Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

479 syf.
9/10 puan verdi
Lütfen kitabı bitirdikten sonra incelemeyi okuyunuz.
Kün yani Arapça dilinde ‘Ol!’ kitabın içeriğini çok manidar yansıtan bir kitap adı olsa gerek. Sezgin Kaymaz bu romanında Ömer adında küçük bir çocuğun etrafında gelişen olayları okuyucuya din, aile, memleket, zorbalık, hayvanlar, ölüler ve diriler gibi birçok yönden yaklaşarak aktarıyor. Hüdai Ağa, Muzaffer hoca, Çeto, Aşut, Şeref, Hacı Naci Kalaycı, Menderes hepsi de romanın nev-i şahsına münhasır karakterlerini oluşturuyorlar. Roman çoğunluğu Konya olmak üzere Konya ve Ankara illerinde geçiyor. Konya ağzının hakim olduğu romanda karakterlerin günlük konuşmaları, alışkanlıkları, hareketleri tüm doğallığıyla okuyucuya sunuluyor. Hüdai Ağa, aslen babası olmadığı halde Gülsüm’ü kendi kızı gibi severken, diğer yandan Şeref kendi çocuğu Ömer’i sadece dövmekle kalmayıp aç, susuz da bırakıyor. Ebeveynlik sadece çocuğu doğurarak onun üzerinde söz hakkı sahibi olmak mıdır? Babalık ya da annelik sadece biyolojik bir olgu mudur? Çocukları bu dünyaya getirdikten sonra hayata olan sinirlerini onlardan çıkartmak, eziyet etmek, dövmek, hor görmek ya da sadece psikolojik olarak onları görmezlikten gelmek, yok saymak gibi yıpratıcı, üzücü ve çocuk üzerinde hayatının sonuna kadar travma oluşturacak davranışlar sergilemek yerine onları sadece sevseler çok daha psikolojisi sağlam çocuklar yetişecek. Çünkü dünyayı sevginin kurtaracağına inanıyorum. Rüyasının üzerine kapısında bulduğu sarı saçlı, siyah gözlü Ömer’i kendine emanet kabul eden Hüdai Ağa, sevgisiyle ve merhametiyle hepimize örnek oluyor. Romandaki en sevdiğim karakter olan Çeto, konuşabilen köpek ama sadece bazı insanlarla iletişim kurabiliyor; Ömer ve Hüdai Ağa. Yazarın hayvan sevgisini çok güzel işlediği bu romanda köpeklerin içimizi ısıtan hareketleri, gerçek hayatta köpekler aslında bizimle konuşuyorlar dedirten cinsten. Muzaffer hoca, yüreği güzel bir cami imamı olmasının yanı sıra kalbinden geçenler, dinin emrettikleri ve vicdanı arasında gidip geliyor. Aşut’un yüreklere dokunan sesiyle okuduğu ezanla dolup cami her namaz vakti dolup taşıyor. Caminin önüne kurduğu tezgahla derdi daha çok para kazanmak olan, kapı önündeki tahtalara kendi işine geldiği gibi hadisler uydurup yazan Aşut ile yazar resmen günümüz din anlayışına, kendini dindar sanan insanlara derinden bir gönderme yapıyor. Aşut’un hikayesinden, Muzaffer hoca-Aşut ilişkisinden dinle ilgili çıkarılacak o kadar ders var ki. Derinlemesine yorumlama gerektiren en can alıcı noktalardan birisi sanırım. Ömer doğar doğmaz hayatın sillesini yiyen cinsten bir çocuk, ailesinde asla gün yüzü görmüyor. Hayat onu öyle bir hale getiriyor ki bütün acısını dövüşerek çıkartıyor. Öğretmenleri tarafından dövüşe teşvik edilen, herkesi yenmek uğruna bitmek bilmeyen hırsı olan Ömer hayat savaşını böyle ifade ediyor. Babasının, annesinin, öğretmenlerinin, arkadaşlarının zorbalık yaptığı Ömer’e bir tek Muzaffer hoca sahip çıkıyor. Muzaffer hocanın bütün yaşanılanları bile bile Ömer kaybolana kadar sessiz kalması da Hüdai Ağa gibi bütün okuyucuları şaşırtıyor. Bir gün evde babasını ölesiye dövdükten sonra Ömer’in ortadan kaybolmasıyla asıl hikaye başlıyor. Ömer ile Hüdai Ağa’nın gördüğü rüyaların örtüşmesi ve Ömer’in kendini bir anda Hüdai Ağa’nın evinin önünde bulması ile Ömer yepyeni bir hayata adım atmış oluyor. Hüdai Ağa rüyasında gördüğü gibi Ömer’i emanet olarak görüyor ve ona sahip çıkmaya çalışıyor. Muzaffer hoca ile Hüdai Ağa’nın dini yönden ters düştükleri ama onları bağlayan ortak noktanın Ömer olması, aralarındaki bağı kuvvetlendiriyor. Ömer’in bulunması sürecinde devreye giren komiser Menderes, gerçekleri öğrendikten sonra Hüdai Ağa’ya ve Muzaffer hocaya olan saygısından olanlara sessiz kalıyor hatta destek olmaya çalışıyor. Romanın sonlarına doğru Hüdai Ağa’nın Ömer ile Çeto’yu alıp kızı Gülsüm’ün yanına Ankara’ya gitmesiyle olaylar tamamen çözülüyor. Hacı Naci Kalaycı’nın Gülsüm’üm hamamını yakmasıyla çıkan yangında Gülsüm ölürken Hüdai Ağa da Ankara’ya varır varmaz kızını kurtarmak adına yangında can veriyor. Çeto ile Ömer’in ölümü ise çok can yakıcı bir ölüm. Yeni bir hayata başlamak adına gittikleri Ankara’da hepsinin ölümü ile roman sonlanıyor. Romanı bitirdiğimde gözlerimde yaş olduğunu itiraf etmeliyim. Kurgusu çok sağlam, yazım dili akıcı ve kendini okutturan cinsten. Romanın başından sonuna kadar süren okuma isteği devamında ne olacak merakımdandı. Yazarın kafasının içinden neleri geçirerek bu romanı yazdığını çok merak ediyorum, hayran olunası cinsten bir yeteneği var. Romanda en sevdiğim karakter Çeto oldu; korumacı ruhu, sevimliliği, sanki gerçekten yanımda Çeto varmış gibi hissettirdi. Kitaptaki dini göndermeler, rüya ile gerçeğin birbirini tamamlaması kafamda hayatı sorgulatan cinsten sorular oluşturdu. Olayların birbiriyle bağlantısının güzel kurgusu, günümüzde birçok insanın yaşadığı meslek ile vicdan arasında kalma durumu bence romanı okunacak yapan en iyi özellikleri. Romanın tek sevmediğim özelliği Konya ağzının çok ağırlıkta olması, okurken sıkıldığım yerler olduğunu itiraf etmeliyim. Kitap kapağında yer alan yüzü görünmeyen ve ney üfleyen çocuğun tasviri ise derinlemesine inceleme istiyor, bu kapakta yazarın anlatmaya çalıştığı bir şeyler olduğunu düşünüyorum. Farklı bir kitap kapağı olabilir miydi diye düşündüm açıkçası. Kitabın sonunda yer alan çocuk-çiçek metaforu çok anlamlı bir mesaj içeriyor. Ayrıca kitapta her bölümün bir alıntıyla başlaması çok hoşuma gitti. Özetle Kün romanı Sezgin Kaymaz ile tanışma romanım oldu. Diğer kitaplarını da okumak için sabırsızlanıyorum. Okuyunuz, okutturunuz efendim.
Kün
KünSezgin Kaymaz · İletişim Yayınevi · 2023906 okunma
·
311 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.