Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

197 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Çok İyi Bir Yüksek Lisans Tezi
Sezen Kılıç
Sezen Kılıç
’ın Yüksek lisans tezi olan bu çalışma, hakkında çok fazla malumata sahip olmadığımız bir alanı incelemektedir. Eserin girişinde Türk- Alman ilişkisinin ilk başlarını yüzeysel anlatıp sonra konusu olan zaman aralığı olan 1852-1945 dönemi bizlere anlatmaktadır. Eserin Cumhuriyet öncesi evresinde, ülkenin durumu, Almanlarla olan ilişkilerin seviyesi ve özellikle ülke içindeki yabancı okulların durumu hakkında gayet dikkat çekici bilgiler bizleri karşılamaktadır. Okurken o dönemin ne kadar aciz durumda olduğunu anlamak, bazı okurların canını sıkabilir. Ne yazık ki gerçeklerde burada anlatılanlardır. Yabancı okullar konusu hâlâ yeteri kadar araştırılıp, eserler sunulmadığı için böyle bir çalışmanın verdiği katkıda paha biçilmezdir. Almanya’nın Bismarck’ın becerileriyle 1871 tarihinde birleşmesiyle, Avrupa’da kartlar yeniden dağıtılmış desek aslında abartmış sayılmayız. Kısa sürede güçlenen ve diplomatik manevralarla Almanya’nın çıkarlarının peşinde koşulan dönemin ardından, Bismarck sonrası dönem diyeceğimiz dönemde Almanya emperyalist savaşların içine girmiş ve bu savaşa biraz geç kalınmış olmasından dolayı verimli sahaları kaptırdığını fark etmesi uzun sürmemiştir. Tabi bu sürecin eseri ilgilendiren kısmı, Bismarck sonrası dönemde Almanya’nın Şark meselesiyle daha fazla ilgilenmiş ve bunun da etkilerinden biri yabancı okullar kısmıdır. (Osmanlı’da yabancı okullar hakkında da grafiklerle desteklenen bilgilere de eserde ulaşabilirsiniz) Bu konuda da hem avantajlı olduğu durumlar hem dezavantajlı olduğu durumlar vardır. Bölgelerde Fransız okullarının sayısı fazla olmasına rağmen, Almanya’ya karşı daha fazla sempati beslenme durumları da görülmüştür. Bosna’nın Avusturya tarafından ilhakına kadar Osmanlıda Almanya’ya karşı sempati en üst seviyededir. Yabancı okulların bu dönemdeki durumunu birkaç cümleyle özetlemek gerekirse, başta padişah tarafından bir lütufmuş gibi açılmaya başlanan yabancı okullar, bir süre sonra kontrolsüz bir şekilde artış yaşamıştır. Kontrol edilemeyen bu okullar, başta kendi milletinden olanlara eğitim sağlamaya yönelik kurulduğu imajına sahip olsa da, gerçeklerin aslında halkın içindeki gayrimüslim tebaayı kendi istedikleri şekilde yönlendirebilecekleri kurumlar halini aldığına yönelik olduğu ortadadır. Okullar kendi mezhep ve inançlarına yönelik misyoner faaliyetlerden, bulundukları coğrafyanın yeraltı zenginliklerini araştırmaya kadar geniş kapsamlı bir programı olduğuna yönelik belgelerde mevcuttur. Önce kendi vatandaşları sonra gayrimüslimler ve ardından okul içinde azınlıkta olsa, bir süre sonra oluşmaya başlayan bir müslüman öğrenci profilleri oluşmuştur. Eser bu konularla ilgili daha detaylı bilgilerle dolu. Bu okulların faaliyetlerinin sonuçları da, tarihle biraz bile haşır neşir olmuş meraklıların malumudur. Yazmadan geçemeyeceğim bir kısım ise şöyle; İstanbul’da bu durumla ilgili sorun olduğu fark edilince yapabildikleri tek şeyin müslüman öğrencilerin oraya gitmemesini vaaz etmeleri olmuştur. Kanunla bu okulların teftiş edilmesi gerektiğine yönelik atılımlar yapsa da gerçekte karşılığı olmamış ve sonuç olarak kendi topraklarındaki okulları kontrol dahi edemeyen bir durumda olduğu meydana çıktığı gözler önündedir. Yabancı okulların, okulda öğrencilerine misyonerlik faaliyetleri dışında ne yaptıkları da anlatılması gereken bir noktadır. Okulldaki öğretmenler coğrafya derslerini kendi bulundukları milletin coğrafyası üzerinden anlatmaktadır. Yani Alman okulu Almanya coğrafyasından, Fransız okulu Fransa coğrafyası üzerinden dersler anlatmaktadır. Tabi bu durumda kaçınılmaz olarak, yaşadıkları coğrafyadan haberi olmayan ama gittiği okula göre öğrendiği coğrafyaya göre bir eğitim almış öğrencilerin çıktığı bir sistem oluşmasıdır.Diğer okutulan dersler arasında temel matematik,tarih, yabancı dil ( okuduğu okulun dışında yabancı dil, yani fransız okuluna gidiyorsa, Fransızca öğreniyor ve bunun dışında örneğin Almanca öğreniyor gibi düşünün) dersleri önplana çıkmaktadır. Okullarda laboratuvar bulunmakta ve buraya gelen öğrenciler mezun olduklarında iş garantili bir durumda olup, en az 2 dil bilen bir konuma erişiyorlardı. Türkçe öğretilmiyor ve biraz bile bilen bilmemezlikten geliyordu. Neden öğrenmek istesinlerdi ki, Türkçe konuşan Türkler onlar için çalışacak, ayak işlerini yapacak gruptaydı. Yapacakları ticarette muhatap bile olmayacaklardı. İşte 19. yüzyıl ortamı böyle bir ortamdı. Osmanlı’nın açtığı okullarda okuyanların bir işe yaramadığı, yabancı okullara gidenlerin başarılı olduğu ucube bir sistem hâkimdi. Unutmadan yabancı okullara giden vatandaşlar ise devletin önde gelen yerlerinde söz sahibi olan gruptu ve bunlar da gittikleri okulların kültür etkileri alanına kaçınılmaz olarak kendilerini kaptırıyorlardı. Örnek vermek gerekirse, Amerikan okullarında okumuş olan bazı kişiler, Kurtuluş Savaşı sırasında Amerikan mandasını savunmuşlardır. Bunu savunmalarında, Amerikanın kurtarıcı olacağı imajı yaratan, öğrencilik zamanında gördükleri eğitimden kaynaklıydı. Eğitim, bir toplumu kontrol edebilmek, yönetmek için uzun vadeli ama aynı zamanda en etkili yöntemlerden biridir.Eğitim mekanizmaları güçlü olan devletlerin temelleri de bir o kadar sağlamlaşır. Cumhuryet dönemiyle beraber yabancı okullar üzerinde kontrol sağlanmaya başlamıştır. Yabancı okulların etkilerini gören Atatürk ve arkadaşlarının bu konuya da el atıp yabancı okulları Lozan antlaşmasıyla takipçisi olup, Tevhid-i Tedrisatla devlet kontrolünü hakim kılma teşebbüsü ve 1925 ile 1926 çıkarılan genelgelerle, yabancı okulların nasıl işletilmesi gerektiği, nelere iznin olup, neler yapıp neler yapamayacağı şekillendirilmiştir. Teftiş sonucu kurallara uymayan okullar kapatılıp, teftişte ihmali olan memur olursa da ihraç edileceği kesin olarak belirtilmiştir. Devletin bu tarz tedbirler alması bazı okulların işine gelmemiş olsa da yapabildikleri en fazla devletler bazında baskı yapmaya çalışmak olmuş ve devletin kati tutumu karşısında da taviz verilme durumu gerçekleşmemiştir. Israrlı şekilde uymayan okulların kapatıldığı da olmuştur. Bir yandan da milli eğitim sistemi geliştirilince bu okulların cazibesi de kaybolmaya başlamıştır. Başıboş, her istediklerini gönüllerince yapabildikleri dönem geride kalınca, yabancı okullarının olumsuz etkisi de yok olmaya başlamıştır. Almanya’nın etkilerinden bir diğeri Anadolu’da yapılan arkeolojik çalışmalardır. Geçmişi öğrenme yolunda bilim dünyasını aydınlatan çok değerli sonuçlar bulmuş olsalar bile verilebilecek en büyük örnek Bergama kazılarıdır. Buradan çıkardıkları kalıntıları kendi ülkelerine kaçırmışlardır. Bunun gibi birçok tarihi eser kaçakçılığı da meydana gelmiştir. Arkeolojik kazılar yapanlar sadece Almanlar değillerdi tabi ki, bu konuda teşebbüsleri olan başka ülkelerde olmuştur. Günümüzde çok zengin içeriği bulunan Avrupa’daki müzelerin en bilinenleri aslında dünya çapında yapılan bir soygunun sonucudur. Bunların en ön plana çıkanları da sanırım Louvre ve British müzelerini sayabiliriz. Bu yapılanlar bir yandan sinir bozucu seviyede olsa da bazı durumları gördüğümde böyle olması daha iyi sanki demek durumunda da kaldığım olmuştur. Ayasofya’nın başına gelenler bile tek başına yetecek durumda olmasına rağmen, çok fazla tarihi eserlere zarar olduğu kaçamadığımız bir gerçek. Almanya’nın Anadolu’daki kazılara günümüzde bile yatırım yapıyor olması ve için üzücü tarafı o yatırımlar olmasa belki de yaşadığımız ülkede arkeolojik çalışmalar hangi düşük seviyede olacağını tahmin etmek zor değil. Yaşadığımız coğrafyayı ne kadar tanıdığımız, bildiğimiz bile aslında büyük bir soru işareti iken bu kadar kültürel alanda zengin coğrafyanın üstünde cehaletimizle yaşamaya hız kesmeden devam ediyoruz. Bence bir eserin kalitesini arttıran unsurlardan bir tanesi de okuyucuya sorular düşündürmesidir. Bu eseri okurken eğitimin ne kadar önemli olduğu ve topluma ne gibi etkileri olduğu ve olabileceğiyle ilgili konuları düşündürmesi, benim kitaptan aldığım zevki de arttırmıştır. Kaynak araştırması kısmında beni oldukça tatmin eden bu çalışma yüksek lisans tez çalışmasından da öte bir çalışma olduğu izlenimi yarattı. Eseri, bu platformda ilk okuyan, ilk alıntıları paylaşan ve ilk incelemesini yazan olmak, ise pek bilinmeyen böyle başarılı bir eseri keşfettiğim için ayrı bir keyif veren durum. Böyle kaliteli eserlerin okunması gerektiği kanaatindeyim. Bu yüksek lisans tezi olan çalışma, gayet akıcı bir dil kullanmış olup, bu konulara merakı olan okurların muhakkak okuması gereken yapıtlar arasında yerini alması gerekir. Eserle ilgili aslında çok az alıntı yaptım, eserin okurken keşfedilmesi bence daha iyi olabileceği kanaatindeyim.
Türk Alman İlişkileri ve Türkiye'deki Alman Okulları
Türk Alman İlişkileri ve Türkiye'deki Alman OkullarıSezen Kılıç · Atatürk Araştırma Merkezi · 20052 okunma
··
141 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.