Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

120 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
10 saatte okudu
Dünya dünya olalı, âdemoğlu iki ayağı üstüne doğrulup kendinin farkına varalı, sonra bir araya gelip birbirine düşeli beri çok ağızdan, her dilde çıkmıştır bu söz: bu dünya yalan dünya… Elbette uzay boşluğunda salınıp duran küçük galaksimize kıyısından tutunmuş sefil gezegenimizi hedef almaz bu sözler. İsyan, içinde bulunulan topluma, sisteme, adaletsizliğe veya doğa karşısındaki çaresizliğimizedir. O zamandan beri hayal eder dururuz. Daha farklı nasıl olurdu? Bundan bin yıl sonra yaşasak acaba neler görürdük? Dünya daha mı iyi bir yer olurdu? Yoksa her şey daha kötüye mi giderdi? Bunları sayısız roman ve filmlerle gözlerimizin önüne sermiş üstatlar. Hepsine minnettarım. Bilim-kurgu benim hayat, toplum ve insana bakış açımda bambaşka ufuklar açtı, dünyamı zenginleştirdi. Gençlik yıllarımdaki şiir merakımın bittiği, ödevcesine hatmettiğim, belli başlı klasiklerden, gerçekçilerden, varoluşçulardan vesaire artık zevk almaz olduğum ve hiçbir şey okumak istemediğim bir dönemimdeydim. Atalarım gibi bir yandan “adaletin bu mu dünya?” diye isyan türküleri çağırırken, bir yandan da toplumsal ve politik ne varsa kulaklarımı tıkayıp uzaklaşmak istiyordum. Böyle bir zamanımda gerçek anlamda tanıştım “bilim-kurgu” ile. Çocukluğumda okuduğum birkaç Jules Verne kitabı hariç bu edebiyat türüne son derece yabancıydım. Bilim-kurgu dendiğinde benim de aklıma uzay gemisiyle yolculuk ve yaratık istilaları geliyordu. İtiraf etmeliyim ki bu türde yazılmış çoğu romandaki gelecek tasavvuru çok da pozitif değil. Galaktik medeniyetlerde birbiriyle savaşan gezegenler, evrim geçirip insan efendilerine isyan eden robotlar, biyolojik ve kimyasal silahlarla yaşanan felaketler. Bu romanlarda hikâyenin örgüsünden çok, kurguyu destekleyen zaman yolculuğu, ışınlanma, zihin okuma, yapay zekâ gibi teknolojik unsurlar dikkatimi çekiyor. Biliyorum ki bunların hepsi bir gün gerçekleşecek ama benim yaşam süreme maalesef yetişmeyecek. Bilim-kurgu türünde birçok roman okuyup film izledikten sonra kaçınılmaz olarak daha derinlikli eserlerin arayışına giriyorsunuz. “Teknoloji gelişti, galaktik imparatorluklar kuruldu, yapay zekâlı androidler insanlaştı da insan aynı mı kaldı?” diye sormadan edemiyorsunuz. İnsanoğlu neden hala savaşıyor? Hiç mi evrimleşmedi iyiliğe, bilgeliğe doğru? Neanderthal’den homosapiens’e evrildik de, vahşetimizi, saldırganlığımızı bastırıp bir üst forma neden geçemedik? Hep yönetenler ve yönetilenler diye ayrılmış toplumsal yapılar, kurallar. Eşitlik ve toplumsal adalet hayalimizi karşılayan sadece dinsel metinlerdeki “cennet” vaadi mi? Araştıran, soruşturan aç okur, elbet bulur dimağının ihtiyacına çare. Ben de buldum. Öncelikle çağımızın efsanesi, bilge kadın Ursula Le Guin’le tanıştım. Yerdeniz Üçlemesi’nde fantastiğe kaçsa da Karanlığın Sol Eli, Mülksüzler, Bağışlanmanın Dört Yolu gibi eserlerindeki toplum ve insan tasavvurları olağanüstü. Sonra Stanislav Lem ve Philip K. Dick gibi üstatların romanlarında hem bizim dünyamız ve uygarlığımızın geleceği, hem de bambaşka dünyaların toplumsal sistemleri, dişil, eril, hem dişil hem eril hatta cinsiyetsiz, hatta bedensiz yaşam formlarına tanık olup ümitsizliğimden sıyrıldım. Isaac Asimov ise benim için hep farklı bir yerde olacak. Kitaplarının hepsini okumadım. Hayatımın sonuna kadar teker teker , zamana yayarak okumak istiyorum. Her kitabından sonra “Vay be, bunu nasıl düşünmüş” deyip, şaşırmak istiyorum. Son olarak, bütün bu kurgusal metinleri hayal edip yazanlar bizim türümüzden, aynı ülkeden olmasa da aynı göğün altından, hatta aynı evrenden… Yani türümüzden ümidimizi kesmeyelim. Hayal edilebiliyorsa gerçekliği vardır. "Son Soru" için ise diyebileceğim tek şey: Vay be ! Bunu nasıl düşünmüş :)
Son Soru
Son SoruRobert Silverberg · Ve Yayınları · 2000217 okunma
··
154 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.