bir gençti. Poirot, "Hayır, hayır," diye itiraz etti. "Sizi rahatsız etmek.." "Aman, rica ederim..." "Çok naziksiniz..." İkisi de nazik nazik itiraz ediyorlardı. Poirot, "Sadece bir gece için," diye açıkladı. "Belgrad'da. " "Ah! Anlıyorum. Siz Belgrad'da ineceksiniz..." "Hayır, öyle değil. Anlayacağınız..." Tren birdenbire sarsıldı. Pencereye döndüler. Ağır ağır gerilen ışıklı perona bakıyorlardı. Doğu Ekspresi üç gün sürecek olan Avrupa yolculuğuna başlamıştı.
Altın Kitaplar - Tokatlıyan OteliKitabı okudu
··
23 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.