Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

143 syf.
5/10 puan verdi
insan her şeyin ölçüsü müdür?
Önce kelimenin etimolojik değerlemesini yapalım. Kötü kelimesi Eski Türkçe olan köti sözcüğünden evrilmiştir. Kaşgarlının "Kıpçak’ça" olduğunu belirttiği ketü sözcüğüyle şayet eşdeğer ise Eski Türkçe ke (geri, arka) edatıyla ilişki kurulabilir. İlk bahsedilmiş ise köti "fena, yaramaz" [Divan-i Lügat-it Türk (1070)]’ü gösterir. Kötülüğü tanımlamak için insanlar çok basit ifadeler kullanırlar. Bir şeyi yaftalamak oldukça basittir. Victoria çağında insanlar kendi çocuklarını melek ya da şeytan olmaları fikirlerini öne sürecek kadar cüretkâr olabilmişlerdir. İnsanın yaşadığı dönemdeki baskılarla kalıptan kalıba gireceğinin en iyi örneğidir. “Kötülüğün, öte yandan, sebepsiz olduğunu ya da kendi kendini yaratığını düşünürüz.” ifadesiyle bize ne demek istemiştir? Birisi sizi uyarmak için dokunduğunda sizin düşmenize sebep olsa bu kötülük olmuş olur muydu? Bu bağlamdaki tez biraz aykırı durmaktadır. Kötülüğü anlarken karşı tarafa verilen zarar olarak düşünürüz. O halde bu eylemde kötü bir eylemdir. “Açlık, sabahın ikisinde bir fırının kapısını kırmak için yeterli bir sebeptir ama bizim polis gibi çoğu insan bunu geçerli bir sebep olarak görmez.” İşte bu anlatı aklıma yıllar evvel okuduğum Açlık kitabını getirdi. Sokaklarda yaşamaya mahkûm ve karnını doyurabilmek için her türlü işi deneyen bir adamın sokakta kaldığı için tercih edilmemesi onu hırsızlığa yöneltmez miydi? Bir gazete parçasındaki bulduğu bir yazı onu farklı bir alana yöneltmişti. Banklarda uyuyan insanların, evlerinde sıcacık yuvarında uyuyan insanlardan farkı neydi? Bu onları suç işlemeye yönelten yoksulluk hali insanı kötü yapacaksa diğer kötülük hangi açıdan değerlendirilirdi, bu tamamı ile ikileme düşürecek bir konuydu. Ahlaka uygun olmayan, etik dışında kalan ve dinsel olarak tasvip edilmeyen her türlü davranışa kötü diyoruz. Toplumsal olarak pek bir problem arz etmese de dinsiz olanların kötü olduğu argümanı Sami kökenli dinlerde çok yaygındır. Ahlak ise her toplumda ve ülkede değişkenlik gösterir. Hatta bazı kabileler de ve eski uygarlıklarda aile içi evlilik normaldi. Etik ayrımı ise bu ikili ile bağdaşsa da daha çok kişiselleşmiş bir davranıştır. İşte bu kavram böylesine kaos yaratmaya hazır bir kelimeydi. Biraz da kötülüğü roman karakterlerine indirgeyelim. Robinson Crusoe’u ele alabiliriz. Kendi yaşamını kuran bu adam yaşadığı yere ne derece kötülük etmişti ya da kendisine yaptığı bu eylemle kötülüğün en büyüğünü kendine yapmış olabilirdi. Belki de aksine iyi bir eylemde bulunarak yalnız yaşamıştı. İngiltere’de yazıldığı dönemlerde çok fazla rağbet görmüş bir romandı. Peki Faust hikayesinde kötü olan hangi taraftı? Şeytan mı yoksa anlaşmayı yapan doktor mu? Belki de iki tarafta kendi iyilikleri için yaptılar. Kötülükten bağımsız bir işti. Hegel, kötülüğün bireysel özgürlükle eşgüdümlü geliştiğini söyler. Bu aklıma bir çoğumuzun bildiğini düşündüğüm bir kitap karakterinin değişimini ve kötülüğe olan eğilimini getirdi. Yüzüklerin Efendisi serisindeki Gollum karakterini okumadıysanız bile duymuş olabilirsiniz. Asırlarca yüzüğün laneti ile yaşayan bu yaratık hem iyinin hem de kötünün aynı bedende buluştuğu bir canlıydı. Yüzüğün laneti onu kötülüğe sürüklese de hobbit yanı içindeki bastırılmış iyiliğe hayır diyemiyordu. İşte günlük yaşamda da insanlar olarak böyle ikiyüzlü yaşamlar yaşıyoruz. Aslında en büyük ve ilk kötülüğün ilk insan olan Adem’in eşi olan Lilith’in yaptığı atfedilir. Birçok kişi ilk kadını Havva olarak bilse de iş öyle olmamıştır. Lilith Adem’e karşı gelmiştir. Her Ademoğluna zarar vereceğine yeminler ederek ondan uzaklaşır. Aslında bu olayın derinliği çok fazla olsa da burada ona giremem. İlk kötülük aslında dinsel boyutta budur. Unutmadan şunu da ekleyeyim, Lilith ilk feministtir. Yazar Graham Green’in kitabı olan Brighton Rock kitabındaki Pinkie karakteri özünde hiç içki, sigara kullanmayan, dans etmeyen hatta çikolata yemeyen bir insandır. Burada bir kötülük ya da iyilik yoktur. İşin garip yanı bu karakterin bir seri katil olmuş olmasıdır. Kötülük kavramı bu kadar ortada bir olaydır. Katilleri çok seven insanları düşünürseniz bunu biraz daha iyi anlayacaksınızdır. O katil olduğu için kötü değildir, kötü olduğu için insanları öldürmektedir. Kendisi sadece 17 yaşındadır. Schopenhauer’a göre insan yaşamının devam etmesi kadar aptalca bir şey yoktur. Bu pesimist yaklaşımın altında aslında hayat neden devam etmeli sorusu vardır. Sahi hayat neden devam etsin ki? Egolarımız bize bizim önemli olduğu fikrini kabul ettirse de hiç de öyle değiliz. Doktor Jekyll ve Mr Hyde’ın hikayesini bilenler bu kötülük karmaşasındaki ikiliği daha iyi gözlemleyecektir. Bir canavara dönüşen doktor kötülüğün birçok yolunu denese de aslında o kişi Mr Hyde’ın kötü ve şiddete eğilimli yanıdır. Doktor özünde iyi bir insandır. Bu hikâye aslında insanın iki yanının da olduğunu ama kötülüğün daha arzulanabilir bir eylem olduğunu göstermiştir. Kötülük sapkınlık hali olabilir mi dersiniz? Yani bir insanı kötülüğe sürükleyen güdü doğuşundan gelen içgüdüleri midir yoksa yaşadığı çevrenin onu o hale getirmesi midir? Aslında bazı açılardan her ikisi de gayet makul görünüyor. Bir bebeğin kötülük yaptığını düşünmek bile garip gelebilir oysa kötülük kavramını bizler tanımladığımız için bebekten kötülük beklenmez. Eğer tanımlar farklı yapılsaydı bir bebeğin ağlaması kötülük sayılabilirdi. Ya da yürüyememesi gibi. İşte bunlar toplumların gelişimlerine ve bir arada yaşamalarından kaynaklanan basit kök kurallar koymalarından gelir. Birçoğu da yazılı değildir. Mitler gibi ağızdan ağıza aktarılan tabulardır. Bir de bu işin soykırım boyutu vardır. İnsanlar sadece Hitler soykırım yapmış gibi anlatmakta olsa da Çin lideri Mao ve Rus Stalin’in de yaptıkları Hitler’den daha fazla insan öldürmek oldu. Neden insanlar Hitler’i bu kadar biliyor? Sanırım Avrupa’nın göbeğinde olan bir ülke olması bunun başlıca sebebi. Çünkü soykırımların en büyüğü Afrika kıtasında yapıldı. Özellikle Fransa ve Belçika gibi ülkelerin yaptıkları akıllara durgunluk verecek cinsten işkenceler çok az bilinir. Almanya’da farklı olan ise her şeyin gözler önünde yapılması oldu. Şunu da eklemeliyim ki Yahudi lobisi çok güçlenmiştir. Bu da bir etkendir. Kierkegaard, “Umutsuzluğun asıl acısı ölmeyi becerememektir.” der. Burada en acı olan nokta ise kişinin kendinden kurtulmak isteyip de bunu yapacak cesarete sahip olamamasıdır. Bu kişiyi derin bir depresyona sürükler ve ağır duygusal bir hale sokar. Ölme arzusunun kendi yaşamını sonlandırmaktan ziyade burada kişi yaşadığı hayattan kopacak kadar nefret ettiği için ölümü seçerek aşırı bir tepki vermeyi seçer. Tanrı’ya inanan ya da inanmayan insan arasındaki farkı kötülüğe olan yaklaşım ile ele almaya çalışalım. Bu birçok din sevdalısını kızdıracak bu bölümde kötülüğün temel sebeplerinden birinin köktenci inançlar olduğunu ve Sami dinlerinin insanlara birçok anlamsız kuralı körü körüne kabul ettirmesinden gelir. Sözde din başlığı altında yapılan iğrenç olaylara her gün tanık oluyoruz. Bütün bunlar din kimliği altında olmuştur. Yine asırlar önce gerek Müslümanlarda gerekse Hristiyanlarda din savaşlarının haddi hesabı yoktur. Haçlı seferlerindeki amaç din yaymak ise insan öldürerek din yayan şuursuz zihinler yaydığı ya da yayacağını düşündüğü dinle iyilik bırakacağını düşündüren acaba ne oldu? Aynı şekilde sözde putperest olanlara Müslümanların yaptığı kıyımlara ne demeli? Yahudilerin de yaptığı hiç azımsanmayacak cinstendi. O zaman Hitler neden suçlu olmuştu? O dini alet etmedi diye mi? İnsanın ikiyüzlü oluşu ve çıkarcı kişiliği zayıf karakterli ve cahil kişilerce yönetilmesi bunlara sebebiyet vermektedir. Nietzsche’nin “Tanrı öldü, onu biz öldürdük.” şeklindeki sözlerine nefret kusan zavallılar ne yazık ki kafalarında bir beyin taşımayan ve sadece insan özellikleri taşıyan tersine evrim geçirmiş insanlardır. Kötülüğün temel sebebi niyetleriniz ve toplumdur. Tanrı’yı rasyonel boyuta indirmeye çalışan zekaların Tanrı buyruklarının kaçını yaptığı ortada gibidir. Özgür iradenin arkasına sığınan inançlı kişilerin özgür irade ile her şeyi yapacağını söyleyerek cezanı ya da ödülünü alacağını söylemesi veya beklemesi ise yoğun bir psikoz içermektedir. Tarihte dinsizler kisvesi altında savaşlar çıktığı okudunuz mu? Mesele ateistler hayır agnostiklik kabul edilemez diye kafa kestiğini veyahut deist bir kişinin ateiste hayır tanrı var diyerek yaktığını? Burada mesele dinsizlik ya da dincilik değildir. Dincilik başlığı altına sığınarak içlerindeki kirli yüzleri etrafa yaymalarıdır. Din sanki onlara kafa keserek ya da kadın taşlayarak cennetin kapılarını vaat etmiştir. Öyle anlar gelir ki insanlığınızdan utanırsınız. Yaşlı bir adamın ekmek çaldığı için hapis yattığı ülkede iş adamlarının ve sayısız devletin yaptığı yolsuzluk karşısında el pençe olan ülke sistemleri nasıl kötü olabilirdi? Kanada’daki bir olay da şunlar yaşanmıştır. Yaşlı bir adam bir marketten ekmek çalar ve adamı yakalarlar. Mahkeme önüne çıkar. Hâkim olayı dinler. Herkes yaşlı adamın ceza alacağını beklerken hâkim der ki, “Hepinize 100 dolar para cezası veriyorum. Böyle bir ülkede bu yaşta bir insanı ekmek çalmaya mecbur bırakan herkes suçludur.” Salondaki onlarca kişiden bu para toplanır ve adama verilir. Olay gerçekten yakın bir tarihte olmuştur. Sadece para biriminde bir değişiklik olabilir. Daha yüksek olma ihtimali mevcuttur. Neyse, işte adalet budur ey insanoğlu! Ona buna yaltaklık yapmak değildir.
Kötülük Üzerine Bir Deneme
Kötülük Üzerine Bir DenemeTerry Eagleton · İletişim Yayınevi · 2020284 okunma
··
288 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.